Sevgili dostlar,
Bir iktidarın inişe geçtiğinin bir seri işareti vardır:
Tabii ki en önemlisi oyların azalmasıdır. Bu, diğer dişlileri harekete geçiren ilk darbedir.
Genelde iktidar yenilgiden seçmeni suçlar. Tıpkı İstanbul’u kaybettikten sonra, “Herkesin karnını doyurduk. Yine de oy vermediler” diyen Erdoğan gibi…
Peşinden seçmene ceza kesilir. Kampanya sürecinde bekletilen zamlar, birden yağdırılır. Bu da oldu son bir ayda: Çay, şeker, motorin, elektrik, tütün, içki, doğal gaz, peşpeşe zamlandı. Bu ceza, sarsılan ekonomiyi toparlamaya yetmediği gibi tabanda tepkiyi büyüttü.
Genellikle büyüyen tepki, parti içinde çözülmeleri tetikler. Parti örgütlerinden muhalefete kaymalar olur. Partinin önemli isimleri, eleştiriye başlar. AKP, bunu da yaşıyor şu anda… Partinin ağırlıklı üç ismi, iki ayrı partinin hazırlığına girişti bile…
Sırada, –yine siyasi tarihten bildiğimiz- yeni bir aşama var:
Bürokrasinin direnci… Otoriter rejimlerde bürokrasi mecburen iktidarın safında durur. Bürokrat, imza atmadan Saray’ı yoklar, hâkim hükümetin hoşuna gitmeyecek karar vermez, yandaş medya rahatsız edici manşet atmaz. Ama bir kez iktidar tökezlemeye başladı mı, “Bunlar devrilirse bizden hesap sorulur” korkusuyla bürokrasi yavaşlar. Beklenmedik kararlar çıkmaya başlar.
Şu an, bu aşamadayız. Mesela seçim öncesi, Kürtlerin oyunu etkilemek için kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan devlet televizyonuna çıkarıldı. Seçim sonrası bu konu sorulduğunda partinin genel başkanvekili, “Bu, kurumun sorumluluğundadır” deyip çekiliverdi. Elbette bu suça sürüklenen ve sonra birden suçun üstlerine yüklendiğini fark eden TRT yöneticileri, yeni bir talep geldiğinde iki kez düşüneceklerdir. Bu, son dönemde sürpriz kararlar almaya başlayan yargıçlar, görevden alınan Merkez Bankası Başkanı, yakınmaya başlayan yandaş medya için de böyle…
Kirli bir dönemin sonunda, rüzgârın döndüğünü, fırtınanın geldiğini gören suç ortakları, muhtemel yıkımın altında kalmamak için saf değiştiriyor.
Sonbahardan itibaren bu rüzgârın daha sert esmeye başladığına tanık olacağız.