Neml Suresinin birinci bölümünde geçen 9, 10, 11’nci ayetler grubunun meali şöyledir: “ 9- Ey Musa! İyi bil ki, gerçekten 0; aziz, hakîm olan Allah benim. 10- Asanı at/Değneğini yere bırak!” Derken, onun yılan gibi hareketler yaptığını görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı ve geri dönmedi. “Ey Musa, Korkma! Muhakkak ki, Benim katımda resuller korkmazlar. 11- “Ancak kim zulmetmiş, sonra kötülüğün ardından güzellikle değişmişse, elbette Ben ona bağışlayıcı ve merhametliyim.” Bu ayetler grubu bütünlüğü bağlamında 10’nuncu ayetin metnindeki “korkma / la tehafu, korkmazlar / la yehafu” sözcükleri üzerinde durmak istiyorum.
Buradaki “Korkmak” kelimesi, gündelik hayatta kullanılan bildiğimiz bir kelimedir. Tam olarak; ölümden, ağır yara almaktan, yılandan, yıldırımdan, dayaktan, çeşitli şekillerde cezalandırılmaktan, başa gelecek türlü belalardan vs korkmaktır. Hem zihinsel hem fiziksel negatif yönde etkileyici duygu diyebileceğimiz bir algılama; korku… Hz. Musa da o zamana kadar görmediği bir şeyi gördüğünde korktu ve ne yapacağını bilemeyip arkasını dönüp kaçmaya başladı. Hz. Musa’nın davranışı, belki de aynı durum karşısında kalan bütün insanların göstereceği tepkidir. Bu sahnede Hz. Musa’nın korktuğu apaçık ortada, buna göre bir tecrübe yaşanıyor diyebiliriz. Bunu Allah’ın, “Benim katımda resuller korkmazlar” ifadesinden kolayca anlayabiliyoruz. Ayrıca buradan şunu da anlayabiliyoruz: Resuller Allah katında özel koruma altındadırlar. Yaşanan bu tecrübe ile Hz. Musa da bunu öğrenmiş oldu. Bu korkmama cesaretini, Neml suresinin hem iniş hem Mushaf sırasındaki devamı olan Kasas suresinin 31’nci ayetinden de öğreniyoruz: “… Ey Musa! Beri gel; korkma! Gerçekten sen güvenlikte olanlardasın,” mesajı, az önce söylediğimizi doğrulamaktadır.
11’nci ayette sanki Hz. Musa özeline bir gönderme yapılıyor. Buna göre Hz. Musa’ya, daha önce yaşadığı olumsuz olayın etkisinden “artık kurtulmalısın” deniliyor. Çünkü Hz. Musa ilerleyen süreçte güzellikle güzelliğe geçmiştir. Kendi pişmanlığı ve üzüntüsü bir yana Allah onu kendisine Resul olarak seçmiştir. Demek ki, Hz. Musa, tam olarak henüz korkudan kurtulamamış, bazı tedirginlikler yaşıyor. Bu nasıl bir korku? Öyle durup dururken, spontane/kendiliğinden bir şekilde ortaya çıkan bir tepki mi, yoksa kişinin sergilediği davranışlar gereği hak ettiği bir karşılık mıdır? Bir ürkme, ürperme ya da kuruntu mu?
Bu noktada “havf” kelimesi ile onunla anlamları sıkça karıştırılan “haşyet” kelimesi arasındaki farkı ortaya koymak yayarlı olacaktır. “ Havf ile Haşyet arasındaki fark: Havf, çirkinlikle ya da çirkinliği terkle ilgilidir. Hiftu Zeyden [Zeyd’den havfettim/korktum] denilir. Nitekim Yüce Allah, ‘Üstlerinden Rablerinin mehafetini [korkusunu] duyarlar’ (Nahl 16: 50) buyurmaktadır. Yine, hiftu’l maraza [hastalıktan havfettim/korktum] denilir. Nitekim Yüce Allah, ‘Hesabın kötüsünden/kötülüğünden havfederler/korkarlar’ (Rad 13: 21), buyurmaktadır.
Haşyet, ‘kötülüğün bulunduğu yerle ilgili’ dir ve kötülüğün kendisinden korkmak, haşyet diye isimlendirilmez. Bu nedenle, ‘Rablerine haşyet duyarlar, hesabın kötüsünden/kötülüğünden havf ederler” (Rad 13: 21), buyrulmaktadır.” Ebu Hilal el Askeri’nin açıklamasından kısaca şunu anladım: Havf: korku; Haşyet: duyarlılık demektir. Yani ikisi aynı anlamda olan kelimeler değildir.
Şimdi Neml Suresinden başlayarak içinde “havf” kelimesi geçen, Kur’an’daki bazı ayetlere bakıp “korku” kelimelerinin anlam ve durumlarını görmeye çalışalım:
“9- Ey Musa! İyi bil ki, gerçekten 0; aziz, hakîm olan Allah benim. 10- Asanı at/Değneğini yere bırak!” Derken, onun yılan gibi hareketler yaptığını görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı ve geri dönmedi. “Ey Musa, Korkma! Muhakkak ki, Benim katımda resuller korkmazlar. 11- “Ancak kim zulmetmiş, sonra kötülüğün ardından güzellikle değişmişse, elbette Ben ona bağışlayıcı ve merhametliyim.”
Hz. Musa, yere bıraktığı asasının yılan gibi hareketler yaptığını görünce, korktu. Burada beklenmedik fiziki bir olay meydana geldi, kim olsa korkar. Bu korku tabiatta sürekli olup duran korkulardan birisidir ve bütün canlılarda görülebilir, dolayısıyla bu o türden bir korkudur. Fakat 10’nuncu ayetin devamı ile 11’nci ayetteki ifadeler, daha derin bir mesaja işaret ediyor, sadece basit bir “korku” olayı ile yetinmiyor. Bu bağlamda iki önemli mesaj var; birincisi Allah katında resuller korkmazlar. İkincisi ise, zulmedip kötülükler işledikten sonra güzellikle güzelliğe değişmektir. Bu denklemde doğrusu şu cümle kurtarıcı bir mesajdır: “elbette Ben ona bağışlayıcı ve merhametliyim.”
“Dedik ki: “Topluca inin oradan! Sonra benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime tabi olursa, artık onlara korku yoktur; onlar üzülmezler de!” (Bakara 2: 38). Bu ayette “artık onlara korku yoktur” ifadesi bir şarta bağlanmıştır. Eğer bu şart yerine getirilirse “korku” ortadan kalkacaktır. Şart da şudur: Allah’ın hidayetine tabi olmak… Dolayısıyla bu korku için şöyle diyebiliriz: şartlı korku.
“Dikkat edin! Sizi korku, açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltmek gibi şeylerle deneriz. Sabredenleri müjdele” (Bakara 2: 155). Bu ayetteki korku, deneme (sınav/imtihan/beleve) bağlamında geçimlikler ve can üzerinden konu ediliyor. “Sabredenleri müjdele” ifadesi de, denemenin sonucunu belirliyor. Sabredebilirseniz, yani karşınıza çıkan zorlukları dirençli bir tutumla göğüsleyebilirseniz, bu sınavı geçersiniz. Dolayısıyla ahiret için de korkmanıza gerek kalmaz…
“İşte o Şeytan ancak kendi dostlarını korkutuyor. Artık onlardan korkmayın; benden korkun, eğer müminler iseniz” (Ali İmran 3: 175). Evet, yoldan çıkmış sapkınlar ancak kendileri gibi olanları korkutur. Allah’ın mümin kulları ise onlardan korkmazlar. Ayetteki “benden korkun” ifadesi, Allah’ın kendisinden değil, hak ettikleri azabından korkmalarıdır.
“İman edenlere, Yahudilere, Sabiilere ve Nasranîlere gelince; bunlardan kim Allah’a ve Ahiret Gününe inanır ve salih bir amel işlerse, artık onlara korku yoktur ve onlar üzülmezler!” (Maide 5: 69; Bakara 2: 62). Buradaki “korku” ve “üzülmeme”nin hesap günü ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Yani ayette istenen şartları dünyada yaşarken yerine getirenler, ahirette cennete girerler.
“Onlara bela olur diye Firavun ve ekibinden korktukları için, çok genç takımdan başka, kavminden hiç kimse Musa’ya inanmadı. Doğrusu Firavun Yeryüzünde elbette üstündü (baskın güçteydi). Gerçekten o, aşırı gidenlerdendir.” (Yunus 10: 83). Bu ayette de insanın, insandan korkması dile getiriliyor. Güçlünün zayıfa vereceği zarar, korku nedenidir. Bilindiği gibi bu korku türü insanlar arasında çok yaygındır. Ahlak, adalet, eşitlik, özgürlük, güven, mutluluk ve onur gibi değerler, en çok da bu korku türü ile zayıflatılır, bazen de yok edilir. Bu anlamda insanlık tarihi, Zalim (Firavun ve benzerleri)-Mazlum(Musa’nın kavmi ve benzerleri) ilişkileri sahnesinden ibarettir.
“Ümit ve korku vermek üzere size şimşeği gösteren, Yağmur Yüklü Bulutları yaratan O’dur.” (Rad 13: 12). Şimşek ve bulut, ikisi de somut, fiziki varlıklardır, ümit ve korku ise heyecanın uyandırdığı duygulardır. Bu anlamda şimşek yağmur müjdesi ile insanları sevindirir, fakat aynı şimşek şiddetli kıvılcımlarının meydana getireceği tehlikeleri de haber verir. Yağmur yüklü bulutlar da özellikleri gereği insanları hem sevindirir hem korkutur; bereketli yağmurlar ve sel felaketleri ile.
“Allah bir şehri misal verdi. Hem güven, hem huzur, hem de bolluk içinde ona her yerden kendi rızkı geliyordu. Sonra Allah’ın nimetine nankörlük ettiler. Allah da onları, özenerek yapıyor oldukları şeyler sebebiyle korku ve açlık elbisesi ile bürüdü.” (Nahl: 112). Bu ayette de “nankörlük”, (kâfirlik, gerçekleri gizleme) ve yanlış/kötü işler yapma faktörü korkuyu üretiyor. Buradaki korku da hem dünyevi hem de ahrete yöneliktir.
“Onların üstlerinden ateşten gölgeler; altlarından da gölgeler var! İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor. “Ey benim kullarım! Bana karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun!” (Zümer 39: 16). Bu ayette insanlar, tam olarak Cehennem azabı ile korkutuluyorlar. Bu da bir insan için en büyük cezadır… Ayetin sonundaki “ittika” sözü, koruyucu hekimlik gibi bir tutumdur. Yani sağlıklı iken gerekli şartları yerine getirme! İşte bu ifadenin karşılığı; insan sürekli Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile yaşamasıdır.
“ Ey kullarım! Size bugün korku yoktur; üzülmezsiniz de!” (Zuhruf 43: 68). Bu ayet de, bir önceki ayetin tersine tam olarak Cenneti müjdelemektedir. Korkunun ve üzülmenin olmayacağı müjdesi, bir insan için çok değerli bir heyecan ve anlamlı bir duygudur. Çünkü bir insan için en büyük başarı; Cenneti hak etmektir…
“Allah kendi kuluna yeterli değil midir? Seni, O’ndan başka kimselerle korkutuyorlar. Allah kimi de saptırırsa, artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur” (Zümer 39: 36). “Gerçekten “Rabbimiz Allah’tır” diyen, sonra da doğru yönde giden kimselere gelince; artık onlara korku yoktur ve onlar üzülmezler!” (Ahkâf 46: 13). Bu iki ayette şirk ve tevhid söz konusudur. Bilindiği gibi bunlar iki zıtlardır; mümin olan müşrik; müşrik olan da mümin olamaz. Böyle bir şey asla mümkün değildir. Müşrikler Allah ile yetinmiyorlar ve O’nunla birlikte başka tanrılar uydurup insanları bunlarla korkutuyorlar. Bu tutumlarının nedeni tamamen maddi çıkarlar, iktidar hırsları ve şöhret beklentileri gibi şeylerdir. “Rabbim Allah’tır” diyen hiçbir Mümin/Müslüman böyle bir şeye meyletmez, yapmaz ve o, muvahhid olarak hayatını sürdürür.