15 Temmuz darbe girişimine karşı çıkanların önemli bir bölümünün bir endişesi vardı: “Elbette darbelere, bu 15 Temmuz darbesine de karşıyız. Karşı da duruyoruz. Ama Erdoğan-AKP yönetiminin bu darbe girişiminin yarattığı kaos ve kargaşa ortamını kendisi için bir fırsata çevirip tüm muhaliflerini sindirmek için kullanmasından, kendisi için bir darbeye dönüştürmesinden de endişe ediyoruz” diyorlardı.
Darbe girişimi bastırılıp darbecilerin büyük ölçüde tutuklanmasından sonra OHAL ilan edildiğinde bu endişeler daha da büyüdü.
Gerçi Başbakan Binali Yıldırım, “Biz OHAL’i kendimize karşı ilan ettik. Vatandaşlar endişe etmesin, onların yaşamı hiçbir şekilde etkilenmeyecek, özgürlükleri sınırlamayı asla düşünmüyoruz” dese de bu vaatlerin mürekkebi kurumadan yapılanlar ve sonraki günlerdeki gelişmeler; “OHAL, alınan ve alınacak önlemler darbecilere karşıdır” diyenleri değil darbe girişimini AKP Hükümetinin kendi amaçlarına kullanarak tüm muhalefeti sindireceğinden endişe edenleri haklı çıkardı.
Elbette ki darbe girişiminde rol alan ya da darbecilere gönül desteği sunan subayların, askerin, elinde silah bulunan devlet görevlisi olan polislerin tutuklanması, açığa alınarak soruşturulmasının bir anlamı vardır. Bunlara zaten kimse bir şey demiyor. Ama bir biçimde “FETÖ”cülerle düşünce ya da çevre ilişkisi kurmuş olan binlerce kamu emekçisinin darbeci diye, “FETÖ”cü diye açığa alınması, bunların meslekten çıkarılması, eşlerinin pasaportlarına bile el konulması, aynı uygulamanın Fethullahçı okullarda ücret karşılığı çalışan, çalışmak zorunda kalan eğitimcilere de uygulanıp, “Öğretmenlik sertifikalarının iptal edilmesi”, bundan böyle mesleklerini yapmaktan men edilmeleri nasıl açıklanabilir? Açıklanmak bir yana, “T.C. vatandaşı olan bu kişiler ve geçindirdiği aile fertleri nasıl geçineceklerdir?” sorusunun bile bir yanıtı yoktur bu uygulamada.
Bunların da ötesinde “FETÖ”cü iddiasıyla on binlerce kamu çalışanı görevden alınırken “FETÖ”cülükle hiçbir ilgisi olmadığını herkesin bildiği akademisyen, eğitimci, sağlıkçı, yerel yönetimci, tiyatrocu… her meslekten ilerici, demokrat, “hükümete muhalif görüşte” olan kamu emekçilerinin, KHK ile meslekten çıkarılmasının, “bu vesileyle temizlenmesi”nin dışında bir açıklaması olabilir mi?
Önceki günden itibaren ise, kamu emekçilerini açığa alma, meslekten çıkarma operasyonunda daha da vahim bir boyuta gelinmiştir.
Başbakan Yıldırım; Diyarbakır’da bölge illerinde görev yapan 14 bin eğitimcinin bu eğitim yılından itibaren açığa alındığını açıklamış; yetinmemiş, bu uygulamanın diğer kamu kurumlarında da yapılacağını ilan etmiştir.
Çünkü bu 14 bin eğitimcinin “terörle bağlantılı” olduğu şüphesi varmış!
Peki, bu 14 bin eğitimcinin “terörle bağlantılı” olduğunu gösteren gerçek bir kanıt var mı?
Başbakan bu soruya da yanıt veriyor: Kanıtlar daha sonra araştırılacak, bir bağlantısı olmayanlar görevlerine dönecek; bağlantısı olanların başına ise “FETÖ”cülerin başına gelenler gelecek!
Yani önce vurup sonra kanıtları inceleyecek bir mahkeme kurmuş hükümet! Önce insanları “terörle bağlantılı” diye görevden al, “açığa” al, açlığa sürükle, etrafından tecrit et, sonra da bu suçlamaya meşruiyet kazandırmak için kanıt ara!
Dahası Hükümetin bu yöntemi bütün kamu kurumlarına ve bölge illeri dışındaki illere de yayarak, kamu alanının “yeniden inşasında” AKP’nin tabandan itibaren kadrolaşmasını tamamlamayı amaçladığı da (“Tek parti” olabilmenin bir şartı da kamuda “tabanda kadrolaşma”dır) anlaşılmaktadır.
Oluşmakta olan tablo, “Darbe girişimi bahane, lütfundan yararlanmak şahane” diye formüle edilebilir.
Eğer emekçiler, demokrasi güçleri müdahale etmezse, oluşmaya başlayan bu tablonun, “Yenikapı ruhu” uzlaşması ve “terörle mücadele konsepti”ne destekle, “siyasi bir eser” olarak tamamlanması önlenemezdir.
Kuşkusuz ki bu girişimlere en başta kamu emekçileri sendikalarının ve diğer sendika ve emek örgütlerinin “dur” demesi; üyelerinin haklarını savunması sürecin yasalara, kazılmış haklara uygun biçimde işlemesini sağlamaları gerekir. Çünkü; bu uygulamaların doğrudan hedefi olan kamu emekçileri çeşitli kamu emekçisi sendikalarına üyeleridir.
Elbette burada sorumluluk sadece sendikaların ve emek örgütlerinin değildir. Çünkü bu vesileyle Hükümet, “Tek parti tek adam” rejiminin temel alanlarından birisinde kadrolaşmasını gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu yüzden de burada tüm ilerici demokrat çevrelere, demokrasi güçlerine, aydınlara… gidişata “dur” demek için en az sendikalar ve emek örgütleri kadar sorumluluk düşmektedir.