AKP’nin, Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) dokunmak için kaldırdığı dokunulmazlık zırhını “Hukuka aykırı” olmasına rağmen destek veren CHP’nin altına imza attığı düzenlemenin kurbanı olunca yollara düştü. HDP Eşbaşkanları ve milletvekilleri tutuklanırken tepkisiz kalan CHP yönetimi ve Genel Başkan Kemal Kılçdaroğlu, İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması üzerine Ankara’dan İstanbul’a başlattığı “Adalet Yürüyüşü” 12’nci gününde devam ediyor. 11 günlük yol boyunca farklı yapı ve çevre tarafından desteklenen yürüyüş, aynı zamanda ikili farklı düşüncenin çelişkisiyle sürüyor. Birincisi, CHP’nin yüklediği anlamlarla sürdürülen yürüyüş, ikincisi toplumsal muhalefetin beklentileri üzerinden dahil olduğu ve anlamlandırdığı duruş.
Ceylan, Kemal, Taybet Ana…
Başından beri takip etiğim yürüyüş, CHP ile ilgili bölümlerine bakıldığında “Adalet talebiyle yürünmesine” rağmen adalet kavramının bile kategorileştirildiği ve iki ayrı adalet anlayışının olduğunu belirtmek gerekiyor. CHP yönetimi ve yürüyüşe öncülük edenler başından beri “herkes için adalet talebiyle” yürüdüklerini belirtiyor. Bunun içinde adaletsizliğe yönelik herkese ve her kesime özel olarak vurgu yapılıyor. Örneğin, Zeytinliklerden Cerattepe’ye, KHK mağdurlarından gözaltılara, doğa, kadın, genç, inanç ve kültürlere ilişkin geniş kesimlere vurgu yapılıyor. Gezi direnişçileri, hayatını kaybedenler unutulmuyor. Genel Başkan Kılıçdaroğlu daha genel bir dil tutturuyor ama yanındakiler değişik kesimlere işaret ederek bu talepleri detaylandırıyor. Fakat CHP sözcülerinin bütün açıklamalarında özenle en büyük adaletsizliğin yaşandığı Kürt coğrafyası ve Kürtlerden uzak durması dikkatlerden kaçmıyor. Ne Roboski, ne öldürülen Kürt çocukları, ne HDP milletvekilleri, ne yakılıp yıkılan kentler, Taybet ana, Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, sırtında kurşunlanan Kemal Kurkut… hiçbiri ama hiçbiri CHP yönetiminin adalet sınırları içine girmiyor. CHP’nin yönetim kadrosunun adaletsizleri arasında Kürt hariç herkes ve her şey var. CHP’nin tavanı adeta MHP’nin yok sayma siyasetini daha inceltilmiş haliyle işliyor.
Dersimli-Tuncelili ayrışması
Dersim Katliamı’nı tarihine yazdıran CHP’nin bugünkü yürüyüşünde ağırlıklı olarak Tuncelilerin olması gözlerden kaçmıyor. Günü birlik gelip gidenlerin dışında sürekli yürüyen her 10 kişiden 6’sı istisnasız Tuncelili. Aralarında bazen kendisini “Dersimli” olarak tanımlayanlar da çıkıyor. CHP’deki Tunceli, Dersimli tanımlaması aynı zamanda ideolojik bir farklılığın göstergesi ve kendisini Dersimli olarak tanımlayanlar demokrasi mücadelesine daha duyarlı yaklaştığını vurgulamak gerekiyor. Dersimlilerin bu kadar yoğun bir şekilde yürüyüşe katılmasının iki önemli nedenli var. Birincisi “hemşehrileri” olan Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu yalnız bırakmama duygusu, ikincisi de bölge insanı olarak demokrasi mücadelesinde olan katkılarından geliyor.
Taban özeleştirel
CHP yönetiminin tam tersi tabanı ve katılanlar yürüyüşe çok farklı anlamlar yüklüyor. Şimdiye kadar onlarca farklı grup, yürüyüşe katılarak destek verdi. Çoğu Türkiye demokrasi mücadelesinde yer alan katılımcıların CHP’ye yönelik ciddi eleştirileri var. Özellikle CHP’nin dokunulmazlıklar, Yeni Kapı, Beştepe mutabakatlarındaki sorumluluğuna işaret eden söz konusu çevreler, gerçek adaletin Kürt hareketine yönelik mesafenin kaldırılmasında ve geniş bir demokrasi blokunun kurulmasından geçtiğini net sözlerle ifade ediyor. Bu çevrelere CHP’nin demokrat kanadı da dahil ve onlar daha açık özeleştirel bir tutum içerisindeler. Hatta devletçi yaklaşan kimi CHP’liler bile devletin elden gitmekte olduğunu ve bu aşamaya da Kürtlere karşı yürütülen savaşla gelindiğini dile getiriyor.
O dağlarda nasıl yürüyorlar?
Kürtlere yaklaşım yol boyu süren sohbet ve tartışmalara da konu oluyor. Örneğin yürüyüşün 8’inci günü verilen akşam molasında daha önce bölgede birçok operasyona da katılmış olan emekli bir asker, Kürtlere yönelik adaletsizliklerin gözardı edilmemesi gerektiğinin altını çiziyor. Kendisinin asker iken de adaletsizliklere karşı durduğunu ve bu yüzden askerde kendisinin “çatlak komutan” olarak tanımlandığını anlatan emekli asker, uzun uzun yaşadıklarını anlatıyor, savaşın kendisindeki travmalarını kabul ediyor ve “tek tesellim benim silahımdan çıkan kurşunla hiç kimsenin hayatını kaybetmemesi” olduğunu söylüyor. Aynı asker ile sabah kahvaltısında otururken yanımıza kendisini Dersimli olarak tanımlayan katılımcılardan biri yaklaşıyor. Belediyeler tarafından verilen bütün lojistik desteklere kurulan çadırlara, her öğün hazır edilen yemeklere rağmen yürüyüşün zorluğuna işaret ederek, düşük bir ses tonuyla, “yahu biz bir hafta da perişan olduk. Dağlarındaki o gençler (gerillaları kast ederek) 30 yıldır nasıl yürüyor?” şeklinde soru yöneltiyor. Bende hiç ikiletmeden yanımdaki emekli askere Dersimlinin sorusunu yöneltiyorum. Asker önce ikimizi süzüyor ne amaçla soruyu gündeme getirdiğimizi anlamak amacıyla ardından ekliyor: “E tabii o farklı bir yaşam. Ben bizzat tanık oldum. Ayrıca kendi inancı için mücadele edenlere düşmanım da olsa her zaman saygı duyuyorum.”
Yürüyüşteki hiyerarşi
Adalet Yürüyüşü ama her şeyin de eşitlikler üzerinde görüldüğünü söylemek gerçeğin kendisine aykırı düşer. Örneğin, kurulan çadırlarda şimdiye kadar herhangi bir milletvekili, parti yöneticisinin kalmamış olması katılımcıların dikkatinden kaçmıyor. O yüzden onlarla birlikte çadırda kalan DSP eski Genel Başkanı Zeki Sezer’i kendileriyle kurduğu yakınlık nedeniyle yüceltiyorlar. Milletvekilleri ve parti yöneticilerinin çoğu ya karavanlarda kalıyor ya da gece yakın mesafelerdeki yerleşim yerlerine giderek otellerde kalıyorlar. İşin özeti sınıf, kıdem farkı kendisini yol boyunca hissettiriyor. Üst sınıf CHP yönetimi ile alt sınıf yönetici ve tabanın yatacağı yer, yiyeceği yemeğe kadar farklılık belirgin olduğunu not edelim… (Kenan Kırkaya / dihaber)