Türkiye’de bir güne sığmayan “günler”den birisi de “Dünya Barış Günü”dür.
Nitekim dün “Dünya Barış Günü”ydü, ama barış etkinlikleri günler öncesinden başlamıştı ve en azından önümüzdeki pazar gününe kadar da sürecek.
Bir yandan “Kürt sorunu”nun “terörle mücadele”ye indirgenmiş olması öte yandan sınırın ötesine asker göndererek Suriye bataklığına askeri olarak da batmış bir ülke olarak Türkiye bugün, barış ve barış mücadelesinin en öne çıktığı ülkelerin başında gelmektedir.
Dünya Barışı Günü’nü geride bıraktığımız ama barış talebiyle etkinliklerin sürdüğü şu günlerde Türkiye’nin barış mücadelesi ile ilgili tablosunu şöyle özetleyebiliriz:
* İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, gibi iller başta olmak üzere pek çok ilde “barış mitingleri” ve yine pek çok il, ilçe, emekçi semtlerinde ülke sathında, özgürlükler, demokrasi mücadelesinin tartışıldığı çeşitli türden etkinlikler yapılmış ve yapılmaktadır. İnsan hakları örgütleri, ilerici demokrat çevreler, emek örgütleri sendikacılar, Dünya Barış Günü vesilesiyle barış taleplerini yinelemekte; Türkiye’nin Suriye bataklığına askeri olarak da bulaşmasına karşı tutum açıklarken, Kürt sorununun demokratik çözümü için taleplerini daha yüksek sesle dillendirmektedirler.
* Önceki akşam saatlerinde DTK, HDK, KJA, DBP ve HDP eş başkanları, Kürt kurumları ve binlerce yurttaşın katılımıyla Diyarbakır’da ortak bir deklarasyonla Dünya Barış Günü arifesinde Kürt sorununun demokratik çözümünün şartı olarak öne çıkan Öcalan’ın özgürlüğü ve üstündeki “tecridin kaldırılması” konusunda taleplerini dile getirdiler. Yayımlanan deklarasyonda barış ortamının sağlanması ve PKK Lideri Öcalan’la görüşmelerin sağlanması için 5 Eylül günü başlamak üzere 50 kişinin içerisinde yer aldığı süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine gidileceği açıklandı.
* Yüz dolayında gazeteci tutukludur. Ülkenin en önemli dilcilerinden Necmiye Alpay, “terör örgütü üyesi” suçlamasıyla Dünya Barış Günü’nden bir gün önce tutuklandı. Alpay’la aynı suçlamaya maruz kalarak tutuklanan tanınmış bir yazar olan Aslı Erdoğan da Dünya Barış Günü’nü, pek çok aydın, akademisyen, yazarla birlikte cezaevinde karşıladı.
Barış talebinin böylesi yaygın daha da önemlisi böylesi yakıcı bir talep haline geldiği bir dönemde Hükümetin bu tepkileri karşılama biçimi İzmir, Kocaeli, Bursa, Urfa, Antalya, Aydın illerindeki barış mitinglerini yasaklamak oldu. Pek çok ilde ve ilçedeki barış talebiyle ilgili “basın açıklaması” türünden sıradan etkinliklerin bile sudan gerekçelerle yasaklandığı haberleri geliyor.
Şu birkaç günlük etkinlikler tablosu bile göstermektedir ki, Türkiye içeride ve dışarıda barış talebinin en yakıcı biçimde hissedildiği bir ülkedir.
Gerek Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge gerekse Türkiye’nin iç ve dış politikasının yol açtığı, kaos, çatışma ve savaş ortamı Türkiye’yi bölgenin barış mücadelesinin hedefi olduğu kadar barış mücadelesinin merkezi de yapmaktadır.
Ve yine şunu söyleyebiliriz ki Türkiye, Dünya Barış Günü’nde etkinliklerin en yaygın biçimde gündeme getirildiği ve toplumun azımsanmayacak bir kesiminin barış talebi etrafında tartışmalarda, eylem etkinliklerde yer aldığı bir ülkedir. Böyle bir ülkede egemenler, Hükümetleri, sermaye medyası ve iktidar partisi ve HDP dışındaki Meclisteki sermaye partileri, toplumun duyarlı kesimlerinin taleplerini görmezden, duymazdan gelirken, şovenizmi, milliyetçiliği, militarizmi kışkırtmada, toplumun en geri duygularını istismar etmede sınır tanımamaktadır. Dahası bu çevreler savaş araçlarını öne çıkaran bir propaganda ile sınırın ötesine giden uçakları, tankları, türlü çeşitli silah sistemlerini şehvetle alkışlamaktadırlar.
Demokrasi ve özgürlükler ve demokrasiyi savunmadan barışı, barışı savunmadan da özgürlükleri savunmanın mümkün olmadığı günümüz dünyasında ve Türkiyesi’nde Erdoğan-AKP yönetimi, özgürlükleri ve demokratik değerleri olduğu gibi barış mücadelesini, hatta barış fikrini bile “ulusal güvenlik için tehdit” görmekte, baskı altına almakta, olmazsa yasaklamaktadır!
Denebilir ki Türkiye, 12 Eylül cunta döneminden beri barış fikrinin ve mücadelesinin böylesine baskı altına alındığı, hatta yasaklandığı bir dönemden geçmemiştir.
Barışa da Türkiye’nin işçi sınıfının ve halkların bu ölçüde ihtiyaç duydukları bir dönem olmamıştır.
Barış mücadelesinin seyrini de işte bu çelişkinin karşıt güçleri arasındaki mücadele belirleyecektir.
Bu yüzden barış mücadelesi çok daha sert ve yakıcı bir mücadele olarak sürecek, onu durdurmak isteyen güçler yenilecek, barış mücadelesi kazanacaktır!