Sevgili dostlar,
4 aydır tutuklu bulunan 6 meslektaşımız dün ağır cezada ilk duruşmalarına çıktılar, tümü de “Devlet sırlarını ele vermek” ve “MİT Kanunu’na muhalefet”le suçlandığı halde 3’ü salıverildi, 3’ü hala tutuklu…
Sık sık karşımıza çıkan bu iki suçlama, gazeteciliğin en temel misyonuyla, yani “halkı bilgilendirme” göreviyle çelişiyor.
Sadece Türk Hükümeti de değil, birçok ülkede iktidarlar, kendi kusurlarını gizlemek, illegal operasyonlarını örtbas etmek için “Çok gizli” damgasını kullanıyor. Mesela dün piyasaya çıkan kitabında, Beyaz Saray’ın eski Ulusal Güvenlik danışmanı John Bolton, Başkan’ın yetkilerini nasıl kötüye kullandığını anlatınca Trump tarafından gizli bilgileri ele vermekle suçlandı.
Erdoğan da, kendi sırlarını ele veren gazetecileri casuslukla itham ediyor. Böylece gizli servisler tarihine, aldığı bilgiyi gazetesinde yayınlayan bir casus türü ekleniyor.
Dünkü yargılamaya konu olan olayı ele alalım:
Erdoğan, 22 Şubat 2020’de o çok tartışılan, “Libya’da birkaç tane şehidimiz var” açıklamasını yapmıştı. İstihbaratçı olduğu ortaya çıkan şehitlerin isimleri sosyal medyada paylaşıldı. Devre arkadaşları, gazeteye ilan verdi. Cenazelerine MİT Müsteşarı katıldı. İyi Parti milletvekili Ümit Özdağ, nasıl şehit düştüklerini ayrıntısıyla anlattı.
Buna rağmen meslektaşlarımız, cenazede çekilen bir fotoğrafı yayınlamaktan ötürü yargılanıyor ve “MİT mensuplarını ele vermek”le suçlanıyorlar.
Hükümetin bu tür haberlerden niye bu kadar rahatsız olduğunu iyi biliyoruz: Gazeteci tutuklamalarının çoğunun ardında, hükümetin yurtdışı operasyonları var: Suriye, Irak, Libya’da yaptıkları işler bilinmesin istiyorlar. İllegal yoldan silah ve cihatçı yollasınlar, orada görevliler şehit olsun; ama bunlar yazılmasın, dünkü davada icat edilen bir tabirle “gizli şehit” olarak kalsınlar. Böylece kimse de hükümeti eleştirmesin.
Ama öyle olmuyor işte… Devletin suçunu gizleme hakkı varsa, gazetecinin de halkı bilgilendirme sorumluluğu var. Bu ikisinin çeliştiği yerde, her gerçek gazeteci, kalemini halktan yana yontar.