Sevgili dostlar,
Bir haber yazarsın; yasaklarlar. “Hain” diye yaftalar, ihanetten yargılar, hapse koyarlar.
Haber, yafta olur, hapis olur, kitap olur.
Bu kez de kitabı yasaklarlar, yazanı kurşunlarlar, kitap senaryoya dönüşür.
Onu da memlekete sokmazlar; senaryo sürgünde oyun olur.
Sonra gidersin, içerde yazıp dışarda tamamladığın kitabın oyununu gurbette izlersin, afişte adını okursun, sahnede seni oynayan birini görürsün; gülsen mi ağlasan mı bilemezsin.
Bu gece son 3 yılda yaşadıklarımı anlatan bir oyunun galasına davetliyim. Almanya’da, bir Alman tiyatrosu tarafından, Almanca olarak, Almanlara oynanacak oyun…
Ben de seyirciler arasında olacağım; sahnede kendimi izleyeceğim; başroldekinin sancılarında sancılanacak, kahkahasında eğleneceğim. Başına gelenleri, başıma gelmemiş gibi, dışardan bir seyirci gibi gözleyeceğim. Ülkesinden, evinden, sevdiklerinden uzak kalışına, mücadelesine, yalnızlığına, hasretine tanıklık edeceğim.
“Bu oyun ülkemde, ana dilimde de oynanacak mı acaba” diye meraklanacağım; bu hasretle ölen büyük şairi düşüneceğim.
Belki bazen gözlerimi sahneden alıp seyircileri kolaçan edeceğim. Sahnedeki adam hakkında ne düşünüyorlar acaba? Onun suçlanışı, ailesinden, ülkesinden koparılışı, ihanetle suçlanışı hakkında ne hissediyorlar? Ya ülkesini nasıl görüyorlar? Hakikatten böylesine delice korkan, cesareti esaretle cezalandıran bir ülkenin varlığına inanabiliyorlar mı? İzledikleri oyunun, tarihten bir yaprak değil, uzak bir ülkedeki hakikat olduğunun farkındalar mı? Üzülüyorlar mı yaşadıklarımıza, takdir mi ediyorlar…?
Sahnede yanımda gösterilenler, benden çok uzak nicedir… Ama seyirciler arasında zor günde bana omuz verenler, yol gösterenler olacak: Annem, hocam, dostlarım… Onlarla gözgöre geleceğiz ara sıra…. “Geçecek bunlar” diyeceğiz bakışlarımızla:
“Geçecek. Ve her şey çok güzel olacak.”