Avrupa siyasetinin iki etkin ismi Hannes Swoboda ve Kati Piri, BirGün’e konuştu. Swoboda, başkanlık sistemine geçişin hiç de sağlıklı sonuçlar doğurmayacağını belirtirken, Piri ise hukukun üstünlüğü ilkesinin daha da zayıflayacağını vurguladı
MELTEM YILMAZ /
Türkiye bugünlerde çok kritik bir süreçten geçiyor. Biz de, bu haftaki Pazartesi Söyleşisi’nde, AB’den önemli iki isimle, Hannes Swoboda ve Kati Piri ile konuştuk. Avusturyalı siyasetçi Hannes Swoboda, 1996-2014 yılları arasında Avrupa Parlamentosu üyesi idi. Türkiye’de ise 2013 yılında, Avrupa Parlamentosu (AP) Sosyalist Grup Başkanı iken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ı Beşar Esad’a benzetmesine tepki göstererek, toplantıyı terk etmesiyle hatırlanıyor. Ancak bugün Swoboda o kadar da umutlu değil. Türk dış politikası, son yıllarda çok çelişkili ve istikrarsız bir hal aldığına dikkat çekerek, “Türkiye daha uzlaşmacı ve yapıcı bir konumda olsaydı, Suriye’deki barış çok daha önce mümkün olurdu. Ve bazı radikal İslamcı gruplarla olan örtülü ittifak, başından beri çok riskliydi ve son derece olumsuz sonuçlar doğurdu” ifadelerini kullanıyor.
Türkiye’de Başkanlık sisteminin sağlıklı olmadığına dikkat çeken Swoboda, “ABD mükemmel bir demokrasi olmasa da, bu dengeleyici güçlere sahiptir. Bugün bütün bunlar eksik ve Türk demokrasisinin bir parçası değil ve bu nedenle mevcut koşullar altında bir başkanlık sistemine geçiş, Türkiye için hiç de sağlıklı değildir” diyor.
Demokratik kontroller olmayacak
Pazartesi Söyleşisi’nin diğer konuğu Kati Piri ise Macar asıllı Hollandalı siyasetçi. 2014’ten bu yana Hollanda’yı temsilen İşçi Partisi’nin Avrupa Parlamentosu üyesi. “Bir toplumdaki demokratik kontroller zayıflatılırken, tek bir kurumun, yani cumhurbaşkanlığının elinde daha fazla güç yoğunlaştırmak, ülkedeki hukukun üstünlüğünü daha da zayıflatacaktır” diyen Piri, OHAL uzadıkça muhaliflerin sesinin kısılmasını ise şöyle yorumluyor:
“Çatışmaya barışçı ve siyasi bir çözüm bulmak isteyen ılımlı seslerin artık susturulduğunu görmek üzücü. Buna meclis üyeleri, akademisyenler, gazeteciler ve sıradan yurttaşlar da dahildir. Bu strateji yalnızca PKK gibi aşırılıkçı kesimleri daha güçlü yapacaktır.”
HANNES SWOBODA
Avrupa yoksul kesimleri önemsemeli
»Son dönemde yaptığınız açıklamalarda sık sık, Avrupa’nın değişmesi gerektiğini vurguluyorsunuz. Neden?
Hannes Swoboda (HS): Avrupa, vatandaşlara hizmet etmek ve özellikle yeni iş imkanları yaratmak ve gelir ve servetin daha eşit ve adil şekilde dağılımını sağlamak için radikal bir şekilde değişmelidir. Yeni gelenleri özellikle mültecileri önemsemek zorundayız, fakat toplumun daha yoksul kesimindeki herkesi de aynı şekilde önemsemeliyiz. Sosyal değerlere sahip bir Avrupa ciddiye alınmalı ve Avrupalı siyasetçilerin en büyük hedeflerinden biri olmalıdır.
»Siz bir dönem Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı’ydınız. Avrupa Parlamentosu’nun, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile sürdürdüğü müzakerelerin geçici olarak durdurulmasını öngören tasarıyı kabul etmesi, doğru bir adım mıdır?
HS: Parlamenterler de dahil olmak üzere pek çok kişinin, Türkiye’nin Avrupa’nın demokrasi ilkelerinden gittikçe uzaklaştığına dair endişelerini anlıyorum. Ancak, askıya almanın doğru bir mukabele olduğunu sanmıyorum. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve azınlık hakları konularındaki müzakere fasıllarını açmak çok daha iyi olacaktır. Bu, Türkiye’deki insanların çıkarına olur, ancak Türk hükümetinin “Avrupa” değerlerini kabul etmeye hazır olduğunu da gösterir.
»Türkiye’nin son yıllarda dış politikada sergilediği istikrar ya da istikrarsızlık, Avrupa’dan nasıl okunuyor?
HS: Türk dış politikası son yıllarda çok çelişkili ve istikrarsız bir hal almıştır. Rusya, İran, İsrail ve özellikle Suriye ve Esad ile olan ilişkiler çok kısa aralıklarla değişiyordu. Türkiye daha uzlaşmacı ve yapıcı bir konumda olsaydı, Suriye’deki barış çok daha önce mümkün olurdu. Ve bazı radikal İslamcı gruplarla olan örtülü ittifak, başından beri çok riskliydi ve son derece olumsuz sonuçlar doğurdu. Türkiye’nin, Suriye’deki Kürt gruplarla samimi bir diyaloğu başlatmanın da bir yolunu bulması gerekiyor. Ancak, bu gruplar da barışçıl, gerçekçi ve yapıcı bir konuma doğru yol almak zorundalar. Türk liderlerin, arkalarında Türk halkını toplamak için daima bazı yabancı günah keçilerine ihtiyaç duymaları genel olarak üzücü.
Demokrasi kuvvetler ayrılığı ile yaşar
»Bugünlerde Türkiye’nin en önemli gündem maddesi, anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi. Sizce, Türkiye bu anayasayı onayladığında neyi onaylamış olacak?
HS: Yönetim şeklini seçmek her ülkenin kendi işidir. Ancak, demokrasi “kuvvetler ayrılığı” ile yaşar, yani başkanı dahi kontrol edebilen ve güçlerini sınırlayabilen dengeleyici güçlerle. Bu, başkanlık sistemlerinin güçlü bir parlamentoya ve aynı zamanda da güçlü bölgesel yönetimlere ihtiyaç duyduğu anlamına gelir. Amerika Birleşik Devletleri’nin güçlü bir Kongresi ve doğrudan seçilmiş (!) bölge valileri vardır. ABD mükemmel bir demokrasi olmasa da, bu dengeleyici güçlere sahiptir. Bugün bütün bunlar eksik ve Türk demokrasisinin bir parçası değil ve bu nedenle mevcut koşullar altında bir başkanlık sistemine geçiş, Türkiye için hiç de sağlıklı değildir.
»Siz, Türkiye’deki Kürt sorunun barışçıl yollardan çözülmesi gerektiğini her seferinde vurguladınız. Ancak bugün pek çok HDP yöneticisi cezaevinde. Bu durum, Türkiye adına bir çelişki mi yoksa sürecin doğal bir sonucu mu?
HS: HDP, özellikle PKK olmak üzere Kürt militan gruplarıyla barış görüşmelerinde çok değerli bir muhatap olacaktır. Ve birçok liderinin tutsak olması utanç ve zarar vericidir. PKK ve daha da militan olan diğer grupların taktiklerini kabul etmiyorum. Bütün terörizm durmalı ve Kürt sorununa barışçıl bir çözüm bulunması için müzakereler başlamalıdır. Barış görüşmelerinin kesintiye uğraması ve çökmesinden dolayı çok üzgünüm. Askeri yöntemler hiçbir zaman çözüm getirmeyecektir. Bu her iki taraf için de geçerlidir.
»2013 yılında Türkiye için “dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi” ifadelerini kullanmıştınız. Peki ya bugün?
Bireysel özgürlükler, özellikle medyanın özgürlüğü demokrasinin önemli bir parçasıdır. İktidardaki kişilerin iradesi ve görüşleri, demokrasiyi garanti altına alamaz, bu ancak güçlü, sorumlu ve özgür medyayla olabilir.
KATI PIRI
OHAL kaldırılırsa durum değerlendirilir
»Türkiye bugünlerde anayasa değişikliği ile meşgul. Peki Avrupa Birliği, aday ülkelerin herhangi biri için, parlamento veya başkanlık sistemi ile ilgili herhangi bir tercih gözetir mi?
Kati Piri (KP): Hayır, Avrupa Birliği, aday ülkelerin herhangi biri için parlamento veya başkanlık sistemi ile ilgili herhangi bir tercih gözetmez. Bununla birlikte hem Türkiye’deki muhalefet partileri hem de sivil toplum, mevcut anayasa değişikliği paketinin benimsenmesinin, kuvvetler ayrılığının zayıflamasına ve parlamentonun sorumluluğunun kaldırılmasına yol açacağı yönündeki korkularını dile getirdi.
Bir toplumdaki demokratik kontroller zayıflatılırken, tek bir kurumun, yani cumhurbaşkanlığının elinde daha fazla güç yoğunlaştırmak, ülkedeki hukukun üstünlüğünü daha da zayıflatacaktır.
Öte yandan, AB ile ilişkilerde bu noktaya gelindiği için üzgünüz. Avrupa Parlamentosu, üyelik müzakerelerini her zaman çok ciddiye almıştır – son on yılda, hukukun üstünlüğü ve temel hakların ele alındığı önemli fasılların açılması için sürekli olarak çağrıda bulunduk. Fakat dürüst olalım, Türkiye şu anda açılış kriterlerini bile sağlayacak durumda değildir. Geçen üç yıl boyunca, Türkiye’de hukukun üstünlüğünün istikrarlı bir şekilde zayıfladığını gördük – ki bu süreç 15 Temmuz’daki darbe girişiminin sonrasında daha da hızlandı. Medya özgürlüğü büyük bir darbe aldı. 140 gazeteci ve on parlamento üyesi tutuklandı. Sonuçta bu durum güvenilir bir süreç olamayacağı için Avrupa Parlamentosu’nun üyelik müzakerelerinin geçici olarak askıya alınması çağrısında bulunmaktan başka bir seçeneği yoktu.
Bununla birlikte, üyelik sürecini tamamen durdurmak veya diyalogumuzu sona erdirmek için çağrıda bulunmadık. Türk hükümetine göndermek istediğimiz siyasi mesaj şuydu: eğer ciddi anlamda Avrupa Birliği’ne katılmak istiyorsa, ilerlenecek yol bu değil. Mesajın açık ve net olduğuna inanıyorum ve Türk hükümetinin demokratik reformlar yoluna geri dönmesini umuyorum. Şu anki pozisyonumuz da nihai bir sonuç değildir. Avrupa Parlamentosu, olağanüstü durum ve OHAL kaldırıldıktan hemen sonra konumunu gözden geçirmeyi taahhüt etti.
Avrupa Türkiye’ye adil davranmadı
»Peki sizce AB, Türkiye’ye her zaman adil mi davrandı?
KP: Hayır, Avrupa Birliği, katılım sürecinde birçok hata yaptı ve Türkiye’ye her zaman adil davranılmadı. Müzakerelerin başlamasıyla birlikte önde gelen bazı AB politikacıları, sürecin asla AB üyeliği ile sonuçlanmayacağını derhal belirttiler. Ayrıca, çözülmemiş Kıbrıs meselesi verimli görüşmelerin gerçekleşmesi için bir engel teşkil etti. Brüksel ve Ankara’daki teknokratlar “görüşmelerini sürdürürken hem Türkiye’deki hem de birçok AB üyesi ülkedeki kamuoyu sürece inanmayı bıraktı.
Bu güveni yeniden kazanmak ve AB-Türkiye işbirliğini yoğunlaştırmak çok önemlidir. Atatürk’ten bu yana, Türkiye yönünü Batı’ya çevirmiş bir ülkedir. NATO üyesi, Avrupa Konseyi üyesi ve AB için aday bir ülkedir. Bu, güvenlik, ticaret ve değerler anlamında Türkiye’nin diğer Batılı demokrasilere yakın durduğu anlamına gelmektedir. Türk toplumunun bu konuda radikal bir değişim istiyor olduğuna inanmıyorum.
»Türkiye özellikle son 1 yılda son derece hareketli günler geçirdi. Bu bağlamda, Türkiye’nin Suriye özelindeki dış politikasını ve ev sahipliği yaptığı mülteciler meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
KP: Suriye’deki savaş günümüzün en trajik olaylarından biridir. Bir bütün olarak uluslararası toplum, 400.000 kişinin öldürülmesini durdurmakta başarısız oldu. Suriyeli nüfusun yarısı evlerinden kaçmak zorunda kaldı. Türkiye, sınırları dahilinde 2.7 milyon mülteci barındırarak büyük bir misafirperverlik gösterdi.
Umuyorum Türkiye ile Rusya arasında görüşülen ve garanti altına alınan, devam eden düşmanlıkların durdurulmasına ilişkin son anlaşma, çatışmanın taraflarının tamamı tarafından yerine getirilecek ve tamamıyla uygulanacaktır. Önümüzdeki hafta Astana’da yapılacak toplantı, eğer tamamen kapsayıcı olursa, BM liderliğindeki Suriye içi müzakerelerin başarılı bir şekilde başlatılmasına katkıda bulunulabilir.
Gazetecilerin hapsedilmesi üzücü
Öte yandan içerde de OHAL uzadıkça muhaliflerin sesleri daha da kısılıyor.
Çatışmaya barışçı ve siyasi bir çözüm bulmak isteyen ılımlı seslerin artık susturulduğunu görmek üzücü. Buna meclis üyeleri, akademisyenler, gazeteciler ve sıradan yurttaşlar da dahildir. Bu strateji yalnızca PKK gibi aşırılıkçı kesimleri daha güçlü yapacaktır. AB terör listesinde yer alacak ve orada kalacak olan PKK, silahlarını bırakmak zorunda. Kürt sorununun askeri bir çözümü bulunmadığından, AB uzlaşma sürecinin yenilenmesini şiddetle destekliyor.
Türkiye’nin şu anda dünyada en çok gazetecinin hapsedildiği ülke olması üzücü ve talihsiz. Son yıllarda Türkiye, medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğü gibi önemli değerlerden hızlı bir şekilde uzaklaşıyor. Bir demokraside kamuoyunun iyi bilgilendirilmesi ve hükümet politikalarının kamuoyunda tartışılması önemlidir.