Her devirde odun yarıcın hık deyicisi olmuştur. Odun yarıcının hık deyicisi ile kastım şudur. Başkasına yardım edecek veya yüreklendirecek gücü olmadığı hâlde öyle görünüp yardakçılık eden kimse. Mustafa Akyol da bu tür yardakçı taifesinden. O kendisi bir işadamı, bir ticaret erbabı olmadığı halde ısrarl patronluğa övgüler düzüyor. O ticaretin, mülk edinmenin kapitalizm olmadığını iyi bildiği halde ısrarla kapitalizm eleştiricilerine sosyalist etiketini yapıştırıp, kapitalizmle ne kastediliyor diyip suyu bulandırmakta..
Anti-kapitalist müslüman gençlerin 1 Mayıs yürüyüşü de en çok bu hık deyici yardakçıları rahatsız etti. Israrlı bir biçimde, kapitalizmle ne kastediliyor açık değil diyerek gençleri bilinçsiz bir isyan peşinde olan yeni yetme ergen asisi kılığında sundular. Hatta “canım gençlikte olur böyle şeyler, zaten genç dediğin muhalif olmalıdır deyip gençlerin kapiatlizm karşıtlıklarını onların deneyimsizliği, toyluğu ile karşılayarak onların mesajını etkisizleştirme gayretlerine girdiler.”
Peki o zaman, o gençler adına toy olmayan ve ilerlemiş yaşına rağmen ısrarla muhalif ve asi olan biri olarak ben cevap vereyim ve patlıcanın dalkavuğu[1] gibi patron yardakçılığı ile süregelen vahşi sömürünün nasıl da suç ortağı haline geldiğinizi belirteyim.
Öncelikle şunu söyleyeyim zamanımızda gadre uğrayanların yanında değil de zulm edenlerin yani üç otuz paraya emek sömüren, insanların hayatların karartan patronların yardakçılığını yapan entellektüellerin konumu Kur’an açısından Bel’amla eşdeştir. Onlar münafık olduklarından müşrikten çok daha tehlikelidirler. Bu konuya bir başka yazıda değineceğim.
Şimdi Ülgenerden hareketle kapitalizmi hudutsuz kazanma isteği değil de, disiplinli bir çalışma ile mutavazı hayat yaşama arzusu, tutumlu olarak sermaye biriktirmeye olanak veren rejim olarak tanımlayan Akyol’un nasıl özgül bir olguyu (tıpkı Ülgener gibi) genelleştirdiğini ortaya koyalım.
Ülgener’in Weberyen Yanılgısı
Ülgener örneğine çok rastladığımız tipik bir üçüncü dünya iktisatçılardan birisidir. O tasavvuftan nefret eder. Çünkü ilerleme, modernleşme, kalkınma konusunda içi arzuyla yanan geri kalmış ülke aydını olarak Tasavvuf’un ve ahiliğin kazanma hırsından uzak, mutavazı hayatlarından rahatsız oluyordu.[2] Çözülme devri kapsamında yaptığı analizlerde Osmanlı’nın kapitalizme geçememiş olmasını tasavvuf ahlakına, özellikle de zühde bağlar. O da pek çok dönemin aydını gibi gelişme, kalkınma hırsıyla yanıp tutuşuyordu. Sıkı disiplinle çalışan işadamı ve sanaycilerin üzerinde yükselen gelişmiş bir Türkiye arzusu duyuyordu.
İşte bu nedenle Ülgener gibi kalkınma arzusu ile yanıp tutuşan aydınlar için Weber harika bir örnek oluşturmaktaydı.
Weberin temel tezi şudur. Kapitalizm varlığını çalışmayı, biriktirmeyi kendine esas edinen protestan ahlakına borçludur. Weber arizi bir durumu genelleştirmek esası ile büyük bir yanılgıya kapılmıştır. Çünkü kapitalizmin aslı astarı hiç de protestan ahlakının dayandığı disiplinli çalışmaya dayanmaz. Kapitalizmi mümkün kılan sömürgeciliktir. Coğrafi keşifler ve gemicilik teknolojisinde yaşananlar sayesinde uzak deniz ticareti olanaklı olmuş ve kapitalist şirketler doğmuştur. Bu şirketlerin kurduğu ekonomi ise talana dayanmaktadır. Çünkü bu ticaret ana vatan ile sömürgeler arasında sürmektedir. Bu şirketlerin getirdiği mallar arasında köleler de vardı. Ve devlet o şirketlere kapı aralamak için tarihin en büyük soykırımlarını oluşturmaktaydı.
Weber ne yazık ki bunların hiç birinden söz etmez. O arızi bir sosyal veriyi esas kabul ederek kapitalizmin protestanlık tarafından teşvik edilen çalışma ile mümkün olduğunu gösterir. Bu aslında kapitazlimin henüz emekleme dönemlerine, merkantilizm evresine kısmen denk düşer. Dahası Kapitalizm aslında ilkin prıtestan ülkelerde değil Venedik gib Katolik ülkelerde gelişti. Çift taraflı kayut sistemi Akdenizde mümkün oldu. Weber Kapitalizmin geç evrelerinde Almanyada oluşan yereli genelleme hatası yapmıştır ki kapitalizm tarihçileri bugün Weberi çoktan geride bıraktılar.
Akyol, aslında bu son derece zayıf bir veriye dayanarak kapitalizmi aklama çabasına girmek yerine, bu konularda epeyi bilgi birikimine sahip olan Mustafa Özel’i hiç öne çıkarmıyor. Çünkü biliyor ki büyük tarihçi Ferdinand Braudel, önemli iktisat tarihçilierinden Karl Polanyi ve Kapitalizm konusunda abide bir isim olan Werner Sombart, İngiliz tarihçi Hobsbawm gibi önemli isimler yeni nesil feminist tarihçilerden Silvia Frederici,Shelia Margaret Pelizzon ve daha saymakla bitmeyecek kapitalizm tarihçilerini öne çıkarırsa, mevcut muhafazakâr işadamlarını (müslüman kimlikli kapitalist sömürgenleri yani) anadolu sermayesini Weber çuvalına sokma çabası boşa gidecek.
Kapitalizmin serbest ticaret ve Pazar ekonomisi değil, tekelci ve devletin kanatları altında palazlanan acımasız bir talan ekonomisi olduğu, ilksel sermaye birikiminin cadı avları, heretik katliamı, köle emeği, yerli soykırımı üzerine inşaa edildiğini ve bunun günümüzde de süregeldiğini itiraf etmek zorunda kalacak.
Evet bay Akyol, o müslüman gençler kapitalizm dendiğinde bunun sömürü ve talan olduğunu, terhanelerde acı çekenlerin üzerinde yükselen bir acımasızlık düzeni olduğunu çok çok iyi biliyorlar. Sömürü kapitalizmin diğer adıdır. Kapiatlizmin tarihi kan ve göz yaşı üzerine yazıldı ve bu leke asla çıkmadı.
Bugünde Ruanda da ve başka Afrika ülkelerinde elmas şirketi De Bers’in kanlı elmasları çocuk askerlerin cesedleri ve cinayetleri ile çıkıyor, Somalide açlıktan kıvranan insanlar suud, katar, bahreyn gibi körfez ülkelerinden gelen vampirler tarafından kendi topraklarında üç otuz paraya sömürülüyor. Wal Mart’ın dünyanın çeşitli yerlerinde yol açtığı hasarlar, sömürüsü kitaplara konu olmuş durumda. Mc. Donald’sın acı çektirdiği işkence altında inlettiği sığırlar, Siminfieldin Meksikada acı çektirdiği domuzlar-ki Domuz Gribininde kaynağıdır- yani kapitalizm sadece insalara değil hayvanlara da zulmediyor. Monsanto’nun kısı ve anti biyotikli tohumları nedeni ile insanlarda antibiyotik direnci bittiği için, zatürere kaynaklı ölümler kapıda. Hasılı kelam bay akyol hangi birini sayayım. Senin bilinçli cehaletini ve demogojilerinin hangi birini ortaya dökeyim.
Şirket talanı üzerine ciltler dolusu kitap yazıldığı halde, hâlâ kapitalizm sömürü demek değildir gibi bilinçli çarpıtmalar yapmak için insanın bay Akyol kadar vicdansız bir patron yardakçısı olması gerekir.
Namazı Zekattan Ayıran Vicdansız Patron Takımı
Gelelim müslüman gençlerin anti- kapitlizmine, aslında kapitalizm üzerine bu denli çok şey okumaya bile gerek yok. Kur’an ve hadis deryasına daldığınızda İslam’ın Ülgener gibi kalkınma meraklısı üçüncü dünya aydınlarının istediği gibi çalışmayı (bununla kastım zorunlu çalışmadır) kalkınmayı, her halükârda kazanmayı teşvik eden ve sermaye birikimini kutsayan bir kitap olmadığı anlaşılır.
Evet, Kur’an helal kazancı olumlar, helal yani alın teriyle, başkalarının emeğinin üzerine oturmayan, çalıştırdığı işçisine tam hakkını veren, malını infak eden ve ihtiyacından fazlasını biriktirmeyen zenginliği olumlar.
Aslında Kuran’ın sürekli vermeye özendiren, bunu namazla birlikte anarak kulluk vazifesinin bu ikisini bir bütün sayarak, biriktirmeyen mülkü olumladığını düşünürsek İslam’a hakkı ile uyulması halinde kapitalizmin imkansızlaşacağını biliriz.
Çünkü biriktirmeyi olumsuzlayarak,ihtiyaç fazlasını dağıtarak kapitalist sermaye birikimini gerçekleştirmek olanaklı değildir. Kapitalizm kendinden önceki sömürü düzenlerinde olduğu gibi fazlaya el koyarak sermaye oluşturur. Bediüzzamanın söylediği gibi ecir devri olarak kapitalizm servet eşitsizliği yaratarak varolur. Kapitalizm bay Akyol’un dediği gibi ahlaklı olursa kâr elde edemez, fazlayı biriktirerek sermaye oluşturamaz.
Mesela ticarette kâr haddi uygulanacak olsa kapitalist başlar bağırmaya. Öyle köpeğe kemik verir gibi cimri zekatı vererek malını arındırdığını ve ahret yurdunu kazandığını düşünen zengin ziyandadır. Zekatta sahabeyi izleyerek, peygamberin Allahım bana ihtiyaç fazlası verme diyerek dua ederek, fakirlerle haşredilmeyi arzulayan peygambere uyarak israf ile cimrilik arasında orta yol tutturan, dünyadan nasibini unutmadan ahret yurdunu arayan bir anlayışla sermaye birikmez. Belamlaşmış fıkıhçıların kırkta bir zekatı ancak cimri zekatıdır, ki bu bile bugünkü servet sahipleri için önemli bir meblağ oluşturur.
Yine peygamberi ölçüde ücret verilerek rekabet edilmez. Nedir peygamberi ölçü diyene cevabım şudur; bir evi, bir bineği, evini zorlanmadan geçindirecek bir kazancı içeren ücrettir bu, yani asgari ücretin en az beş milyar olmasıdır. Oysa Akyol’un hizmetinde olduğu İTO, MÜSİAD gibi kurumlar asgari ücretin fazlalığından dert yanıp bu şekilde rekabet edemeyiz diyip sızlanıyor.
Kendilerince haklılar, sömürü olmadıkça rekabet edilmez. Küresel şirketler çok komik ücretlerle üretim yaptıkları yerlere gidiyorlar. Mesela Çin gibi ki Çin’deki koşulların içler acısı hali ortada.
Hasılı çatal dilli aydınların İslam üzerine konuşmaya, bize dinimizi öğretmeye hakları yok. Bu gençler herşeyin farkındalar, sizin gibi ucuz sermaye kalemşörlerinin de. Onlar dinlerinin emrine uyarak sömürüye, sefalete, yaratılan sefil fakirlik haline isyan ediyorlar. Allahın Mizan’ın dan doğan Adl sıfatınca adalet talep ediyorlar. Sizi de rahatsız edip gençleri hoşgörü maskesi ile horgörmenize neden olan bu. Çünkü bu gençler halkın uyanmasına neden olursa o köşelerde varolamayacaksınız.
Kapitalizm Kârûnizm değildir demişsiniz bay Akyol. Oysaki tam da o dur. Kapitalizm servet biriktirme ve bunu kıskançlıkla koruma, mülkiyetini dokunulmaz kılma ve nalıncı keseri gibi kendine yontan bir bencillik ve nefis perestlikle kibirlenerek, Allah’ı unutma ve unutturmadır. Kârun Hz. Musa’nın kendisinden zekât talep etmesi nedeni ile ona karşı komplo kurdu ve onun bedduası ile de yer tarafından yutuldu. İbni Kesir’in ve daha pek çok müffesirin yorumlarında bu vardır. İbni Kesir’in farkı şudur. O tamamı ile hadislerle Kuran’ı yorumlamıştır. Rey’e yani Akla yer vermemiştir.
Benzer görüşler İslam dünyasında en büyük tefsirlerden kabul edilen Razi’nin Tefsiri Kebir’inde de vardır. Kısacası hem kitap hem sünnet Kapitalizmin Kârûnizm olduğunu gösterdiği halde sizin gibi çatal dilliler bunu inkar etmek için bin dereden su getirmektesiniz. Bay Akyol babanız daha akıllı o sizin gibi alimlik taslamaya kalkmıyor. Size önerim gidin biraz tefsir, hadis okuyun. Kapitalizm üzerine yazılmış çok önemli klasikleri okuyun. O zaman bu cehaleti göstermez daha akıllıca demogoji yapma olanağına sahip olursunuz.
Ha sırası gelmişken Fethullah Gülen bile sizden daha insaflı- ne de olsa Bediuzzamanın izleeyicisi-o Karunizmin kapitalizm olduğunu açıkça söylemekten imtina etmiyor. Gülen hoca solcu filan değil, İhsan Eliaçık taifesi ile hiç uzlaşmaz. Ama o bile Kârûnizmin kapitalizm olduğunu söylüyorken[3] siz çok açık bir demogoji ile vicdansızlığı had safhaya vardırmaktasınız.
O yüzden Allah bu gençleri eksik etmesin, ayaklarını kaydırmasın. Allah’ın Lütfu ve Keremi Kitabın şahitliği ile konuşan bu yürekli gençlerin üzerine olsun.
*************
[1] Padişahın biri, patlıcanı çok severmiş. Ne zaman; ‘Şu patlıcan musakkaya bir türlü doyamıyorum’ dese, dalkavuğu da; ‘Aman padişahım, siz söyleyince ağzımın suyu akıyor. Akşam olsa da yesek’ dermiş. Padişah imambayıldıdan söz edecek olsa; ‘Padişahım, şu imambayıldıyı icat edenin mekanı cennet olsun, nefis bir yemek. İnsan yemeye doyamıyor’ dermiş.
Padişah; karnıyarıktan, patlıcan dolmasından, kızartmasından, kebabından, patlıcan salatasından, turşusundan ve reçelinden söz ettikçe, dalkavuk da göklere çıkarırmış…
Gel zaman git zaman, padişah patlıcandan nefret etmiş. Sofraya değil yemeği, salatası, turşusu, tatlısı, patlıcanın (P) harfinin gelmesini bile yasaklamış. ‘Şu patlıcan musakkanın neresini beğenirler de yerler, bir türlü anlamıyorum’ dediğinde, dalkavuk da padişahın sözünü tamamlamış; ‘Aman padişahım, bu musakkanın yenilmesini yasaklamak lazım…’ Padişah, bir başka gün;
‘Bu insanlara hayret ediyorum. O kadar güzel salata çeşidi varken akşam yemeğinde tutup patlıcan salatası yiyorlar… Anlamak mümkün değil!’ dediğinde, dalkavuk sözünü kesercesine atılarak eklemiş: ‘Padişahım, bu insanlarda damak zevki diye bir şey yok. En iyisi, patlıcanın yetiştirilmesini yasaklamalı… Adını bile duymaktan nefret ediyorum…’
Bu konuşmaları duyan biri dayanamamış ve padişahın olmadığı ortamda, dalkavuğa sormuş; ‘- Yahu! Sen bir zamanlar patlıcanı metheder ve adeta göklere çıkartırdın. Şimdi ise patlıcanı ve yemeklerini kötülüyorsun. Nasıl olur da bu kadar değişebilirsin hayret!..’ Dalkavuk da hemen yanıtlamış; ‘- Bana bak arkadaş… Bana bak… Ben patlıcanın değil, padişahın dalkavuğuyum. Anladın mı?…’
[2] Ne ilginçki benzeri bir tutum Ali Şeriati ve onu tekrarlayan bazı islamcılar da benzer görüşteler. Ülgenere gibi Şeriati ‘de onunb izleyicisi İslamcılar’ da İlerlemeye adeta iman etmiş durumdalar. Kalkınma ve ilerleme meselesini de sigaya çekmek farz oluyor bu durumda.
[3] http://www.fgulenkitap.com/Kitap/Prizma_3/28_karun.htm