Ben bazı insanları anlamıyorum
Dindar geçinir fakat katil olmak ona basit gelir.
Ben Müslüman’ım! diyor ama dindaşı olan başka bir Müslüman’ı gözünü kırpmadan öldürebiliyor. Müslüman biri, namaz kılan birini/birilerini gözünü kırpmadan tarayıp öldürebiliyor.
Bu nasıl olur?
Bu yeni bir şey değil elbette! Ezelden beri yaşanır bu durumlar.
İslam tarihi boyunca orada-burada insanlar katledildi, camilerde bile epeyce insan öldürüldü.
Sokak ortasında adamlar infaz edildi. Güpegündüz, çarşı-pazarlarda insanlar vahşice doğrandı.
Yapanlar kim? Müslüman… Ölenler kim? Gene Müslüman…
Sadece Müslümanlıkta mı böyle! Hayır, tabii ki!
Hıristiyanlık, Yahudilik, ya da diğer dinlerde de bu böyle!
Tarihte birçok hunharca, vahşice örnekleri mevcuttur.
Aynı Allah’a inanan, namaz kılan, oruç tutan insanların; “ibadet eden” kurbanlar seçmesi, onlara vahşice davranmaları; “Müslüman ahlakının”inançlı insanların büyük bir kısmında henüz kökleşmediğini gösteriyor.
Hâlbuki ahlak; tevhidin anasıdır.
Bu tip insanların, dini iyice hazmetmedikleri, anlayamadıkları bir gerçek…
Öyle ki; İnsanların tamamına yakınının Müslüman olduğu söylenen bu ülkede, yolsuzlukların, hırsızlıkların, cinayetlerin, suikastların, vahşetin nasıl yaşandığını görüyoruz.
Demek ki bizim toplumumuzda “Müslüman ahlakı”; inananların ruhuna, gönlüne, yüreğine, kalbine yani içine pek nüfuz edememiş. İşlenememiş…
Galiba biz hep şekille yetinmişiz. Dışımızdan Müslüman, içimizden acayip garaip bir tuhaf insan olmuşuz. Ne olduğumuza karar verememişiz yani!
Bana göre bir inancın, bir akidenin “ahlakına” sahip değilsen eğer, o dine de sahip değilsin demektir. Dolayısıyla din, ritüellerle (namazla, oruçla, …………..) değil, “ahlakla” başlar.
İnsan da ahlak yoksa din de yoktur. İnsanın ahlakı yoksa dini de yoktur.
Peki, bunca Müslüman’ın yüzlerce yıldan beri yaşadığı bu topraklarda İslam ahlakı neden köklenemedi?
Ya da şöyle sorayım! Hz. Âdemden beridir bu din, dindar farz edilen insanların içine neden işlenmedi, kök salmadı?
Neden gelişip büyümedi?
Herkesin kafasında kendine göre bir cevabı vardır muhakkak!
Fakat bence; dini iyi bildiğini zanneden Müslümanlar dahi, İslam’ın çıktığı zamanda ki hayat biçimlerini (o tarihin mecburi şartlarından oluşan hayat biçimlerini, örflerini, adetlerini), kendi dinlerini yaşama biçimi olarak görüyorlar ve uyguluyorlar.
Bence bir yönüyle sorun buradan kaynaklanıyor.
Ve bunu yaparken de çoğunlukla şeklen yapıyorlar, dinin asıl mesajını günümüze uyarlayamıyorlar, dinin ruhunu bu zamana aktaramıyorlar. Kendi yaşadıkları tarihlerinin yaşam şartlarına pek dikkat etmiyorlar. Dini; şu ana evrilteyemiyorlar, kendi zamanlarına uyarlayamıyorlar. Ve böylelikle ortaya şekilci bir din çıkıyor.
“İçe sinmeyen, manası olmayan, ahlaklaşmayan bir din” oluyor.
Hz. Âdem ile Hz. Muhammed arasında ve Hz. Muhammed ile bizler arasında, hızla değişen bu hayatta, yaşam biçimi olarak nasıl bir ilişki kurulacak, nasıl bir ahlaka sahip olunacak, şekilden kurtulup fiile evrilmek için sağlam ve güçlü fikirler, düşünceler, öneriler pekte geliştirilemiyor. Arada sıkı bağlar kurulamıyor.
Çoğunlukla dini; şeklen algılayıp, ruhunu zamanımıza uygun empatiletemiyoruz. Bu yüzden dünya üzerinde birçok din oluşmuş, mezhep oluşmuş, fırka oluşmuş.
Hâlbuki Allah’ın tek bir dini vardır. Âdemle ne dediyse, Musa’yla da, İsa’yla da, Muhammedle de onu söylemiştir. Sadece her çağın insanına; zamanına uygun empati (ahlaki bakış açısı) yapması gerektiği söylenmiştir.
Şimdiki çağa/zamana; böyle uygulayamadığımızdan ve uyarlayamadığımızdan inançla yaşam arasındaki bağ askıda kalarak, onu sağlam tutmamız güçleşmektedir.
Neticesinde o bağ koparak oluşan bu duruma “ahlaksızlık” çökmektedir. Ahlaksızlar da, bundan bir şekilde nemalanırlar.
Galiba bugün de bu oluyor!
Müslüman aydınlarımız, âlimlerimiz, beyin yapıcılarımız, bilginlerimiz, uzay çağı denilen bu çağda dahi halen hayatla İslam’ı bir araya getirecek, İslam’ı sokaklarda ahlakileştirecek yeni bir yorum, yeni bir bakış açısı, yeni bir anlayış ortaya koyamıyorlar.
Hatta, körkütük taklitçiler, şekilciler ve ezberciler; bu yönde çalışmaları olanları da tenkit ediyorlar, dini bozuyorlar diye yerden yere vuruyorlar, bunlar kafayı yemiş, dinden çıkmış, kâfir olmuş, sapık olmuş diyebiliyorlar.
Din; hep “geçmişe bakmak, geçmişe hayran olmak, geçmişi taklit etmek diye algılanıyor. Sorgulamaksızın, şüphe duyulmaksızın, çağına uyarlamaksızın yaşanıp, var edilmeye çalışılıyor.”
Böylelikle ortada, dinin etkileyici olması ve sahici olması diye bir şey kalmıyor.
Bir Müslüman, başka bir Müslüman’ı mescitte öldürüyor o zaman. Bir dindar öteki dindarın hakkını yiyebiliyor, canilik yapabiliyor, vahşice insan katledebiliyor böylelikle!
Hayatı doğru yorumlamak için, anlamlı yaşamak için hepimiz, “bugünü” anlamak zorundayız. Hayat bugün yaşanıyor çünkü.
Geçmişte yaşamıyoruz hiçbirimiz!