Cumhuriyet yazarları Çetinkaya ve Karan’a Charlie Hebdo kapağı için verilen 2’şer yıl hapsin gerekçesi, Madımak katliamı oldu. Yargıç, “dinsel tahriklerin nereye gideceğinin bilinmezliğinden” bahsetti.
Cumhuriyet yazarları Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan’a Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’nun, katliam sonrası çıkan özel sayısının kapağını köşelerinde yayımladıkları için verilen 2’şer yıl hapis cezasının gerekçesi, Madımak katliamı oldu.
Mahkeme yargıcı, “Ateist olduğunu gizlemeyen yazar Aziz Nesin’in İslam dinine yönelik bazı hakaret içerikli sözler söylediğinden bahisle Sivas’ta toplu halde harekete geçen insanlar, Aziz Nesin’in kaldığı bildirilen oteli galeyana gelerek ateşe vermiştir… Bu olaylar, din adına yapanlar tarafından, iyi niyetli olarak yapıldığına inanıldığı şekli ile yaşanan olaylardır. Bunlar bile, dinsel anlamdaki tahriklerin nereye gideceğinin bilinmezliğini ortaya koymaktadır” ifadelerini kullandı. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin, 200 sayfalık gerekçeli kararı dün açıklandı.
Yargıç İslamı anlattı
Yargıç, dinin tanımını yaptıktan sonra, “Bu davada somut olarak tahrik edilen husus dindir. Dergi kapağı resimsiz olarak yayımlansaydı, dava açılmayabilirdi. Yazı ile verilmek istenen mesajı zaten vermişlerdir. Bu yazının fikirsel olarak ayrıca Charlie Hebdo kapağı ile pekiştirilmesine gerek var mıdır? Olağan bir kabul ile aslında yoktur. Sanıkların yazılarında yer alan bu ifade biçimi zaman olarak uygunsuz ve başlı başına zaten bizatihi kışkırtıcıdır” yorumunu yaptı. Charlie Hebdo’nun Hz. Muhammed’e yönelik saygısız yaklaşımı nedeniyle saldırıya uğradığını belirterek, “Sadece peygamberimiz değil, müşrik ileri gelenlerinin de resmi yoktur. Çünkü İslami inanışa göre iman bir gayb ve kalb meselesidir. Gözünüzle görmediğinize inanmak vardır. İnanışa göre, Müslüman olmak Yaradan’a, meleklere, ahirete inanmakla vücut bulmaktadır. İslami inanışa göre Hz. Muhammed’i resmetmek mümkün değildir” ifadelerini kullandı.
Nesin’i gerekçe yaptı
“Dinsel kökenli (mezhepsel yaklaşımlar da bu çerçevede değerlendirilebilir) ani toplumsal reaksiyonlar bize çok yabancı değildir” diyen yargıç, Malatya’daki Zirve Yayınevi katliamını, Rahip Santoro cinayetini, 1930’daki Kubilay olayını, Maraş katliamını anımsattı. Yargıç, şöyle devam etti: “Yakın geçmişte ateist olduğunu gizlemeyen yazar Aziz Nesin’in İslam dinine yönelik bazı hakaret içerikli sözler söylediğinden bahisle Sivas’ta toplu halde harekete geçen insanlar, Aziz Nesin’in kaldığı bildirilen oteli galeyana gelerek ateşe vermiştir. Olayda çok sayıda yazar, ozan ölmüştür. Nesin bu olaydan kurtulmuştur. Üstelik bu sözleri tam olarak nasıl söylediği bile belli değildir. Oysa anında bir reaksiyonla, insanlar, kendi kutsallarına yönelik hakaret yönünden toplu halde ve sonunu düşünmeden harekete geçmişlerdir.” Hiçbir hâkimin içinde yaşadığı toplumdan farklı hareket etme hakkı ve lüksü olmadığını söyleyerek, “Mahkememiz, içinde yaşanılan toplumda büyük kesimi oluşturan İslami dinsel topluluğunun inançlarına, doğrularına saygı duymakla yükümlü olup, bu realiteyi de görebilecek yeterliliktedir” dedi.
Gerekçeli kararda şöyle denildi:
“Mahkememizce sanıkların eylemlerinin, TCK 216/1. maddede yer alan ‘Halkın din bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek ve bu suretle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması’ şeklinde gerçekleştiği kabul edilmiştir. Çünkü Fransız dergisine yapılan saldırının temelinde, o derginin İslam peygamberi Hz. Muhammed’e yönelik olarak gösterdiği saygısız yaklaşımın olduğu tartışmasızdır. Bu saldırıda 10’dan fazla kişi hayatını kaybetmiştir. Bu defa, Fransız dergi kapağına Hz. Muhammed’i temsil ettiğini bildirdiği bir çizim koyarak o çizimi şöyle konuşturmuştur: ‘Hepsi affedildi – Ben Charlie’yim.’ Yani İslami kökenlilerin kendi peygamberlerine yönelik yapılan saygısız tavır nedeni ile terörist bir yaklaşım sergilemeleri, dolayısıyla inanışa göre en büyük İslam’ın yani peygamberin onları affettiği imâ edilmiştir.
Ne var ki bu saldırının da temelinde olan şey İslami inanışa göre peygamberin bir resminin dahi yayınlanmasının kabul edilemez olduğu yolundaki gerçekliktir. Gerçekten de İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed ‘in resmi hiçbir yerde yoktur. Sadece peygamberimiz değil, müşrik ileri gelenlerinin de resmi yoktur. Çünkü İslami inanışa göre iman bir gayb ve kalb meselesidir. Yani gözünüzle görmediğinize inanmak vardır. Yine inanışa göre, Müslüman olmak Yaradan’a, meleklere, ahirete inanmakla vücut bulmaktadır. Peki hangisinin resmi vardır? Diğer yandan, İslami inanışa göre Hz. Muhammed’i resmetmek mümkün değildir” denildi.
Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde din ve vicdan hürriyetinin korunduğu ifade edilen gerekçeli kararda, “İnanışa göre, Hz. Muhammed’in bilinen en güzel haliyle resmedilmesi bile kabul edilemez bir durum iken, onun karikatürünün yayınlanmış olması kesinlikle retçi bir yaklaşımla karşı karşıya kalacaktır” denilerek, yayının yapılmasından sonra ülkenin çeşitli yerlerinde protesto içerikli açıklamalar olduğuna dikkat çekildi.
“Unutulmamalıdır ki, TCK 216/1. (Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik) maddede yer alan suç, bir tehlike suçudur. Yani sonucun gerçekleşmesi zaten gerekmez. Açık ve yakın tehlike bu davada bu şekliyle gerçekleşmiştir. Zira insanlar yayından hemen sonra 81 ilin 47’sinde ve bazı illerde, birden fazla ilçede tepkilerini toplu olarak ortaya koymuşlardır. Bu durum başlı başına bir tehlikedir. Bu tehlike açıktır. Çünkü somuttur. Elle tutulur, gözle görülür eylemli bir bir araya gelme hali vardır. Bu tehlike yakındır. Çünkü eğer bu dinsel inanışa sahip olmayanların karşı bir bildirimi olsa, bu topluluklar harekete geçecektir. Onun için de tehlike açık ve yakındır. Nitekim suç, tahrik edilenlerin hareketi algılamaları anında oluşmaktadır. Burada tahrik edilenler, yani peygamberlerinin resmedilmesini kabul edemeyenler, birçok yerde harekete geçmiş, yani tahrik olmuş, toplu tepkilerini dile getirmişlerdir. İşte bu toplumsal barışı bozmaya namzet açık ve yakın bir tehlikedir. Bu durumda iken sanıkların bu çizimi yayınlamalarının barışçıl bir yaklaşım olduğu söylenemez. Bilakis, sanıkların yazılarında yer alan bu ifade biçimi zaman olarak uygunsuz ve başlı başına zaten bizatihi kışkırtıcıdır.”
“Her cezai norm uygulanacağı ülkenin değerleri ile paraleldir. Öyle de olmalıdır. Sanıkların bu yaklaşımları somut davada bir defa zamanlama açısından sorunludur. Çünkü İslam peygamberine hakaret edildiği için 7 Ocak’ta bir katliam yaşanmıştır. Sanıklar 14 Ocak’ta dergi kapağındaki Hz. Muhammed’e atfedilen çizimi yayınlamışlardır. Oysa bu ülkede dinsel kökenli (mezhepsel yaklaşımlar da bu çerçevede değerlendirilebilir) ani toplumsal reaksiyonlar bize çok yabancı değildir. Örneğin, 18 Nisan 2007’de Malatya’da Hıristiyanlık ile ilgili kitaplar yayınlayan Zirve Yayınevi’nde çalışan kişiler öldürülmüştür. Celsede de dile getirildiği gibi, Sivas olaylarına ilişkin hafıza daha tazedir. 2006’da Rahip Santoro öldürülmüştür. 1930’da Kubilay Olayı vardır. 1978 yılı Maraş olayları vardır. Yakın geçmişte ateist olduğunu gizlemeyen yazar Aziz Nesin’in İslam dinine yönelik bazı hakaret içerikli sözler söylediğinden bahisle Sivas’ta toplu halde harekete geçen insanlar, Aziz Nesin’in kaldığı bildirilen oteli galeyana gelerek ateşe vermiştir. Olayda çok sayıda yazar, ozan ölmüştür. Aziz Nesin bu olaydan kurtulmuştur. Üstelik bu sözleri tam olarak nasıl söylediği bile belli değildir. Oysa anında bir reaksiyonla insanlar kendi kutsallarına yönelik hakaret yönünden toplu halde ve sonunu düşünmeden harekete geçmişlerdir. Bunlar ve daha örneksenecek birçok olay, dinsel saikle ve din adına yapanlar tarafından iyi niyetli olarak yapıldığına inanıldığı şekli ile yaşanan olaylardır. Bunlar bile, dinsel anlamdaki tahriklerin nereye gideceğinin bilinmezliğini ortaya koymaktadır. Sonuçta, dinsel saikle hareket edenler sonuçtan çok sebebin doğruluğundan hareket etmektedir. İşte bu gerekçe ile yayınlanan çizim nedeni ile toplu hareketlerin mevcudiyeti karşısında somut bir şekilde TCK 216/1. maddedeki suçun unsurlarının oluştuğu kabul edilmiştir. Sonuçta bu davada TCK 216/1. madde uyarınca ülkede yaşayan halkın İslam dini yönünden kendilerini diğer dinlerden farklı gören kesimini alenen kullanılan Hz. Muhammed ‘e ait olduğu bildirilen çizim ile tahrik eden sanıkların bu eylemleri sonucunda, kamu güvenliği açısından, kamu barışı açısından açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkmıştır. Çünkü birçok yerde tek kişilik olmayan, birden fazla kişinin katıldığı tepki eylem ve hareketleri gerçekleşmiştir.”
“DESTEĞİN YA DA DÜŞÜNSEL PROTESTONUN YÖNTEMİ SANIKLARI ÖNCE SUÇLU DURUMA DÜŞÜRMEKTEDİR”
Sanıklara olası kast hükümlerinin uygulandığı hatırlatılan gerekçeli kararda, daha sonra şu ifadeler yer aldı:
“Sanıkların üzerine atılı suçun genel kast ile işlendiği tartışmasızdır. Sanıklar kendi beyanlarında da Fransa’da yapılan saldırıyı kınamak, terörü lanetlemek ve ölen dergi çizerleri ya da yazarları için destek olmayı hedeflemişlerdir. Bunda bir sorun yoktur. Ancak bu desteğin ya da düşünsel protestonun yöntemi, sanıkları önce suçlu duruma düşürmektedir. Çünkü 7 Ocak’ta İslam adına hareket ettiğini söyleyenler, İslam peygamberine yönelik derginin kabul edilemez buldukları saygısız çizim ve yaklaşımları için çok sayıda dergi çalışanını öldürmüştür. Fransa’da buna tepki olarak yayınlanan Charlie Hapdo dergisi bu defa derginin kapağına Hz. Muhammed’e ait olduğunu imâ ettiği bir çizim koyarak kendince bir tepki seçkisi yayınlamıştır. İşte bu saldırıdan sadece 7 gün sonra, sanıklar derginin kapağında yer alan Hz. Muhammed’de ait olduğu kabul edilen çizimi de içerecek şekilde tüm dergi kapağını görsel olarak köşe yazılarının başına koymuşlardır. Sanıklar birer köşe yazarıdır. Açıklamalarını, tepkilerini sözlerle ifade edebilecek yeterliliğe ve entelektüel birikime sahiptirler. Nitekim her iki sanığın da yazı içerikleri okunduğunda, ne söylemek istedikleri anlaşılmaktadır. Yazı ile verilmek istenen mesajı zaten vermişlerdir. Bu yazının fikirsel olarak ayrıca Charlie Hebdo kapağı ile pekiştirilmesine gerek var mıdır? Olağan bir kabul ile, aslında yoktur.
Fakat bu bir tercihtir ve sanıklar tercihlerini kapağı da koymaktan yana kullanmışlardır. Sanıkların ifade özgürlükler içerisinde dergi kapağının yayınlanması köşe yazılarında verilmek istenen mesaj için zorunlu bir parça değildir. Sanıklar o resimleri koymadan da ifade özgürlüğü çerçevesinde köşe yazılarını verebilirdi. Ve yine sanıklar eğer buna rağmen yukarıdaki mantık ile dergi kapağını koymak konusunda bir tercihte bulunuyor ise o halde onları buna iten sebebin arkasında olası kast vardır. Yani sanıklar olabilecekleri tahmin edebilecek öngörebilecek bilgi birikimine veri birikimine ve tecrübeye sahiptirler. Buna rağmen tercihlerini resimi koymaktan yana kullanmışlardır. Sanıklar muhtemel tepkiyi öngörmüş, ancak geri adım atmamışlardır. Bu ise gelecek tepkileri baştan kabullenme olduğunu gösterir. İşte bu gerekçe ile mahkememizce sanıklar yönünden olası kast hükümleri uygulanmıştır. Olası kast için oran belirlenir iken de kastın ağırlığı ve suçun niteliğine göre alt sınırdan uzaklaşıldığına göre, bununla orantılı bir değerlendirme yapılmıştır.”
“MAHKEME BİLGİ BİRİKİMİYLE DEĞERLENDİRME YAPABİLECEĞİ TAKDİR EDİLMİŞTİR”
Duruşmalarda, dosyanın bilirkişi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na gönderilmesi ve görüş alınmasının istendiği, talebin reddedilmesi üzerine bazı müştekiler tarafından hakimin reddedilmesi boyutuna gelindiği anımsatılan gerekçeli kararda, “Mahkememizce tek bir bakış açısının yer almaması amacı ile dosya bilirkişi sıfatı ile bu kuruma gönderilmemiştir. Onun bildireceği hususlar konusunda mahkememizin bir ön görüşü mevcut olup, bildirilecek hususlarda mahkememizin mevcut deliller, açıklamalar, bilgi birikimi ve toplumsal yapı özümsemesi ile zaten bir değerlendirme yapabileceği takdir edilmiştir” ifadelerine yer verildi.
“HAKİMLER SADECE HUKUKA VE VİCDANA UYGUN KARAR VERMEZLER”
“Unutulmamalıdır ki, hakimler sadece hukuka ve vicdana uygun karar vermezler. Onların temel hareket noktası, eylemin tanımlanması ve cezanın bireyselleştirilmesi aşamasında ortaya çıkan toplumsal yapı ve ihtiyaç kavramlarının içselleştirilerek doğru yere varma amacıdır. Aslında temelde hukuk da bunun için vardır. Amaç toplumsal öç alma duygusunu engellemek, toplumun suç saydığı eylemleri devletin sağladığı güç ile ve fakat toplum adına yaptırıma tabi tutmaktır. Hakimler de tam olarak bunu yaparlar. Hiçbir hakimin içinde yaşadığı toplumdan koparak farklı hareket etme hakkı ve lüksü yoktur. Bu mantıkla içinde yaşanılan toplumda İslam peygamberinin resminin görüntüsünün olmaması, bunun belli dinsel dayanaklarının mevcut olması ve Müslümanlar tarafından bunun genel kabul gören mutlak doğrulardan biri olarak hem kabul edilmesi hem de bu doğru çerçevesinde eylemli olarak yaşanıyor olması, mahkememiz tarafından dikkate alınmıştır. Mahkememiz, içinde yaşanılan toplumda büyük kesimi oluşturan İslami dinsel topluluğunun inançlarına, doğrularına saygı duymakla yükümlü olup, bu realiteyi de görebilecek yeterliliktedir. Verilen ara karar ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tek taraflı bir bakış açısı sergileyebileceği yolundaki düşüncelerden de kaçınılması gerektiği değerlendirilmiştir.”
“İNDİRİM MECBURİ DEĞİL, TAKDİRİDİR”
“İndirim mecburi değil takdiridir” denilen gerekçeli kararda, “Böylesine kitlesel hareketlere sebebiyet verecek ve tahrik olan kitlelerin kutsal saydığı bir hususta sanıkların üzgün olduklarını gösteren en önemli delil, bu üzüntünün, bu pişmanlığın uygun bir şekilde ifade edilmesidir. Ancak sanıklar tarafından bu gerçekleştirilmemiştir. Sanık Hikmet Çetinkaya her türlü teröre karşı olduğunu, kaldı ki yer verdiği çizimin Hz. Muhammed olduğuna inanmadığını söylemektedir. Sanık Ceyda Karan’ın hareket noktası ise herkesin bir diğerinin inancına ve ifade özgürlüğüne saygı duyması gerektiğidir. Dolayısıyla, kendisinin de bu ifade biçimi karşısında saygı görmeyi hak ettiğini aslında söylemektedir. Ancak bunlar temelde sanıkların yaptıkları eylem nedeni ile nedamet içinde olduklarını gösteren şeyler değildir. Bu durum, özellikle gerekçede bildirilerek sanıklar için takdiri indirim nedenleri uygulanmamıştır” denildi.