Allah merkezli bir dil kullanan Kur’an’da Allâh/ilâh/rab kelimeleri geçen her yerde yaratıcı mı kastediliyor diye sormak her araştırmacı zihnin temel sorgusudur. İlgili makale karşımıza çıkan bu problemi çözmek için Kur’an’da bir yolculuğa çıkan aklın ulaştığı menzillerdir.
- YARATAN ALLÂH
a) وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ [1] Ayetinde tüm varlık türlerini yaratan bir Tanrı’nın olduğu belirtilir. Ayette varlığın yaratılma amacının varlığa verilen tüm özelliklerin kendini göstermesine imkân tanımak, varlığa yaratılışa uygun davranış fırsatı vermek olduğu anlatılır. Ancak geleneksel dincilik ibadet kelimesini nusûk ile karıştırarak ibadeti namaz, oruç, hac ve kurban zannetmektedir. İbadet, varlığın doğuştan getirdiği yetenek ve nitelikleri ortaya çıkarması veya varlığın yaratılışına uygun davranışlar sergilemesidir.
b) اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثًاۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ [2] Ayetindeki rab, yaratıcı Tanrı’dır. Allah kelimesi burada diğer yerlerden farklı kullanılıyor. Tüm evrensel işleyiş yasalarının var edicisi olarak bir Tanrı olduğu belirtiliyor.
c) اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ [3] Ayetine göre Allah diye tanıtılan varlık her şeyin yaratıcısı, tüm yasaların yasa koyucusu, evrensel akışın başlatıcısı ve işleticisidir. Çünkü yaratma bir süreçtir, olmakta olandır, olmuş bitmiş bir durum değildir, olmaya devam edendir. Şu anda bile yaratılma sürmektedir. Her doğum ve ölüm, mevsim geçişleri, alyuvar ve akyuvar oluşumları yaratma ve yeniden yaratma süreçlerinin yansımalarıdır.
d) وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ [4] Ayetlerinde Allah doğmayan, doğurmayan ve doğurtmayan; evren ve doğada birbiriyle çatışan ve birbiriyle egemenlik savaşı yürüten mitolojik tanrıcıklardan biri olmayan, ikincisi ve ikizi bulunmayan bir varlık olarak tanıtılır. Bu ayetler kendine Tanrı rolü biçen siyasal egemenlere, İsa ve benzeri kişilere tanrılık veren anlayışlara yüksek perdeden itirazdır. Yani bir kimsenin Tanrı olması için o kimsenin sahip olması gereken koşullar belirtilmektedir.
e) اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ [5] Ayetlerinde yaratıcı Allah’ın sahip olması gereken nitelikleri bir kez daha dile getirilir. Besin kaynakları, yaşam kanunları elinde olana rab Bu nedenle firavunlar rablık iddiasından vazgeçmediler ve Mekke’nin efendileri rab sözcüğünden oldukça rahatsız oldular. Fatiha’da Tanrı’nın tüm evrendeki yaşam kanunlarını üreten bir yasa koyucu olduğu belirtilir. Bu arada Tanrı’nın dosdoğru yola ulaştırmasının mucize/keramet gösterileri biçiminde olmayacağını aşağıdaki bölümde anlatacağım.
- YARATAN ALLÂH’IN DAVRANIŞI
وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْو۪يلً [6] Ayeti geleneksel dindarlığın dilinde görmezden gelinir. Tanrı merkezli anlatımda “Allah her şeyi yapar.” diyerek Tanrı’nın yaratma ve yürütme yasası demek olan sünnetullah’ın dikkate alınmayacağını söylemek Kur’an’ı anlamamanın bir diğer biçimidir.
وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلً [7] Ayeti evren ve yeryüzündeki tüm iş ve işlemlerin bir yasa çerçevesinde yürüdüğünü ve bu yasaya dayalı sürecin hiçbir biçimde değiştirilmediğini söylemektedir. Yani varoluş ve yok oluş, galibiyet ve mağlubiyet kuralları, başarı ve başarısızlık sonuçları, isyan ve itaat yansımaları, barış ve savaş gerçeklikleri evrensel, sosyolojik ve psikolojik yasalara bağlıdır. Evrende her şey sebep-sonuç çerçevesinde determinist[8] bir olguyla gerçekleşir.
فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًاۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَحْو۪يلًا [9] Ayeti siyasal, sosyal, ekonomik, psikolojik ve ekolojik yasaların değişmeyeceğini, buna göre hareket edilmesi gerektiğini söylemektedir. Peki bu tip ayetleri açıklayan Hz. Muhammed bu ayetlerin dışında hareket etmiş olabilir mi? Hz. Muhammed akıl, tedbir, strateji, istihbarat, yaklaşım siyaseti, barış ve savaş taktiklerini hiç elden bırakmış olabilir mi? Hz. Muhammed her işi mucizeyle yapan bir sihirbaz görünümüne hiç düşer mi?
سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۚ [10] Ayeti Allah’ın kendi yasalarını hiçbir biçimde değiştirmeyeceğini, mucize benzeri olağanüstülük anlatımlarının Kur’anla çeliştiğini bir kez daha dikkate sunmaktadır. Allah hiçbir peygamber için bile olsa yasalarını değiştirmemiştir.
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يُر۪يدُ [11] Ayeti size mucize gönderiyoruz ve hala inanmıyorsunuz demiyor. Âyâtin beyyinât denilerek beyan eden ayetler, açıklayan kanıt ve işaretler öne çıkarılıyor. Kur’an aklın işletilmesi, Hz. Muhammed’in doğruluğu, vicdan ve adaletin hayata egemen olması konusunda ikna yöntemi olarak Yahudi ve Hıristiyan doğmaları olan mucizeyi değil açıklayan, açıklayıcı olan, anlaşılmasında sorun olmayan kanıt ve işaretleri dikkate almak gerektiğini hatırlatıyor. Öncelikle Kur’an’ın kendisi baştan sona beyyinât[12] ayetleridir; bu sebeple “Al takke ver külah, kaybol, yallah!”, hokus pokus, asanın taşlardan su çıkarması ve denizi yarması, Peygamber’in parmaklarından sular akması, Ay’ın ikiye bölünmesi, Dünya’nın seyrini durdurması, ağaçların selam vermesi, kurdun kuşun ve çalının konuşması gibi aktarımlar sünnetullah ile ilgisi olmayan aktarımlardır. Kur’an’daki sembolik dil ve sünnetullah gerçekliği dikkate alınmalıdır. Bu konuda pratikten örnekler de verebiliriz:
Mekke’nin yönetim binası olan Dâru’n-Nedve’de Peygamber’i öldürme kararı alınır. Bu kararı Peygamber’in büyük halası Rukayka bintü Sayfi bin Haşim duyar ve Hz. Muhammed’e bildirir. Hz. Muhammed de amcaoğlu Ali’yi yerine bırakarak bulunduğu evden kaçar.[13] Ancak bu gerçekçi rivayet ortada olmasına rağmen Taberi ve İbn-i Hişam hem haberin hem de nasıl davranılması gerektiğinin Cebrail tarafından Peygambere söylendiğini aktarır. Böylece sünnetullaha göre hareket eden bir peygamber değil, korunan ve bilgilendirilen bir peygamber profili ortaya konur. Böylece hayali peygamber gerçekçi peygamberin önüne geçer. Bu olayda düşmanların hapsetme, sürgün etme ve öldürme kararları üzerinde tartıştıkları, ancak bu sırada Allah’ın da onlara tuzak kurduğunu belirten ayeti[14] öne sürenler olayın muhakkak Allah tarafından Peygambere Cebrail aracılığıyla bildirildiğini iddia ederek sünnetullahın tasfiye edildiğini söylemeye çalışırlar. Hâlbuki Enfal suresi Medineli bir suredir. Ancak onun 30-36. ayetlerinin Mekkeli olduğunu söylemek rivayeti haklı çıkarma derdinin bir sonucudur. Oysaki ayetler eskiden olmuş bir durumu Tanrı merkezli bir dille hatırlatmaktadır. Ayrıca rivayete bu kadar önem verenler İbn-i Sa’d’ın aktardığım rivayetini görmezden gelmişlerdir.
Hz. Muhammed, Hayber’de yemeğine zehir konulması üzerine ağzına aldığı ilk lokmada zehri fark ederek lokmayı tükürür. Ancak bu olayda Peygamber’e Cebrail’in yemeğin zehirli olduğunu söylediği öylesine saçma biçimde aktarılır ki Peygamber lokmayı almadan önce değil de lokmayı ağzında çiğnerken uyarı gelir.[15] Dâru’n-Nedve olayında konuyu önceden bildiren Cebrail burada geç kalıyor. Cebrail önceden haber verseydi lokmayı yutan Bişr bin Bera ölmezdi. Bu olayda Bişr’in hayatını önemsemeyen, ancak Peygamber’e de sonradan bilgi veren bir Cebrail tipi ortaya çıkarılmaktadır. Eğer Peygamber ölmediyse bunun nedeni onun zehri fark edip lokmayı tükürmesidir. Bişr’in acelesi ve Peygamber’in dikkati iki farklı sonuç doğurmuştur.
İbn-i Hişam[16] ile Vâkıdî[17] Yahudi Nadir oğulları’nın suikast plânının Peygamber’e Cebrail tarafından bildirildiğini aktarır. Hâlbuki Beyhâkî’nin Delâilu’n-Nübüvve’sinde[18] ve Ebû Davut’ta[19] kocası bir Yahudi olan Medineli Müslüman bir kadının suikastı Peygamber’e bildirildiği aktarılır. Ancak vâizler ve hadisçiler bu rivayetleri mümkün mertebe gündeme getirmezler. Çünkü efsanevî bir dille mitolojik bir peygamber anlatmak her zaman kitleleri uyutmada etkili yöntemdir.
وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ [20] Ayeti geleneksel dindarlığın tezimize karşı öne çıkardığı bir ayettir. Bu ayet eğer Tanrı’nın Peygamber’i her türlü tehlikeden koruma garantisi anlamı taşısaydı Peygamber sözleşme yapacağı kabileler aramaz, Hendek arkasına gizlenmez, Uhut’ta dağa çekilmek yerine düşman saflarına saldırarak onu Allah’ın nasıl koruduğunu tüm müşriklere ispatlar, Taif dönüşünde bir Mekkelinin korumasında şehre girmez, Hudeybiye’de beklemek ve başkalarını göndermek yerine Mekke’ye kendi gider ve böylece imanlıların artmasını sağlardı. Hele hele asla zırh giymez, kılıç kuşanmaz, dişini kırdırmaz, eşine iftira atılmasına izin vermez, göç zahmeti çekmez, Mekke’den kaçmak zorunda kalmazdı. Allah sadece Hz. Muhammed’i değil, tüm barış, eşitlik ve adalet önderlerini korur. Ancak bir şartla: Sünnetullaha uymak kaydıyla. Çünkü evren ve doğada korunma ve kollanma bir strateji meselesidir; yöntemleri vardır. Akıl, vicdan, sağduyu ve şûrâ kişinin korunma yollarını gösterir. “Çoğul Özneler” bölümünde anlatılacağı üzere burada Hz. Muhammed’i insanlardan koruyan onun etrafında etten kale olan akraba ve dostlarıdır. Hz. Muhammed, tek başına yakalansaydı muhakkak öldürülürdü.
- ALLÂH İLE KASTEDİLEN KİM?
a) Allah şöyle buyurur: “Ey Âdemoğlu! Hasta oldum, ama beni ziyaret etmedin! Âdemoğlu şöyle der: Ya Rabb! Sen âlemlerin rabbi olduğun halde sana nasıl hasta ziyareti yapabilirim? Allah şöyle buyurur: Falanca kulum hasta olmuştu, sen hasta ziyaretine gitmemiştin! Onu ziyaret etseydin, beni ziyaret etmiş gibi olacaktın!
Allah şöyle buyurur: Ey Âdemoğlu, senden yiyecek istedim, fakat sen yiyecek vermedin! Âdemoğlu şöyle der: Ya Rabb! Sen âlemlerin rabbi olduğun halde sana nasıl yiyecek veririm? Allah şöyle buyurur: Falanca kulum senden yiyecek istemişti, sen ona yiyecek vermemiştin! Ona yiyecek verseydin, bana yemek vermiş gibi olacaktın!
Allah şöyle buyurur: Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, bana su getirmedin! Âdemoğlu şöyle der: Ya Rabb! Sen âlemlerin rabbi olduğun halde sana nasıl su veririm? Allah şöyle buyurur: Falanca kulum senden su istemişti, sen ona su vermemiştin! Ona su verseydin, bana su vermiş gibi olacaktın.”[21]
Yukarıdaki hadis Allah geçen her yerde yaratıcı Tanrı’yı anlamanın yanlış olduğunu, kelimeyi bağlamına göre anlamlandırmanın gerektiğini gösteren ilginç bir örnektir. Hadiste Allah hasta, aç ve susuz kimseleri anlatan bir sözcüğe dönüşüyor. Bu hadis Ebu Hureyre gibi çok güvenilmez biri tarafından aktarılmış olsa da aktarılan sözler Arap dil ve kültür çevresiyle ilgili bir gerçekliği de yansıtır.[22]
b) فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ [23] Ayetinde savaş sahnesi anlatılır. Ancak savaşta ok atan Peygamber olduğu gibi düşmanla savaşan Tanrı değil sahabe denilen Peygamber arkadaşlarıydı. Allah savaşın hiçbir aşamasında düşmanla savaşmadı. Zaten Allah savaşsaydı ve Allah ok atsaydı düşmanın izi bile kalmazdı. Bu ayette Tanrı’nın savaşma ve ok atma gücünü insanlara veren yönü öne çıkarılıyor. Yoksa Tanrı Peygamber tarafında yer almış, zırhını kuşanmış, okları ve yayını eline almış biri değildi. Şu halde ok atan ve savaşan Allah kelimesinin neyi kastettiği bilinerek tercüme yapılmalıdır.
c) “Ey İsrail oğulları! Size verilen nimetimi şöyle bir hatırlayın. Bana verdiğiniz sözde durursanız ben de sözümü yerine getiririm. Toplumun öfkesini çekmekten sakının. Elinizdeki kitabın doğrularını onaylayan tanrısal bilgi ve habere güvenin. Onun gerçekliğine karşı gözünü yumanların önderleri olmayın. Delil ve işaretlerimi kalıcılığı olmayan çıkarlar için pazarlık konusu yapmayın. Sadece toplumsal bilinçle donanın. Saf gerçeği yamuklukla pisletmeyin,[24] gerçeği bilerek saklamayın.”[25] ayetlerinde Tanrı’nın ontolojik varlığı gündemdedir. Ancak Yahudiler Tanrı ile karşı karşıya oturup anlaşma yapmadılar. Burada Yahudilerle anlaşma yapan Musa olduğuna göre Allah ile kastedilen Musa’dır. Çünkü İsrail oğulları Musa’yı gördüler ve Musa’ya söz verdiler.
d) “Fark eden ile farkında olmayan, bilinç sahibi ile bilinçsiz[26] olan eşit olur mu?[27] Tanrısal değerlere güven duyup da güveninin gereği olarak iyilik, doğruluk ve güzellik için çalışan biri işi gücü kötülük yapmak olanla aynı mıdır? Bu konularda düşünenleriniz ne kadar da azınlıkta! O diriliş, direniş ve ayağa kalkış saati hiç kuşkusuz gelecek; ama insanların çoğunda böylesi bir günün geleceğine dair hiçbir umudu yok. Besleyen, büyüten ve donanımlar veren Tanrı’nız ‘Toplumdan isteyin ki toplum yanıt versin. Büyüklenme duygunuz, tanrılık iddianız topluma karşı iş ve eylem üretmekten sizi alıkoymasın. Burnu havada yaşayıp toplumla yardımlaşma içine girmeyenler onurunu kaybetmiş olarak ateş çemberine düşerler.’ der.”[28] ayetlerinde “Çağırın ki cevap vereyim.” biçiminde yapılan çeviri maksadı doğru anlatmamaktadır. Çünkü bir çiftçi “Allah’ım, bu yıl bol buğday ver!” deyip Tanrı’yı yardımına çağırsa ve bir tohum serpmese buğday alamaz. Çiftçinin Tanrı’dan yardımı toprak, su, tarlayı sürme, ekin biçme gibi işlemlere bağlıdır. Çiftçi için besleyen, ürün veren Tanrı toprak, su/yağmur ve kardır. Yani biz içindeki varlıklardır.
e) “Sevgi ve acıması hem özünde olan hem de varlıklara yansıyan Tanrı’nın adıyla. Karşılığı ödenemeyecek bir teşekküre layık olan, tüm varlıkları besleyip büyüten ve donatan Tanrı’dır. Tanrı sevgi ve merhameti yalnızca kendinde tutmaz, varlıklara da yansıtır. Hesabın görüleceği gün halk söz sahibi olacaktır. Bu nedenle sadece insanlarla yardımlaşır ve yalnızca halkın hizmetinde bulunuruz. Dürüst ve doğru yolda toplumla birlikte yürürüz. Bu yol yolundan sapmış ve öfkeyi üzerine çekmiş olanların yolu değildir.”[29] ayetlerine baktığımızda اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ [30] ayetiyle karşılaşırız. Arabası bozulan “Allah’ım arabamı tamir et.” demez, arabasını tamirciye götürür. Hasta olan “Allah’ım şifa ver.” dese de çareyi doktor, ilaç ve ameliyatta Şehir içinde veya şehirlerarası bir yolculuğa çıkan kimse gidiş-geliş yardımını bir araç, tren, otobüs ve uçaktan bekler. Lastiği patlayan biri yol yardımını Allah’tan değil, yardım şirketinden veya lastikçiden bekler. Hakkı çiğnenen biri hakkını almak için hâkim, savcı, avukat ve destekçilerinden yardım bekler. Yani Allah’tan kasıt bu ayetlerde insanlar, halk ve araçlardır. İşte bu nedenle “Sadece sana ibadet ederiz.” demek yalnızca toplum için iş ve eylem üretiriz, egoist olmayız, paylaşımcılık gereği faaliyetlerde bulunuruz demektir.
f) يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين [31] Ayetinde toplum Allah kelimesiyle anlatılır. Ayetin görünen anlamına baktığımızda Tanrı karşımızda duruyor da ona ganimet mi vermemiz gerekiyor? Böyle bir şey söz konusu olabilir mi? Peygambere ganimet verebiliriz ama Tanrı’ya ganimeti nasıl verebiliriz? Üstelik ganimet savaşanlara verilir. Tanrı savaştı mı ki ganimet istesin. Daha garibi sonsuz Tanrı’nın sonlu demir, bakır, kumaş ve kâğıtlarla ne işi olabilir? Öyleyse Allah ile kastedilen kamu, halk ve toplumdur. Hatta onlar adına ortak kullanılan beytü’l-maldır.[32]
g) اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ [33] Ayetine göre hiçbir mekânla sınırlandırılamayan Tanrı’nın ev edindiği ve insanların da bu evi temiz tutması gerektiği vurgulanıyor. Kur’an’da Allah Ka’be için evim kelimesini kullanmıştır. Tanrı, adresi belli bir mekânda ikamet etmeyeceğine ve Kâbe’de yaşamayacağına göre evin ona ait olması bu evin mülkiyetinin kimseye ait olmayacağını, herkesin ortak ve eşit kullanımında bir yer olduğunu kastetmiş olur. Burada Allah ile herkes, kamu ve toplumun kastedildiği görülmektedir.
h) وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًاۜ [34] Ayetinde geçen egrizu’l-lâhe ifadesi[35] “Tanrı’ya borç verin.” demektir. Tanrı zora düşmüş ve darda kalmış bir esnaf mı ki ona borç vererek onu dardan kurtaracağız. Burada Allah kelimesi doğrudan doğruya halk, insanlar, borçlular anlamlarına gelir. Hatta borç verirken asla onur kırıcı olmayan, ödeme konusunda töleranslı davranan, ödeme sıkıntısı varsa hiçbir karşılık beklemeden veren biri olma[36] söz konusudur. Zaten bağlam Allah kelimesiyle kastedilenin insanlar olduğunu gösterir.
i) “İsrail oğullarıyla bir zamanlar ‘Kimseye gönüllü kölelik yapmayın; anne-babaya bol bol ikramlarda bulunun; yetim, miskin ve garibe iyilik yapın; diliniz tatlı olsun, dayanışmayı ayağa kaldırın[37] ve parasal fazlalıklarınızı topluma vererek mali kirlerden temizlenin.’[38] diye sözleşmiştik. Ancak bu sözleşmeye çok azınız sadık kalmıştı. Bu halinizle çok dönek bir halksınız. Dahası ‘Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi ortak yurdunuzdan çıkarmayın.’ diye de sözleşmiştik. Siz de bunu dillendirmiştiniz. Hala bu sözün gerçekliğini ve geçerliliğini biliyorsunuz.”[39] ayetlerinde Yahudi toplumuna gelen on emirden bahsediliyor ve dayanışma ile ekonomik dengeleme çağrıları on emrin içinde olduğu gösteriliyor. Dolayısıyla Musa ile Muhammed’in aynı çağrıları kendi dilleriyle yaptıkları vurgulanıyor. Tanrı Yahudileri karşısına alarak sözleşme imzalamamıştır, eğer böyle bir metin olsaydı Tanrı’nın imzası Yahudilerde olmalıydı. Hâlbuki sözleşme Musa ile halkı arasındaki yazılı törelerdir, yani Tevrat’tır. Bu durumda Allah ile kastedilen Musa’dır.
ı) وَجَٓاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّاۚ [40] Ayetlerinde zalimlerin devriliş ve ezilenlerin ayağa kalkış sahnesi anlatılır. Bu ayet “Rabbin geldi.”[41] denilerek Tanrı’nın somut bir varlıkmış gibi anlatımı söz konusu olmuştur. İşte bu ifadede bağlam da dikkate alındığında kastedilen Tanrı değildir, halktır. Çünkü gelen ontolojik Tanrı değil, sosyolojik Tanrı olan kamudur. Çünkü kamu hem herkes hem de hiç kimsedir. Yani toplum tüm bireyleri içermesiyle kimsenin ayrı tutulmadığı bir bütünlüktür. Yaratıcı Tanrı da herkesi kapsayan ve hiç kimseyi ayırmadan eşitleyen varlıktır. Bu nedenle نَاقَةُ اللّٰهِ [42] gibi ifadeler kamunun ortak mülkiyetini kasteder. Yukarıdaki ayetlerde geçen Tanrı’nın gelmesi aynı zamanda toplumsal değer yargılarının gündeme gelmesi anlamını taşıdığını اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ [43] biçimindeki ayetle daha da netleştiririz. Bu bağlamda genel bir değerlendirmeye gittiğimizde kıyamet, despot egemenlere karşı toplumsal değerlerin ayağa kaldırıldığı, onların burnunun sürtüldüğü ve ezilenlerin zalimleri ateş çemberine soktuğu ortam olarak kastedilir. Kur’an, kıyameti tasvir ederken اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا [44] diyerek emrin gelmesi anını yürekleri yakan, iktidarları yıkan ve etrafı kaosla kaplayan bir ortamı kasteder. Esasında söylemek istediğim şey burada gelen emir, vicdandan fışkıran adalet, eşitlik, özgürlük, sevgi, kardeşlik çığlıklarının göklere yükselen feryatları nedeniyle zihin ve duygularda oluşan bakış açısı ve ideolojidir. Yani Tanrı veya onun emrinden kastedilen bunlardır.
k)اَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِنْ بَيْتِكَ [45] Bu ayetin klasik dilinde Bedir Savaşı’na katılım için Hz. Peygamber’in Allah tarafından evinden/Mekke’den dışarı çıkarıldığı anlatılır. Hâlbuki Peygamber ve sahabeler Mekke kervanını ele geçirmek için kendi kararlarıyla yola düşmüşlerdir. Burada Peygamber’i evinden çıkaran, baskın ve savaşa götüren Peygamber ile sahabenin aldığı karardır. Yani işin özneleri Peygamber ve arkadaşlarıdır. Allah ile kastedilen sahabe topluluğudur. Sahabeleri de bu işe sevkeden kamu vicdanıdır, kamuoyudur.
l) بَيْنَ النَّاسِۚ اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُۜ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا [46] Uhut Savaşı’nda Müslümanlar yenilince “Kimse kötü günlere mahkûm olmadığı gibi iyi günlere de sonsuza dek sahip olmaz.” mesajı bu ayetle verilmiştir. Ancak kullanılan dilde “Tanrı’nın yenilgi ve zafer kararı verdiği ve insanların da buna göre sonuçlar yaşadığı” anlamı vardır. Hâlbuki strateji, askeri taktik ve silah, coğrafi konum, savaş kurnazlığı, istihbarat gücüyle bir ordu zafer kazanır veya hezimete uğrar.
İlgili ayetin devamının وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَ [47] biçiminde olmasından hareket ettiğimizde “Tanrı kendi değerleri için toplumda model olabilecek, örneklik ortaya koyabilecek ve rol gösterebilecek kimselerin ortaya çıkması amacıyla sırasıyla galibiyet ve yenilgiler ortaya çıkarıyor.” anlamına ulaşırız. Bu ayette Allah diye geçen kelimede kastedilen taktik, strateji, istihbarat, mühimmât gibi tüm savaş donanımı türleridir. Yoksa tüm çabalara rağmen insanın hezimeti Tanrı’nın kararıysa bu Tanrı’ya Kur’an’ın Allah’ı değil Yunan’ın Zeus’u denir. Bu nedenle ayetler doğru anlaşılmalıdır. Burada galiplerin galibiyet sarhoşluğu nedeniyle zamanla tedbiri elden bırakması, mağlupların da bir an önce galip olma hırsıyla dolup ezilmekten kurtulmak için askeri, siyasi, hukuki ve stratejik alanlarda güçlenmesi ile düzenin bozulması ve yeni bir dünyanın kurulması sözkonusudur. Ayrıca her şeyi bilen ve gördüğü kabul edilen Tanrı’nın rol modelleri seçebilmek için birilerinin birbirini öldürmesine, birilerinin ötekileri köleleştirmesine, başkalarının diğerlerinin mülkiyetine çökmesine, insanların karşılıklı biçimde kanlarını dökmesine gerek var mı?
m) مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا [48] Ayetindeki Allah geçinmek için insanlardan borç alan, sonra da borcunu ödeyen biri midir? O halde Allah ile kastedilen varlıklar borca ihtiyacı olan borçlu veya yoksul
- ÇOĞUL ÖZNELER
a) وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ [49] Ayetinde göğün yaratılması ve genişletilmesi çoğul biçimde anlatılıyor. Şimdiki bilgilerimize göre büyük patlamayla başlayan evrenin oluşumu belli yaratılış ve evrimsel yasalara göre gerçekleşmiştir. Burada evrim ve oluşum yasaları yaratıcı rolü içinde katılıyor. وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ [50] Ayeti yeryüzünün sıvı bir maddeden kabuk bağlayıp güzel bir biçim alması sürecini anlatırken bu süreçte yer alan hava, su, atmosfer, toprak, çiçek, böcek , dağ, dere gibi her şey ve oluşum yasası yaratıcılar içine dahil edilmektedir. Göğü yaratan ve yeri harika biçimde döşeyen şeyler Allah kapsamı içine katılmış, böylece Allah kelimesi geçen yerde sadece yaratan Tanrı’yı düşünmemek gereği belirtilmiştir.
b) وَاَنْزَلَ الَّذ۪ينَ ظَاهَرُوهُمْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ صَيَاص۪يهِمْ وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ [51] ayetinde “Allah kalelerden indirdi.” ve “Allah korku saldı.” biçimindeki üsluba baktığımızda gördüğümüz gerçekliğin farklı olduğunu anlarız. Kureyza oğulları Yahudilerini kalelerinden sahabeler indirdi ve sahabe ordusunun dik duruşu ve savaş yeteneği korkuttu. Dolayısıyla Allah ile kastedilen sahabeler/Müslüman Araplar/insanlardır.
c) وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ [52] Ayetinde Âdem ile eşinin cennette oturmasını Âdem’e diyenler var. Kur’an, Âdemle konuşanların olduğunu belirtiyor. Kimdir bunlar? Hemen melekler diye cevaplamak yanlıştır. ملك yazımı meleke, melik, mülk, melek biçimlerinde okunur. Hâlbuki Mezopotamya’nın melek kültürü yerine meleke biçiminde okunması doğru okumadır.[53] Kur’an’da yeryüzü, dağlar, gökler kişileştirilir ve konuşturulur.[54] Allah’ın meleklerle konuşması diye yapılan çeviride de melekelerin kişileştirilerek konuşturulması üslubu vardır.[55] O zaman Allah kelimesi geçen yerlerde bir ezber etkisiyle derhal yaratıcı Tanrı diye çeviri yapmak hazır bulunuş ve önyargıya dayalı bir tercüme olur.
d) فَبَرَّاَهُ اللّٰهُ [56] Ayetinde Musânın beraat etmesi dile getirilir. Musa’yı suçsuz bulan, ona atılan iftirayı kaldıran bir insan topluluğu, mahkeme görevlisi, makam sahipleri vardır. Bu durumda Tanrı ile Musa’yı beraat ettirenler aynı anda ve bir bütünlük içinde kastediliyor. Demek ki Allah geçen yerlerde insan ve insana ait olanlar da dikkate alınmalıdır.
e) وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۜ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ [57] Ayetinde inanmayanlara ayetleri açıklayanlar kimlerdir? Zaten doğrudan Tanrı açıklasaydı onlar “Allah bizimle niye konuşmuyor?” diye bir soru sormazlardı. Peki o zaman ayetleri açıklayan Peygamber olduğuna göre Allah ile kastedilenlerden biri Muhammed’dir.
f) اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۙ [58] Ayetinde Hz. Muhammed’i gönderen çoğul bir kişilik vardır. Peygamber’i birden çok kişi görevlendiriyor. Bunlardan birincisi Tanrı ise diğerleri kimlerdir? Gerçekte tüm haberciler[59] ve elçiler toplumsal düzenin bozulmuş olması, zengin-yoksul sınıflaşması, ezen-ezilen çatışmasının yaşanması durumlarında gidişatın kötüye doğru olduğunu söyleyerek korkutan; siyasal ve ekonomik sistemin değiştirilmesi halinde güzel günlerin geleceğini dillendirerek topluma ve egemenlere müjdeler veren kimselerdir. Ayrıca bu konuda elini taşın altına koyup sistemi değiştirmek, egemenlerin yönetimini devirmek için çaba ortaya koyanlardır. İşte tüm peygamberleri olduğu gibi Hz. Muhammed’i de korkutma ve müjdeleme göreviyle harekete geçiren arayışlar adalet, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, acıma, sevgi, haksızlığa başkaldırı, paylaşma ve dayanışma gibi duyguların toplandığı vicdanıydı. Çünkü vicdan siparişle alınmaz, ideolojiyle öğrenilmez, din ile kazanılmaz, toplumdan miras kalmaz; vicdan insanın içinde yaratılıştan gelen iyiliğe sahip çıkma, kötülüğe karşı durma merkezidir. Vicdan sevgi, acıma ve adaletin toplaşıp tek renge dönüştüğü duygu merkezidir. Vicdanı ölmemiş kimseler isyan, başkaldırı, eleştiri, hareket içinde olur. İyilik için çabalar, kötülüğe karşı meydan okur. Bunun için ne göklerden bir mesaj ne yerden bir çağrı almaya ihtiyacı vardır. Mehmet Akif, bu meseleyi şöyle dillendirir:
Gökten inmez bir de hiç bir şey bütün yerden taşar,
Kendi ahlâkıyla bir millet ölür yahut yaşar.
Yukarıdaki mısralar toplumda susturulmuş vicdanlara elçilik yapan ve vicdanlardan haberler veren peygamberlerin gerçekliğini dillendirir. Hz. Muhammed’i Mekke ve Medine toplumuna müjdeci ve korkutucu olarak gönderen Muhammed’in sağduyusu, aklı ve vicdanıdır. Allah ile kastedilen de bunlardır.
h) اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ [60] Ayetine göre kitabı verenler birden çoktur. Peygamberlerin kitaplarında eski toplumlardan Hammurabi yasaları ve Zerdüşt ritüellerine kadar parçalar bulunur. Bu durumda Musa, İsa ve Muhammed’e kitap verenler hem yaşadıkları devrin hem de eski zamanların kültür aktaran tüm bileşenleridir. Bu bileşenler kitaplar, anlatılar ve anlatanlardır.
i) وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۚ [61] Ayetinde İbrahim’i dünyada seçenler veya İbrahim’e doğruluk, sağduyulu ve vicdanlı olmanın seçkin elçiliği kimler tarafından uygun görüldü? Yaratıcı Tanrı tek olduğuna göre buradaki Allah kamuoyu, sağduyu ve vicdandır. Çünkü Nemrut toplumunda böylesi bir seçmece durum açıktan olamazdı; olsa olsa İbrahim’in çıkışları ancak vicdanlar/vicdan sahipleri tarafından seçkin bir konuma oturtulabilirdi. Yoksa Tanrı göklerden seslenerek İbrahim’i halk arasında seçkinleştirmedi.
ı) اِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ [62] Ayetinde ölçü içinde yaratanlar kimlerdir? Evren, Dünya, insan ve varlıkların oluşumlarında muhteşem bir matematiksel ölçü, kimyasal denge ve geometrik uyum sözkonusudur. Oluşun gerçekleşmesinde varoluş yasalarının işlediğini görmekteyiz. Varlıkta görülen işletim sistemi burada yaratıcı rol içinde yer almıştır. Yani Allah sözcüğünün kapsamı içine evrende geçerli olan değiştirici ve dönüştürücü etkisi olan yasalar dâhil edilmiştir.
k)وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ [63] Ayeti Tanrı’nın Peygamber’i tehlikelerden koruma garantisi değildir. Hasan Basrî, Peygamber’in bu ayet nedeniyle cesaretle dolduğunu aktarır. Çünkü zorda ve darda kalan, yardım ve dayanışma görmeyen birine “Yürü, bu millet seninle; Durma, arkanda biz varız. Korkma, sonuna kadar seninleyiz.” biçimindeki sözler cesaret, atılım ruhu kazandırır. Bunun böyle olduğunu daha önce yeri geldiği için vurgulamıştım. Ayrıca Hz. Muhammed’i Mekke’de Haşim oğulları, Medine’de sahabe korunmuştur. Burada Allah ile kastedilen Mekkeli ve Medineli sahabelerdir, yaratıcı Tanrı değildir.
l)وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْو۪يلً [64] Ayetinde sünnetimiz (سُنَّتِنَا) denilerek yaratıcı güçler tümden bir arada kullanılıyor. Evren, doğa, bitki, hayvan ve insan yaşamında tüm boyutlarıyla varlığın devamını sağalayan yasalar, kuvvet türleri, ölçü ve oranlar, denge kuralları yaratıcı özne olarak gösteriliyor.
m) وَاِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَاَنْجَيْنَاكُمْ وَاَغْرَقْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ [65] Ayetine göre doğal olaylar ve doğal güçler Tanrısal eylemlerin içinde yer almıştır. Musa’nın İsrail oğullarını alarak denizi geçmesini düşündüğümüzde denizin yarılması gel-git olayıyla gerçekleşmiş bir durumdur. İsrail oğulları ve onlara katılmış diğer ezilenler Mısır’dan kaçarken halkı yönlendiren Musa’ydı. Firavunun boğulması olayı da denizin yükselmesiyle gerçekleşmiştir. Burada denizi yaran gel-git olayı, halkı kurtaran Musa ve onun stratejik davranışları ile yoldaşları tüm paydaşlardır. Yani Allah ile kastedilen bunlardır.
SONUÇ
Kur’an’da Allah yaratıcı Tanrı olarak belirtilmesi dışında bağlamına ve sünnetullaha göre farklı anlamları da kasteder. Örneğin Allah’ın hakkı, insan haklarıdır; Allah’a şirk, kulları erişilmez ve eleştirilmez otorite saymadır. Allah’ın devesi, devlet malı ve kamu mülkiyetidir. Allah’ın belası, toplum düzeninin bozulması, etrafın kaosla kaplanmasıdır. Allah’a şükür, toplumda herkesin birbirine teşekkür edeceği dengeli bir sosyo-ekonomik düzen kurmadır. Allah’a isyan; adil, eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı, kardeşçi toplum değerlerini görmezden gelip tam tersi uygulamaları yapmadır. Allah’ın elçisi, vicdanda yer bulan insani beklentileri hatırlatan, insancıl isyanların ateşini yakandır. Allah’ı inkâr, vicdandan patlayan ve tüm insanların beklentisi olan gerçekleri gizlemektir.
MEAL VE LÜGAT KAYNAKÇASI
- Abdülcelil BİLGİN, Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşerî’nin Keşşâf’ı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2008
- Ahmet TEKİN, Lügatli Tefsirî Meal, Kelam Yayınları, 8. Baskı, İstanbul, 2010
- Ebû Hayyan el-Endülüsî, Tuhfetu’l-Erîb bimâ fi’l-Qurâni mine’l-Ğarîb (Kur’an Lügati), İşaret Yayınları, İstanbul, 2019
- Ebû Hilâl el-Askerî, El Furûq fi’l-Luğa, İşaret Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2017
- Edip YÜKSEL, Mesaj Kur’an Çevirisi, Ozan Yayıncılık, 14. Baskı, İstanbul, 2016
- Elmalılı Hamdi YAZIR, Kur’an-ı Kerim ve Meali, sabah Gazetesi’nin Hediyesi, İstanbul, 2013
- Hakkı YILMAZ, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar,
- Kitabı Mukaddes, Tevrat Zebur ve İncil, Ohan Matbacılık, İstanbul, 1997
- Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, 2. Baskı, Ankara, 1993
- Mehmet OKUYAN, Kur’an Sözlüğü, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2019
- Mevlût Sarı, el-Mevârîd, İpek Yayınları, İstanbul, 1982
- Muhammed ESED, Kur’an Mesajı, İşaret Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2009
- Muhammed HAMİDULLAH, Aziz Kur’an, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000
- Mukatil bin Süleyman, el-Eşbâh ve’n-Nezâir fi’l-Qur’âni’l-Kerîm (Kur’an Terimleri Sözlüğü), İşaret Yayınları, İstanbul, 2014
- Mustafa İSLAMOĞLU, Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, 2008
- Mustafa SAĞ, Evrensel Çağrı, Koçak Yayınevi, 7. Baskı, İstanbul, 2000
- Necmettin Şahinler, Kur’an’da Sembolik Anlatımlar, İnsan Yayınları, İstanbul, 2013
- Ömer ÖZSOY, İlhami GÜLER, Konularına Göre Kur’an, Fecr Yayınları, Ankara, 2009
- Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007
- Recep İhsan ELİAÇIK, Yaşayan Kur’an, İnşa Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2015
- Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an-ı Kerim Meali, Yeni Boyut Yayınları, 122. Baskı, İstanbul, 2001
__________Kur’an’ın Temel Kavramları, Yeni Boyut Yayınları, 21. Baskı, İstanbul, 2001
[1] Zâriyât, 56/Ve-mâ halag-tü’l cinne ve’l-inse illâ li-ya’budûn(e): Görülen ve görülmeyen, tanıdığınız ve tanımadığınız, duyduğunuz ve duymadığınız varlıkları kendilerine verdiğim niteliklere göre yaşasınlar ve yeteneklerini ortaya çıkarsınlar diye yarattım.
[2] A’raf, 54/İnne rabbe-kumu’l-lâhu-lleżî halega’s-semâvâti ve’l-arza fî sitteti eyyâmin sümme’s-tevâ ‘alâ-l’arşi yuğşî’l-leyle’n-nehâra yatlubu-hu hasîsen ve’ş-şemse ve’l-gamera ve’n-nucûme musahharâtin bi-emrihi elâ lehu-l-ḣalgu vel-emru tebâraka’l-lâhu rabbu-l’âlemîn(e): Sizi besleyip büyüten ve donatan yaratıcınız yer ve gökleri altı aşamada yaratarak egemenliğini evrende gösterdi. Onun yaratılış yasası gereği gece gündüzün üstüne durmadan örtü olur; Güneş, Ay ve Yıldızlar yasalara boyun eğer. Unutmayın ki yaratma, yasa koyma iş ve işlemleri rabbiniz Allah’ın elindedir. Bilgi yoluyla kavrayabileceğiniz evrensel varlıkları yaratan Allah ne büyüktür.
[3] Zümer, 62/Allâhu hâligu kulli şey’in: Allah, her şeyi yaratandır.
[4] İhlâs, 1-4/Gul huve’l-lâ-hu ehad Allâhu’s-samed lem-yelid ve lem-yûled ve lem-yekun-lehû küfüven ehad(ün): Ey Muhammed onlara “Allah diye isimlendirdiğiniz o yaratan tektir. Allah, parçalanmaz bir bütündür; Allah farklı tanrılar biçiminde kendini göstermez. O kimseden doğmadı ve kimseyi de doğurmadı. Bu yönleriyle kimse onun ne dengi ne de benzeridir.” diye söyle.
[5] Fatiha, 1-6/El-hamdu li’l-lâhi rabbi’l-âlem’in er-rahmâni’r-rahîm mâlikiyevmi’d-dîn iyyâ-ke na’budu ve iyyâ-ke nesta’în ihdi-nâ’s-sırâda’l-mustagîm: Bilgi ve gözlem alanımıza giren varlıkların yöneticisine hiçbir neden olmasa bile teşekkürler ederim. Çünkü o sevgi ve acımayı sadece kendinde tutmaz, varlıklara da yansıtır. Ayrıca o din gününün gerçekleşme garantörüdür. Bu nedenle ey rab sadece senin adına yeteneklerimizi kullanır ve bu işlemler sırasında sadece senden yardım bekleriz. Çünkü hem yetenekler veren hem de verdiklerini kullanma ortamını bizim için hazır eden sensin.
[6] İsrâ, 77/Ve-lâ tecidu li-sünneti-nâ tahvîl(en): Yol, yöntem, davranış ve metodumuzda dönüştürme, evirip çevirme göremezsin.
[7] Ahzab, 62/Ve len-tecide li-sünneti’l-lâhi tebdîl(en): Allah’ın Yol, yöntem, davranış ve metodunda bir değişim göremezsin.
[8] Determinizm: Gerekircilik. Aynı sebeplerin aynı şartlarda aynı sonuçları doğurmasıdır. Dünyanın neresine gidersek gidelim yükselen bulutlar bir noktaya varınca yağmura dönüşürken biraz daha yükselince kar ve doluya dönüşür. Bu bir determinizmdir. Toplumlarda bu durum kültürel nedenlerle değişkenlik gösterebilirken doğal ve evrensel olaylarda mutlak determinizm egemendir. Buna Tanrı yasası, doğa kanunu, evrenin işletim sistemi de denir.
[9] Fatır, 43/Fe len-tecide li-sünneti’l-lâhi tebdîl(en) ve len-tecide li-sünneti’l-lâhi tahvîl(en): Allah’ın Yol, yöntem, davranış ve metodunda bir değişim göremezsin ve Allah’ın Yol, yöntem, davranış ve metodunda dönüşüm bulamazsın.
[10] Fetih, 23/Sünneta’l-lâhi’l-letî gad halet min-gabl(u): Allah’ın Yol, yöntem, davranış ve metodu öteden beri böyledir, değişim ve dönüşüm görülmez. Allah yasalarını değişitrmez.
[11] Hac, 16/ Ve kezâlike enzel-nâ-hu âyâtin beyyinâtin ve enne’l-lâhe yehdî men yurîd(u): Kur’an’ı herkesin anlayacağı biçimde belge, delil ve işaret olarak indirdik. Doğruyu bulmak isteyenlere Allah apaçık ayetler yoluyla doğruları gösterir, bundan böyle kim neyi isterse onu seçsin.
[12] Beyyinât (beyyineler): Ayan beyan görülenler, hiçbir şüphe duyulmayacak biçimde açık olanlar, hiçbir gizli yanı olmadan göz önünde duranlar.
[13] İbn-i Sa’d, Kitabu’t-Tabakati’l-Kebir, Siyer Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2020
[14] Enfal, 30
[15] İbn-i Sa’d, Kitabu’t-Tabakati’l-Kebir, Siyer Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2020
[16] Muhammed İbni Hişam, Siret-i İbn-i Hişam (İslam Tarihi), İstanbul, 2013
[17] Ebû Abdullah Muhammed bin Ömer el-Vakıdi, Kitâbu’l-Meğâzî (Hz. Peygamber’in Savaşları), İlkharf Yayınevi, İstanbul, 2016
[18] İmam Beyhaki, Delâülü’n-Nübüvve, Ocak Yayıncılık, Çev: Zekeriya YILDIZ, İstanbul, 2017
[19] Ebû Dâvûd Süleyman bin el-Eş’as es-Sicistânî, Ebu Davut Tercümesi Seti, Çev: Necati Yeniel, Şamil Yayıncılık, İstanbul, 2017
[20] Mâide, 67/Vallâhu ya’simu-ke mine’n-nâs(i): Allâh seni insanlardan korur.
[21] Muslim, Birr 43, (2569)
[22] M. Hayri KIRBAŞOĞLU, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara Okulu Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2000. Ömer, Ali ve Aişe gibi sahabenin büyükleri haber ve sözlerin doğruluğu konusunda kişiye yemin ettirir ve tanık isterken Ebu Hureyre, Enes bin Malik ve Abdullah ibn-i Ömer bu ilkelere dikkat etmezdi. Halife Ömer, Ebû Hureyre’ye “Ey Allah ve resulunun düşmanı” diye seslenir. Ebû Hureyre, Peygamber sözleri ile Kâ’bu’l-Ahbar’ın sözlerini karıştırarak aktarır ve Kâ’b’dan bol Tevrat bilgisi öğrenip aktarırdı. Zina çocuğu hakkında Ebû Hureyre’nin aktardığı bir hadisi Aişe En’am-142’ye dayanarak reddettiği halde o hadis Ebû Dâvûd’un Sünen’inin Kitâbu’l-Itk bölümünde ve Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde rivayet edilmiştir.
[23] Enfal, 17/Fe-lem teğtulû-hum ve-lâ kinne’l-lâhe fe-gatele-hum ve-mâ rameyte iz rameyte ve-lâ kinne’l-lâhe ramê: Onları öldüren siz değildiniz, onlara atan da sen değildin. Hem onları öldüren hem de onlara fırlatan Allah’tı.
[24] Ve-la-telbisu’l-hagga-bi’l-bâtıl
[25] Bakara,40-42
[26] Kör ile gören
[27] Ve-mâ-yestevî
[28] Mü’min,58-60
[29] Fatiha,1-7
[30] Fatiha, 5/İyyâ-ke na’budu ve iyyâ-ke nesta’în(u): Yalnızca senden yardım diler ve sadece sana ibadet ederiz.
[31] Enfal, 1/Sana ganimetleri ne yapacaklarını soruyorlar. Onlara ‘Ganimetler Allah ve onun elçisine aittir.’ de. Öyleyse Allah’a karşı sorumluluklarınızı bilin. İlişkilerinizi düzeltin. Allah ile bu değerlerin elçisine de boyun eğin.
[32] Devlet hazinesi, maliye
[33] Bakara,125/En tahhira beyti(ye): Evimi tertemiz yapın, evimi temizleyin.
[34] Müzzemmil, 20/Dayanışma, birbirine destek olma, omuzdaşlık yapma, sırt sırta verme, imeceli yaşamı toplumda diriltin, sizde olup da başkasında olmayan fazla birikimlerinizi ihtiyaç sahiplerine vererek ellerinizi temizleyin ve insanlara borç verdiğinizde güzel biçimde verin.
[35] Allah’a karz edin
[36] Karz-ı hasen
[37] Egiymu’s-salâte
[38] Ati’z-Zekat(e)
[39] Bakara,83-84
[40] Fecr, 22/Rabbin geldi ve melekler saf saf…
[41] Ve-câe-rabbu-ke
[42] Hûd, 64/Nâgatu’l-lâh(i): Allah’ın dişi devesi
[43] Nahl,1/Etâ emru’l-lâh(i): Allah’ın emri geldiğinde, Allah’ın iş ve işlemleri görüldüğünde
[44] Hud,40/İzâ câe emru-nâ: İşlemlerimiz gerçekleştiğinde
[45] Enfal, 5/Ehrace-ke rabbu-ke min beyti-ke: Rabbin seni evinden çıkardığında
[46] Âl-i imran, 140/İn yemses-kum garh(un) fakat messe’l-gavm(e) garhun mislu-hû ve tilke’l-eyyâmu nudâvilu-hê beyne’n-nâs(i): Size bir zahmet ve yara dokunduysa oteki kavme de aynı zarar ve yaralanma dokundu. Siyasi, askeri ve hukuki üstünlük günlerini insanlar arasında sırayla döndürürüz.
[47] Âl-i İmran, 140/Veli-ya’lema’l-lâhu’l-lezîne âmenû ve yettehize min-kum şühedâ(e): Allah kendine güvenenleri bilmek ve güvenenler arasından model, rol ve örnekler belirlemek için…
[48] Bakara, 245/Men ze’l-lezî yugrizu’l-lâhe garz(en) hasen(en): Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah’a güzel bir borç verecek olan kimdir/var mıdır?
[49] Zâriyât, 51/Ve’s-semâe beney-nâ-hâ bi-eydin ve-innâ le-mûsi’ûn(e): Göğü sağlam biçimde inşa ettik ve onu genişleten de biziz.
[50] Zâriyât, 52/Ve’l-arza fereş-nâ-hâ fe-ni’mel mâhidûn(e): Yeri döşeyen ne güzel döşemecileriz.
[51] Ahzab, 26/Ve enzele’l-lezîyne zâherû-hum min ehli’l-kitâbi mim sayâsîy-him ve gazefe fî gulûbi-himu’r-ru’be: Allah, Mekkelilere yardım eden Yahudileri korunaklı kalelerinden indirdi ve kalplerine korku saldı.
[52] Bakara, 35/Ve gul-nâ yâ âdemu’s-kun ente ve zevcu-ke’l-cenne(te): Ey Âdem! “Sen ve eşin cennette oturun.” dedik.
[53] Arap edebiyatında insan dışındaki varlıklara insan gibi kişilik vermeye teşhis, varlıkları insan gibi konuşturmaya intâk sanatı denir.
[54] Ahzab, 72
[55] Bakara, 30
[56] Ahzab, 69/Fe-berre-e-hu’l-lâh(u):Beraat ettirdik, suçsuzluğunu ispatlayıp üstündeki cezayı kaldırdık.
[57] Bakara, 118/Ve gâle’l-lezîne lâ ya’lemûne lev-lâ yukellimu-nâ en te’tî-nâ âyetün kezâlike gâle’l-lezîne min gabli-him misle gavli-him teşâbehet gulûbu-hum gad beyyenne’l-âyâti li-gavmin yûginûn(e): Peygamberin söylediği gerçeklerden rahatsız olanlar “Allah bizimle konuşmalı veya bir delil, belge ve işaret göndermeli.” dediler. Bu kaçamak söylemleri onların zihinsel ataları olan daha eskiler de söylemişti. Her iki kesimin söylem benzerliği niyet benzerliğini de göstermektedir. Halbuki gerçeği apaçık biçimde görmek isteyenler için belge, delil ve işaretler vardır.
[58] Bakara, 119/İn-nâ ersel-nâ-ke bi’l-haggi beşer(an) ve nezîr(an): Seni doğruluk ve gerçeklikle hem korkutan hem de müjdeleyen olman için gönderdik.
[59] Nebî haberci, peyâm-ber (peygamber) haber getiren; resûl, elçi demektir.
[60] Bakara, 121/Ellezîne âtey-nâ-humu’l-kitâb(e): Kendilerine kitap verdiklerimiz
[61] Bakara, 130/Velegadi’s-tafey-nâ fi’d-dünyâ: Dünya’da İbrahim’i seçtik, İbrahim’i dünyada seçkin yaptık.
[62] Kamer, 49/İn-nâ kulle şey’in haleğ-nâ-hu bi-gader(in): Her şeyi bir kader ile/ölçü içinde yarattık.
[63] Mâide, 67/Vallâhu ya’simu-ke mine’n-nâs(i): Allâh seni insanlardan korur.
[64] İsrâ, 77/Ve-lâ tecidu li-sünneti-nâ tahvîl(en): Yol, yöntem, davranış ve metodumuzda dönüştürme, evirip çevirme göremezsin.
[65] Bakara, 50/Ve iz ferag-nâ bi-kumu’l-bahre fe-encey-nâ-kum ve ağrag-nâ âle fir’avne ve entum tenzurûn(e): Denizi sizin için yarmış ve sizi kurtarmıştık. Firavun taraftarlarını da denizde boğmuştuk. Bunların tümü gözünüzün önünde gerçekleşmişti.