Haddim olmayarak hatırlatmak istiyorum ki, halk/halklar savaş istemez. Savaş çığlıkları atanlar, kışkırtılmış, faşizan zihniyetin etkisine kapılmış, bilinçleri kin, nefret, düşmanlıkla bulanmış azınlık gruplardır. Liderlerin gücü ve görevi geniş halk kitlelerini bu etkilerden korumak, onlara örnek olmaktır
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kulağımıza âşina gelen tehdidi yineledi: “Bir gece ansızın gelebiliriz.” Ardından “İzmir’i unutmayın!” tehdidini duyunca, bu defa gelinecek, gidilecek, vurulacak, girilecek yerin Suriye ya da Irak olmayıp Yunanistan olduğunu anladık.
Dış siyasetin bu üslup ve bu akılla şekillendiği; savaşın, çatışmanın, kin ve nefretin siyaset yapmak sanıldığı ülkemin, aklını henüz tam yitirmemiş bir yurttaşı olarak göğsüme öyle ağır, öyle dayanılmaz bir boğuntu çöktü ki, “Durmayın lan, gidin! Gidin de kurtulalım” feryadı çıktı ağzımdan. Sonra kendimi topladım; kurtulamazdık, çünkü bir gece ansızın savaş başlatma hevesinde olanlar, 85 milyonu da peşlerinden cehenneme sürükleyecekler.
Başlığı değiştiriyorum: S.O.S! Bu son çılgınlığınız olur!
Tayyip Erdoğan’ın, mimarı olduğu çılgın projelerle övündüğü, kafasındakini gerçekleştirmek için gözükara hamlelerden kaçınmadığı, laf söz, akıl fikir dinlemeden sonu ne olursa olsun bildiğini okuduğu malum. Çılgın proje olarak lanse ettiği Kanal İstanbul bunun bir örneği. İki denizin, bütün çevrenin, ülkenin ve bölgenin ekolojik-demografik-coğrafî ve de toplumsal yapısını geri dönülmez şekilde değiştirecek, Erdoğan’ın İstanbul’un yeni fatihi olma hayali dışında getirisi olmayan, halktan da destek bulmayan bir dayatmaydı o proje. Meğer ki çılgınlık bu kadarla kalmayacakmış…
Dünyanın dengesinin bozulduğu, Doğu ve Batı blokları arasında Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğine gelindiği, global krizin derinleştiği böyle bir dönemde -ve her dönemde- “Bir gece ansızın gelebiliriz” ve “İzmir’i unutma” tehditleriyle Yunanistan’a savaş açmak en çılgın projeyi de aşan gerçek bir çılgınlık olur. İki NATO ülkesi arasında böyle bir gelişme daha başlangıçta engellense bile sadece düşünülmüş ve girişilmiş olması Türkiye’yi bugünkünden çok daha büyük bir krize yuvarlayacağı gibi, hâlâ mensubu göründüğü Batı’dan koparacak, güvenilirliği sıfırlanacak, dibe vuran ekonomi bir daha uzun süre toparlanamayacak, otokratlık mutlak diktatörlüğe dönüşecek (seçimleri falan unutun) ve ülke Putin’in iradesine teslim olacaktır. (Putin’cilerin, Avrasyacıların, faşist mihrakların memnun olacaklarından kuşkum yok.)
Ülkeyi yıkıma götürecek böyle bir “çılgın proje”nin mimarlarına da hayır getirmeyeceği, “son çılgınlık” olacağı tarihten örneklerle ortadadır. 1982’de Arjantin’in İngiltere’nin egemenliğindeki Falkland adalarını işgali ile başlayıp büyük yenilgi ve Galtieri rejiminin çökmesi ile sonuçlanan Falkland savaşının hatırlanması yeterlidir. (Yenilgi olması da gerekmez, böyle bir savaşın başlaması bile yeter)
“El deliye hasret, biz akıllıya” derdi anneannem
Saçma sapan işler yaptığımızda, anneannem “El deliye hasret, biz akıllıya” derdi. “Bir gece ansızın gelebiliriz” nakaratının ardından (bilindiği gibi, Ümit Yaşar Oğuzcan’a ait bir aşk şiirinin tekrarlanan mısrasıdır) bizimkiler peş peşe söküldüler. Toplumsal-siyasal değil psikolojik vaka sayılması gereken CHP’li Bolu Belediye Başkanı, “Yarın sabah çıkalım gidelim; ben bu yaşta kamuflaj giyip ne görev verirlerse yaparım” diye ortaya fırlamakta gecikmedi. Yeni Refah Partisi, MHP’liler, ne zaman savaştan söz edilse kefen kuşanıp meydana çıkan (ama sonra ortalarda görülmeyen) irili ufaklı provokatör gruplar; savaşı, düşmanlığı, kanı, ölümü kutsayan faşizan zihniyetin bilumum temsilcileri, partileri, sözcüleri “Tutmayın bizi!” havasına girmeye başladılar.
Bunların tümünün Yunanistan’da da benzerleri var. Onlar da bizimkiler kadar, hatta daha da beterler. Siyasetçilere gelince, Yunanistan için de anneannemin sözü geçerli; iki ülkede de akıllı siyasetçilere, akıllı iktidarlara, çılgın değil vatansever muktedirlere ihtiyaç var. Yunanistan da bizim gibi seçimlere gidiyor ve orada da liderler iktidarları için ülkelerinin geleceğini, barışı feda etmekten kaçınmıyorlar. Orada da muhalefet milliyetçilik kozunu kaptırmamak için iktidarın gemisine biniyor.
6’lı Masa partileri, bir sözünüz yok mu söyleyecek!
Hadi Kürt meselesi nazik konu; iktidarın “beka” mavrasını yutup Suriye’de, Irak’ta olanlara, sınırötesi operasyonlara, tezkerelere falan karşı çıkmadınız, ya da zaten öyle düşünüyorsunuz. Peki, “bir gece ansızın gitme”lere, İzmir’den ders almalara, Yunanistan’la savaş havasına ne diyorsunuz? Yine vatan-millet-beka diyerek binecek misiniz Erdoğan’ın kayığına? Sadece Yunanistan’a sataşmakla kalmayan ülkenin bütün bir geleceğini tehlikeye atan böyle bir niyete, tehdide, sizlere danışılmadan alınan bir karar karşı söyleyecek sözünüz yok mu? Milliyetçi seçmeni kaçırmamak için çılgınlığa ortak, ülkenin yıkımına destek mi olacaksınız? “Sorunlarımızı diyalogla, çatışmasız, savaşsız çözelim” gibi basmakalıp bir sözden bile kaçınacak mısınız?
Bir de haddim olmayarak hatırlatmak istiyorum ki, halk/halklar savaş istemez. Savaş çığlıkları atanlar, kışkırtılmış, faşizan zihniyetin etkisine kapılmış, bilinçleri kin, nefret, düşmanlıkla bulanmış azınlık gruplardır. Liderlerin gücü ve görevi geniş halk kitlelerini bu etkilerden korumak, onlara örnek olmaktır.
(Belki de haksızlık ediyorum, belki vardır bir sözünüz ama bu yazının yazıldığı saate kadar ben bir şey duymadım.)
Bugün İzmir barış sınavı verecek
Yazı 9 Eylül’e denk geldi. Bugün İzmir’in kurtuluşu ve CHP’nin kuruluş yıldönümü. İzmir’de coşkulu olacağından kuşku duymadığım kutlamalar olacak.
İzmir, Tayyip Erdoğan’ın “İzmir’ i hatırlayın” diyerek Yunanistan’a tehdidini pekiştirip somutlaştırdığı şehir. Bugün CHP, bu şehirde barış sınavına girecek. Farklı bir ton ve üslupla da olsa Yunanistan’a işgal birliklerinin (ve bu arada İzmir’deki Rum halkının) denize döküldüğünü, yani düşmanlığı, yani yenilgiyi mi hatırlatacak, ya da savaşın ardından daha on yıl geçmeden Atatürk’le Venizelos’un dostluk üzerine kurulan barışçı siyasetlerini mi? 1933’te Venizelos’u Dolmabahçe Sarayı’nda kabul eden Atatürk’ün Yunan Başbakanı’nı halka alkışlatmasını, Venizelos’un 1934’te Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesini mi? Basmakalıp sözlerle değil açık açık, “Biz Yunanistan’la düşmanlık siyasetini değil barışı, uzlaşmayı, diyaloğu öneriyoruz. Erdoğan’ın tehditlerini, savaşçı dış politikayı desteklemiyoruz diyebilecek mi? Kılıçdaroğlu’nun mesajı, “Biz de gerekeni yaparız” mı olacak, “Sorunlarımızı diyalogla, suhuletle, kırıp dökmeden, halkların kardeşliği çerçevesinde, barışı gözeterek çözeceğiz” mi olacak?
Atatürk’ün partisi olmakla övünenlerin Atatürk’ün dış politikasını hatırlamalarında yarar var.