Sevgili dostlar,
George Orwell’in “1984” distopyasında, yalanları yaymakla görevli “Gerçek Bakanlığı”nın kapısında şöyle yazar:
“Savaş, barıştır.
Özgürlük köleliktir.
Cehalet güçtür.”
70 yıl önce yazılan o romandaki “Büyük Birader”, şimdi bizi, cahilliğin büyük güç olduğuna, özgürlüğün aslında kölelik getirdiğine inandırmaya çalışıyor. Ve giriştiği savaşa, “Barış Pınarı” adını takıyor.
Erdoğan’ın büyük başarısı, kendi çıkarını ülkenin çıkarı olarak gösterebilme yeteneği… Bu yeteneği sayesinde muhalefeti Suriye macerasında peşine takabildi. Oysa Suriye’de Türkiye’nin çıkarı ile Erdoğan’ın çıkarı tamamen karşıt durumda… Onun çıkarına olan şey, yani bütün dünyayı karşısına almak pahasına komşu toprağına yerleşme ve bunun rüzgârıyla despotizmini kalıcı kılma düşü, Türkiye’nin çıkarına aykırı… Ülkeyi yalnızlaştıracak, halkları birbirine kırdıracak, ekonomiyi çökertecek bir macera…
Türkiye’nin çıkarı, komşu devletler ve halklarla barış içinde birarada yaşamaktan ve içerde demokrasiyi kurmaktan geçiyor -ki bu da Erdoğan’ın savaş stratejisine uymuyor.
Dün yandaş kanallar, elde çubuk harita önünde zafer çığlıkları atarken, bu operasyonun, Trump’ın Türkiye’nin sırtına yıktığı IŞİD’i nasıl yeniden dünyanın başına bela edeceğinden, bölgede ve ülkede nasıl nefret tohumları ekeceğinden söz etmiyorlardı.
Bunun “Kıbrıs’tan beri girilen en büyük savaş olduğunu” söyleyenler de o savaşın Türkiye’ye 45 yıllık faturasından bahsetmiyordu.
Erdoğan’ın baskı rejimine karşı nihayet biraraya gelmeyi başaran demokrasi güçleri, dağılma tehlikesiyle birlikte önemli bir sınavla karşı karşıya şimdi:
Yalana karşı gerçeği, cehalete karşı bilgiyi, köleliğe karşı hürriyeti, savaşa karşı barışı savunmak zorundayız. Savaşın ilk zayiatı olan hakikati ve en büyük zayiatı olabilecek birlikteliğimizi korumak zorundayız.
Tekrarlayalım:
Bu, bizim savaşımız değil, Erdoğan’ın savaşı…
Savaşa verilen her destek, barışı biraz daha ertelerken Erdoğan’ın siyasi ömrüne ömür katacaktır.