İktidar deyince ilk aklınıza gelen kelimeleri ardı ardına yazın bakalım…
Kimileri para, servet, güç, kudret, otorite, hükmetme, sahip olma, hırs, azamet, büyüklenme, gösteriş ve ihtişam kelimelerini seçecektir. Kimileri, uzak duracaktır ondan; bir cüzzamlı ya da iflah olmaz bir çılgından uzak durur gibi. Kimileri de bütün kötülüklerin son bulabilmesi için, eskisinin özelliklerinin tamamen yok edilip, geçmiştekine hiç bir tavır ve işlevde benzemeyecek şekilde, toplumsal zihinde yeniden inşa edilmesine uygun kelimeleri bulup, zihninde çağrıştıracaktır. Dayanışma, paylaşım, özgürlük, erdemlilik, mülkiyetin otorite olmaktan çıkarılması, empati, fırsat eşitliği, etik ve moral değerlerin yüceltilmesi gibi kelimelerle yoğrulacaktır zihni.
İktidar kelimesi, insan bilincinde ne kadar derin ve farklı çağrışımlar yapıyor değil mi? Çünkü bu kelime asırlardır hayatımıza kazınmış, yapışmış ve her nefes alışımızda kendisini bize, şu ya da bu nedenle hatırlatan, çok yönlü ve çok anlamlı bir kelime.
Peki, iktidar olmak nedir? Güçlü ve kudretli olmak, rekabet içine girip, rakip gördüklerini acımasızca yok etmek midir? Yoksa gücünü, kudretini, yeteneğini ve birikimini, kendisinden güçsüz olana yardım edebilmek için seferber etmek midir?
İnsanın gerçek anlamda güçlü olması eksiklik ve zaaflarını aşmasıyla mümkün olacağına göre, neden insanlar; birbirlerinin eksikliklerini aşmak için, birbirleriyle dayanışma içine girmek değil de, bazılarının yaptığı gibi, başka insanların eksikliklerinden ve zaaflarından faydalanarak, kudretini geliştirme fırsatı yakalamanın bir meziyet olduğunu zannederler?
Güçlü olan, kendi gücünden insanlara ihtiyaçları kadar vermelidir. İnsanca ve erdemli olan yaklaşım budur. Bu yaklaşım, gerçek anlamda insanı mutlu eden; insana güçlü olduğu hissini, tam bir iç huzuruyla duyumsatan yegâne yoldur. Diğerleri geçici, aldatıcı ve bozguncu duygularla, insanı karamsarlığa ve tedirginliğe sürükleyen sapkın yollardır.
İnsanların zamanlarını, duygularını, düşüncelerini, emeklerini, hayatlarını çalmak, onları boş umutlarla aldatmak, iktidar olmanın ve bu mantıkla, kendini güçlü hissetmenin en aşağılık ve iğrenç yoludur. İktidar arcılığıyla insanları savaşlarda topyekûn öldürmekle, yavaş yavaş öldürmek arasında özde hiç bir fark yoktur. İktidar olma anlayışında; saldırgan rekabetçi, imha ve inkar tarzını temel almak, hiç bir sorunu çözmez ve insanlığın kardeşliğini geliştirmez.
Gerçek anlamda iktidar, eski manasının tamamen dışında anlaşılması gerektiğinden “iktidarsız” yaşamak anlamında, yani insanların yanılgılarının, hatalarının, eğriliklerinin, düştükleri çelişkilerin, hırs ve zaaflarının aşılması için ferah bir yol açmak, insanların birbirlerine her sorunda, sonuna kadar yardımcı olmalarını sağlamak ve bütün kötülüklerin kaynağı olan bencilce sahip olma duygusunu yok etmektir. Esas zor olan budur ve esas güçlü olmanın, insani ve barışçıl bir “iktidar” yani iktidarsız yaşam oluşturmanın kıstası da budur.
Dünyanın bir barış yurduna dönüşebilmesi için, rekabetin; dostça insanca ve fırsatları eşitleyerek yapılması ve adaletle hükmetme gücünün, eşitler arası sorumluluk bilinciyle gerçekleştirilmesi, zihin dünyamızda en elzem açılım olmaktadır.
İktidar denince akla en fazla gelen, en belirgin tavır ve tutum, bencilliktir.
“Benden sonra tufan olsa bana ne! “ Diyenler, kendi çıkarlarından başka hiç bir şey düşünmeyenlerdir. Bu duyarsız ve umursamaz bakış açısı, sadece insanlığın dertlerine yeni düğümler atmaya yarar. Bu anlayıştakiler, çevrelerindeki muhtaç çocukların sağlığıyla hiç ilgilenmedikleri halde, bütün gün hastalık tedirginlikleri içinde, yalnız kendini düşünen “Hastalık hastaları”na benzerler. Her zaman ağlarlar, hep mağdur olan onlardır ve hiç gülüp güldürmezler.
Bu yüksek-ego hastalığıdır. Bu bencillik, birçok insanın haklarının çiğnenmesi pahasına yani diğer insanların olacaklardan zarar görmesi pahasına, yalnız kendi benliğine hak verilmesini ve özellikle kendisinin önemsenmesini arzulayan, hatta kendi istekleri dışında hiç bir şeyin önemsenmesini istemeyen, histerik, yarım insanların hastalığıdır. Yoksa bir insanın, kendi ailesini ve geleceğini korumak ve yeteneklerini geliştirmek için çaba göstermesi, bununla kıyaslanamaz ve asla bencillik sayılamaz.
Bugün kapitalist barbarlığın insanlığı getirdiği doruk noktası; artık zorbalığın, iktidarlaşmanın olmadığı ve bir daha oluşamayacağı bir toplumsal yaşam biçiminin arayışıdır. Artık tam karşımızda kendisini çözüm için dayatan nur topu gibi bir sorunumuz vardır. Bütün kötülüklerin anası olan iktidarın zorbalığıyla bir daha karşılaşmamamız için, “iktidarsız” bir toplum kurabilme sorunu; “iktidarsızlık”. Doğrudan siyasal, ekonomik, erkeksi, doğa düşmanı, tahakkümcü olan her türden iktidar, artık insana ve doğaya ağır gelmektedir. İşin en güzel tarafı da şudur. Bugün insanlığın, iktidar denen bu rezil belayı iyisiyle kötüsüyle tarihin çöplüğüne atabilecek güce ve yeteneğe sahip olduğunu fark ettiği bir çağa girmiş bulunuyor. Bunun ilk adımı; zihinsel olarak kendi aklını başına almak, yani nefsine sahip çıkmak, doğruluk, dürüstlük yolundan asla ayrılmamak ve bunun toplumsal, psikolojik, kültürel şartlarını oluşturmaktır.
Burada farklı iktidar biçimlerinin kullanıldığı yöntemler aklımızı karıştırmasın. İktidar biçimlerinin bazıları gösteri demokrasisini, sandık-seçim edebiyatını kullanarak süregiden bir tiyatro oluşturmuşlardır. Perdeler sürekli açılır kapanır ama oyun ve oyuncular hep aynıdır. Toplumsal alan; sahte sivil kitle örgütleriyle, medya ve iletişim ağıyla, muazzam bir denetim ve kuşatma altındadır. En ince senaryolarla işlenen zihinsel güdümlemeler sayesinde, toplumsal yönlendirmeler planlanmakta ve insanlar, sürekli pompalanan sanal bir mutluluk âleminde yaşatılmaktadır. Ancak toplum, küresel bir benzeştirmenin içinde yaşadığının farkında bile değildir. Bu çağ, insanlığın diri diri öldürüldüğü, bencillik ve vurdumduymazlığın ayyuka çıktığı, insanların duygusal boşluğun cehenneminde yakıldığı bir barbarlık çağıdır. Fizik olarak yaşayan bir nüfus vardır ama bu nüfus sabah kalkıp, robot gibi işe giden kendisine her söylenene harfiyen uyan, iktidardan bağımsız düşünemeyen ve aslında ruhen ölü bir nüfustur. Yoksulların nüfusu hala artmaktadır ama zenginlerin nüfusu hep aynıdır. Çünkü doymak bilmez bir hırsla her şeyi sahiplenmiş olan zenginler kulübü, yani küresel finans oligarşisi; aşkı, sevgiyi ve gerçeği, kendi bencilliğinde öldürmüştür.
Bütün iktidarlar; sevginin, birleşip kardeşleşmenin, bölüşüp paylaşmanın düşmanıdır. Onun için bütün aşk efsaneleri, destanları direnen halkların bağrından çıkmıştır. Sözün kısası otoriter sahiplenme ve iktidarlaşma; toplumu çürütüp kokuşturan hastalığın tam da kendisidir. En açık sorun budur. Dünyanın oyun kurucu bir avuç zalimin elinde bir oyuncak olarak kalmasını istemeyenler, bu konuda zihinsel devrime katılmak zorundadır. Ve insanlık, “İktidarsızlık”, iktidarsız bir toplumsal yaşam hakkında, enine boyuna düşünmek zorundadır.
Elbette insanlar arasında asgari ilişkileri planlayan ve örgütleyen bir koordinasyon merkezi mutlaka gerekir ve elbette bu oluşum, geride bırakılan ceberrut ve asalak iktidardan çok uzak bir yapılanma olmalıdır. İktidarlaşmanın kirinden, pasından, çamurundan, pisliğinden uzaklaşmış ve arınmış bir yapılanma. İncitmeyen, merhamet ve şefkatin diliyle konuşan, yatay ve doğrudan, şeffaf ve sorgulanabilir bir yapılanma.
İktidarsızlaşmanın biçimleri ve tarzları üzerinde yoğun tartışmalar, son çeyrek yüzyıldan beri, direniş güçleri arasında gittikçe derinleşmektedir. İnsanlığın umudunu diri tutan da bu canlılığın sürdürülebilir olmasıdır.