Geleceğin doğal toplumu: Güçlü olanın zayıfı ezmediği, tahakküm ve istismarın olmadığı, insanların ortak toplumsal özgürlük alanı içinde, kendi bireysel farklılıklarını ve yeteneklerini geliştirebildiği ve özgün bireysel alanlarını koruyarak gönüllü bir hiyerarşi ile ortak iyinin iktidarına bağlandıkları adaletli, barışçıl, özgürlükçü, doğal toplumdur. Bu toplumsal biçimlenişte, toplumsallaşma alanı, özerk ve birbirini kısıtlamayan özgürlükler alanına dönüştürülmüştür. Çünkü bireyin topluma feda edilmesi yani toplumsal özgürlükler için, bireysel özgürlüklerin feda edilmesinin gerekliliği ortadan kalkmıştır.
Toplumu tekleştiren, her şeyi kendinde merkezileştiren, katı hiyerarşik yapı ve dev bürokrasi ile saldırgan militarist yapılaşma; toplumda şiddet ve korkuyu egemen kılar. Zorba iktidar, bu kaygan zemin üzerine oturur.
Özgürleşen bireylerin kendilerine has özerlik alanları veya kendi farklılıklarının doğallığını koruyup geliştirerek, kendilerini özgürce inşa edebildikleri özerk alanlar, özgün insani kişilik alanlarıdır. Her insanın kendi kararlarını özgürce alabilme hakkının korunduğu bu sağlam zeminde, Hakikat Toplumu ve Barış Yurdu (Darüsselam) inşa edilebilir.
İktidar ve özgürlük arasında amansız bir alan, nüfuz ve statü mücadelesi olduğu aşikardır. İktidar ve özgürlük, asla uzlaşmayan, bir arada olamayan ve iç içe geçmeyen kavram ve alanlar olarak düşünülmelidir. Öyle ki bir iktidarın olduğu her yerde özgürlükten, özgürlüğün olduğu her yerde bir iktidardan bahsetmenin, toplumsal zihinde anlamsız bulunması, zulümden barışa dönüşüm ve sıçrama için zorunlu bir duraktır. İktidar demek zor, şiddet ve tahakküm demektir. Özgürlüğü savunmak ise, toplumsal hayatı gerçek anlamda zora dayalı ilişkilerden azade kılmak yani iktidarsız kılmak demektir. Özgürlük için bir iktidar istemek veya iktidar aracılığı ile özgürlüğü hedeflemek zihinsel yanılgıların başlangıcıdır. Özgürlük hedefi üzerine kurgulanmış bir yapıyla, pekala iktidarın güdümüne girilebildiği ve iktidara karşı direnişlerin, iktidarın yeni biçimlerine zemin teşkil edebildiği, tarihte pek çok kez kanıtlanmıştır. Burada yeryüzündeki iktidarın, Hakk’ın/Kamunun doğal otoritesine tam devri gereklidir.
Özerkleşerek parçalara ayrılan eski merkezi iktidarın, salt otoriter bir zeminde artık gelişemediği ve bireylerin kendi öz benliklerini özgürce inşa edebildikleri, tahakkümsüz bir alan olarak iktidarsız kılınan bir “iktidar” alanı düşünüldüğünde; aslında bu sözü edilen otoritesiz iktidarın, tamamen toplumsal özgürlük alanına dönüştürülmüş olmasından bahsediliyor demektir. Bu yeni “iktidar” alanının, artık toplumun/kamunun ortak özgürlük alanı olarak, toplumsal ve bireysel denetime, şeffaflığa ve sorgulamaya tamamen açılmış olması da onun kalıcı olabilmesinin güvencesi ve kanıtı olacaktır. Burada otorite, zorba iktidardan alınarak, doğrudan ve eksiksiz olarak Hakk’a, kamuya/ortak iradeye devredilmiştir. Geçmişteki merkezi zorba iktidarın hiç bir unsurunu barındırmadığından dolayı, iktidarsız iktidar dediğimiz, tam da bu haldir.
Özgür bırakılmış rastlantıların özgünlüğü içindeki bu toplumsal evren, aynı zamanda zor ve şiddet içermeyen toplumsalın uzayı ve barış yurdudur. İktidarın sınırlayıcı baskılarından kurtulan insanlığın, yeniden bir iktidar arzulamasının önü, ancak her insanın kendine ait olan bireysel özgürlük alanında başka insanları araç olarak kullanmaması ve bu erdemli bilince ulaşabilmiş olması sayesinde mümkün olacaktır. Burada toplumsal özgürlük şiarı ile yola çıkmış birçok “izm”, bireysel özgürlük alanlarında kısıtlamalarla ayakta kalmakta yani bireysel özgürlükleri sınırlayarak iktidarını korumaktadır. Bireye kazanımlar getirmeyen ve insanların özerk ve özgün alanlarını korumayan toplumsal bir özgürleşme aslında koca bir yalan ve hayalden ibarettir. Öyleyse Hakk’ın Ehad ve Samed sıfatları, hakikat ve barışın bütünlüğü ve birliği içindedir. Bu ifadenin yaşamdaki somut anlamı şudur: Sırat-ı müstakim yolundan yani Hakk’ın doğruluk, güzellik ve iyilik yolundan ayrılmayan bir insanın, hakikati ve barışı kendi yaşamında billurlaştırması hali; onun diğer insanların hakikat anlayışlarına ve iç barışlarına asla tecavüz etmemesi gerektiğini bilince çıkarması hali ve yaşamıyla bunu açıkça somutlaştırması halidir.
Toplumsallaşmanın tarihsel başlangıcında gönüllü hiyerarşiye dayanan doğal/organik/canlı bir toplum vardı. Daha sonra zora dayalı hiyerarşinin, sınıfları ve devleti doğurduğu, iki farklı dönemi, doğal toplumla hiyerarşik/devletçi toplumu birbirine bağlayan ara halka dönemi/geçiş dönemi başlamıştır. Toplumsallaşmanın ikinci aşaması, toplumun uzlaşmaz sınıflara bölündüğü hiyerarşik-devletçi toplumsallaşma aşamasıdır. En son aşama ise, insanın kendi benliğine, fıtratına, doğaya ve topluma yabancılaşmasının bütünüyle yok edilebildiği ve tüm insanlığın özgürlük ve adaletinin ayrımsız korunabildiği, Barış ve Hakikat Toplumu aşaması olacaktır. Yalanın ve yabancılaşmanın yıkıldığı, dayanışma ve paylaşımın başat bir rol oynadığı, barışın ve hakikatin toplumsallaştığı, Barış ve Hakikat Toplumu dediğimiz en son aşamaya; hem mutlak determinist/belirlenimci hem de kendiliğindenci ve bilinemezci makaslardan/tuzaklardan uzak durularak ve başsızlığın kıskacına da düşülmeden ulaşılacaktır.
Dayanışma ve paylaşımın erdem ve asaletinin yaygınlaşması, karşılıklı tüm ilişkilerde otoriteye bakışın, gönüllülük temelinde yeniden şekillenmesi demektir. Toplumun; özgürlüğü ve adaleti bu temelde içine sindirerek, özümseyerek tamamlayabileceği bu geçiş evresi, esas olarak zihinlerin, alışkanlıkların, davranış örüntülerinin ve toplumsal bağımlılıkların dönüştürüldüğü, kültür, sanat ve bilimde özgürleşmenin sağlamlaştırıldığı ve barış toplumunun gönüllü hiyerarşisinin kurumsallaşmaya başladığı bir evre olacaktır. Toplumsallaşmanın başlangıcındaki doğal ekolojik toplumun, bugüne kadar hep bastırılmış ama varlığı tamamen yok edilememiş olan tarihsel/toplumsal kadim değerleri, daha güçlü bir şekilde canlandırılacak ve özgürlükçü barış ve hakikat toplumunun, geçmişteki anaç kökleriyle buluşması sağlanacaktır. Bu anlamda son toplumsallaşma aşamasına, topyekûn ve kaba retçi bir tutuma asla düşmeden, tarihsel sürecin gelişiminde rol oynayan bütün kurum ve aktörlerden, bütün yaratılan değerlerden olumlu olanlarını bağrına alıp işlediği ve yeniden şekillendirdiği bir ara süreçten geçilerek varılacaktır.
İktidara egemen olan güçler, daima kendi zıtları olan özgürlük güçlerinin tepkilerinden beslenip kendilerini ona göre şekillendirmişler, halkların başkaldırı ve direnişlerinden kendilerince dersler çıkarmışlardır. Düzenlerinin tamamen yıkılmaması için tavizler vermeyi, gerektiği yerde esnemeyi ve iyi hesap edilmiş kimi reformlarla, alternatifleri olan güçleri bağırlarına alıp özümsemeyi, özümseyemediklerini de zorla bertaraf etmeyi başarmışlardır.
Tarihin yürüyen asırları içinde, bütün direniş ve iktidar alternatiflerinin bir kazanda karıldığı ve aralıkları sürekli değişen ince bir iktidar eleğinden geçirilerek, alternatiflerin yeniden şekillendirilip mevzilendirildiği unutulmamalıdır. Ne Direniş, ne de İktidar donmuş kalıplara mahkûm olmamıştır. Susuz bırakılsa da kurutulamayan ve sürekli yeni filizler çıkararak tahakkümün gövdesinde yaşamayı sürdüren özgürlük çiçekleri, hayatın içinde dal budak salmaya devam etmiştir. Öyleyse merhamet ve şefkatin sarıp sarmaladığı Barış ve Hakikat Toplumuna geçiş aşaması da, başlangıçtan bugüne toplumsallaşma tarihinin topyekûn bir sentezinin şekillendiği zorlu ve hassas bir aşama olacaktır. Tarihsel tüm olguların, gelişim ve dönüşümlerinde birbirlerini tamamen yok edip bastırmadıkları aksine, birbirlerinin çelişkilerinden karşılıklı olarak sürekli beslendikleri asla unutulmamalıdır.
Tarihsel gelişim/değişim süreci, tek yönlü/tek yönelimli bir süreç değil, çok yönlü ve çok yönelimli bir süreçtir. Tarihsel süreç, iktidarların sürekli gelişerek mükemmelleştiği çizgisel bir ilerleme tarihi olmadığı gibi, adaletsizliğe başkaldıran halkların “şanlı” yenilgilerinden ibaret bir süreç de değildir. Nasıl ki egemenler ezilenlerin zaaflarından ve asil ruhlarından güç alabildilerse, ezilenler de egemenlerin kimi “olumlu” yönlerinden güç alabilme ve olumsuzluklarından ders çıkarabilme hassasiyetini kazanmalıdırlar.
Doğal toplumda, insanın doğayla ve insanın insanla kurduğu ilişki karşılıklı faydaya, karşılıklı uyuma ve barışa dayalıdır. Toplumdaki tüm bireyler, bu karşılıklı ilişkilerin incitilmemesi, bozulmaması gereken hassas bir dengeye dayalı olduğunu bilmekte ve bu dengeye inanmaktadırlar. Toplumu bir arada tutan ana bağ, bu denge ve uyumun korunması bilincidir.
Öyle ki, ilk toplumsalaşmanın zihinsel soyutlama düzeyi, aslında en doğru olan bu ilkeden başlamıştır. Doğal toplum zihniyetinde, doğanın karşılıklı ilişkiler bütünlüğü ve birliği olduğu hissedilmiş ve toplumun bekası için bu ilişkilerin süregiden doğallığı korunmuştur. Dün olduğu gibi bugün de, doğanın muazzam gücüne karşı, insanın açık güçsüzlüğü ancak karşılıklı dayanışma ve paylaşımla aşılabilir. İnsanlığı felakete sürükleyen zora dayalı hiyerarşik toplumsallaşma aşılmalı ve toplumsalın ayakta kalabilmesi için doğa ve insanlar arasındaki karşılıklı yararlılık ve uyum dayanışması yeniden kurulmalıdır. Uygarlığın geleceği, tartışmasız bir şekilde ve açıkça bu dengenin yeniden kurulmasına bağlıdır. Doğal toplumun zihniyetinden, maneviyatından, moral değerlerinden, karşılıklı yarar içeren dayanışması ve paylaşımcılığından bugünde öğrenilecek çok şey vardır. Doğal toplumda, yaşamsal ihtiyaçlar giderilirken, toplumun ihtiyaçlarından fazlasına yönelmemesi ve bu temelde ortak bir akıl oluşturabilmesi, toplumsal yaşam tarzları arasındaki en önemli ortak halkadır. Çünkü doğal ekonomi, tahakküm üreten, zora ve kar hırsına dayalı ekonomik işleyişe karşıdır. Haddi aşan aşırı üretim ve tüketimin doğal dengeyi bozacağını görüp kavramış ve yeryüzündeki eko-sistemi koruyup gözetmenin yaşamsal öneminin bilincine ulaşmıştır. Doğal ekonomi, büyük çaplı merkezi üretim yerine, özerk/bölgesel/yerel küçük ve orta ölçekli üretimi korur ve özendirir.
İlk doğal toplumda herkes yeteneklerine göre iş bölümünün bir yerinde konumlanmış ve buna en doğal iş bölümü denilmiştir. En doğal şekilde işleyen bu ekonomik süreç, toplumdaki duygusal zekânın ne kadar güçlü ve temel olması gerektiğini, duygusal zekâyı yaşatmanın toplumsal barışın doğallığı için ne kadar önemli sayılması gerektiğini, bugün de bizlere öğretmektedir. Doğal süreçlere özgü olan duygusal zekâ, zora dayalı hiyerarşinin panzehiridir. Hiyerarşinin oluşmadığı, oluşturulmadığı doğal toplumlarda çok güçlüdür. Toplumun adalet ve özgürlük eksenli dayanışma ağları, duygusal zekânın ortak aklıyla kurulur. Bugünkü toplumsal yapılanışa, duygu ötesi ya da duygusuz, hisleri dondurulmuş toplum denmesi bundandır. Umursamazlık, duyarsızlık ve bencillik zora dayalı hiyerarşik toplumlarda had safhadadır.
Bugün genetik ve iletişim bilimi sayesinde, bilgi ve iletişim toplumunda yüksek teknolojik bir gelişme yakalanmıştır. Canlı organizmalar kolonlanmakta ve hatta organik bilgisayarların ya da siber-insanların kullanılmaya başlanılacağından bahsedilmektedir. Ancak bilgi hiyerarşisinin kontrolünü elinden hiç bırakmayan ve toplumsal dayanışma ağlarına, bilgi ve araştırmalarını çıkarsız ve karşılıksız asla sunmayan bir iktidar gücü, bütün zor ve hile aygıtlarıyla, doğal yaşamı öldürmeye devam etmektedir. Elbette doğal toplumda da, nüfusu besleyebilmek için, tekniğin yetkinleşmesi ve düşünme yeteneklerinin, yaratıcılığın gelişmesi için toplumun, ortaklaşa azami bir çaba sarf etmesi devam edecektir. İlk doğal toplumda da yetenekleriyle öne çıkanlar örgütlenmiş, sahiplenilmiş ve yeni görev taksimleri yapılmıştır. Ancak doğal toplumda yetenekleri kısmen üstün olan hiç kimse; kendini, toplumsal ortak aklın ve ortak toplumsal çıkarların üstünde görmemiş, görmesine de izin verilmemiştir. Teknikle ve zanaatla uğraşanlar, yeteneklerini toplumda özel ilişkiler kurabilmek ve kendilerine toplumun üstünde bir yer ayırarak yani toplumdan ayrışarak, ayrıcalıklar yaratmak istemenin, toplumsallığın bekasına ters düşeceğine ve toplumun ortak ruhunun kirletileceğine inandıkları ya da doğallıkla inandırıldıkları için, bu yola başvurmayı uygun görmemişlerdir. Tekniğin yetkinleşmesi sayesinde, tekniği ele geçirip sömürü ve baskı üretecek mekanizmaların yaratılmasına izin verilmemiştir. Toplumun bu tarz bir hırsla, kendi ailesini ya da soyunu öne çıkararak bencilce sahiplik yaratılmasına karşı geliştirdiği savunma mekanizmaları o zaman da vardı, bugün de varlığını kısmen sürdürmektedir. En sağlıklı bir toplum olan doğal toplumda, teknik aletlerin geliştirilmesi, toplumun dayanışmasını geliştirmek ve refahını arttırmak içindir. İnsanlık hala bu temel değerleri savunmak için özgürlük direnişini sürdürmektedir.