İlahiyatçı yazar R.İhsan Eliaçık 40. yılında İran Devrimini Medyascope Tv’ye değerlendirdi.
Devrimin gerçekleşme sebeplerini, devrim sonrası süreci ve İslam rejimine yapılan eleştiriler ile birlikte bugün rejimin insanlara ne sunduğunu değerlendiren Eliaçık şunları söyledi:
İran Devrimi 40 yıl önce 01 Şubat 1979 yılında Ayetullah Humeyni ‘nin İran’a dönüşüyle başladı. 40 yıl önce bugün, Ayetullah Humeyni Paris’ten bir uçakla döndü. Tahran Havaalanında 9 milyon kişi tarafından karşılandı. Bu günden 10 gün sonra 11 Şubat’ta (Şahın son Başbakanı Şahpur Bahtiyar İranı terketti ve bundan yaklaşık iki ay kadar sonra da ) İran İslam Cumhuriyeti referandumu yapılarak, halk tarafından İslam Cumhuriyeti kabul edildi ve dünyaya bu şekilde ilan edilmiş oldu. Ondan öncesinde esasında Ayetullah Humeyni 1963 yılında vaazlarına başlamıştı ve o dönemde Şah yönetimi tarafından ölüme mahkum edilmişti. Ancak Şeriatmedari’nin girişimi ile idam yerine sürgüne gönderilmesi sağlandı. Irak’ta, Necef’te, Türkiye’de, Bursa’da uzun sürgün hayatı yaşadı ve 1979 yılına kadar İran’a dönemedi. İran’a da döndüğünde büyük bir devrim gerçekleşmişti. Devrim gösterileri 1977 yılından itibaren başlamıştı. 1978, 1979 yılları boyunca devam etti. Biz o dönemlerde Akıncılar Derneği ve Milli Türk Talebe Birliğinde bir takım gençlerdik. O zaman ben lisede okuyor, Kayseri ve Kırşehir’de bulunuyordum. Özellikle Akıncılar Derneği ve Milli Türk Talebe Birliğinde büyük bir heyecan dalgası yaratmıştı. Devrim gösterilerine milyonlarca insan sokaklara dökülerek eşlik ediyor ve her Cuma namazından sonra devrim gösterisi yapıyorlardı. Ölenlerin anısına 40. yıl yasları düzenliyorlardı ve bu yaslarda da milyonlarca insan sokağa dökülüyordu.
İran’da tüm muhalefet birleşmişti. Liberal gruplar, milliyetçi gruplar, sol sosyalist gruplar, dini gruplar, medreseler, mollalar birleşerek Şah yönetimine karşı direniyorlardı. Nihayetinde 1979 yılının 01 Şubat’ında Humeyni’nin İran’a dönmesiyle ve Şah’ın ülkeyi terk etmesiyle bir devrime dönüştü. Dünyada büyük bir heyecan ve coşku yarattı. Ancak devrimden hemen sonra Beni Sadr ilk Cumhurbaşkanı tayin edildi Humeyni tarafından. Beni Sadr, Müslüman sol grupların, halkın mücahitleri gruplarının ve liberal grupların sözcüsü gibiydi. Demokratik İslam Cumhuriyeti olmasını istedi. Ama Humeyni bunu reddetti. İslam Cumhuriyeti olacak dedi ve Anayasada da İslam Cumhuriyeti ibaresi yer aldı. Caferi İsna Aşeri mezhebi devletin resmi mezhebi kabul edildi. Bayrağındaki aslan ve güneş resmi kaldırılarak yerine kırmızı, yeşil ve beyaz renklerden oluşan ve ortasında Allah isminin yazılı olduğu İran İslam Cumhuriyeti bayrağı kabul edildi. Bu o dönemlerde İslam Devrimi olarak görülüyordu ve Müslüman dünyada özellikle Şii dünyada, Sünni dünyada dahil olmak üzere bir İslam Devrimi coşkusu yarattı. Ama geçen zaman içerisinde gördük ki İslam Devrimi aslında bir politika devrimi imiş ve kısa sürede kadınlara başörtüsü mecburiyeti getirildi ve devlet resmi dini İslam, resmi mezhebi Caferi İsna Aşeri olan bir İslam Şii Devletine dönüştü. Diğer gruplar aşama aşama tasfiye edildiler. Sadece Humeyni’nin grubu devlete egemen hale geldi.
İran petrol ülkesiydi, bugünkü Venezuela’yı andırıyordu. Şah döneminde, temel geliri petrol olan bir ülkeydi. Petrol gelirlerini İran halkına bırakmak yerine bir grup elinde toplanmaya başlamıştı. Bu durum insanlar arasında rahatsızlık oluşturmaya başlamıştı. Bir yandan geçim sıkıntısı, diğer taraftan baskıların artması, diğer bütün grupların özgürlük ister hale gelmesi ve Şah’ın aşırı baskıcı yönetimininden dolayı halk bunaldı. İran halkında böyle bir özellik var. Bunaldığı zaman patlıyor. Devrime katılmayan grup neredeyse yoktu. Ancak bütün grupların istekleri ve iradeleri, devrim sonrasında devlete yansıyamadı. Bir tek grubun ve bir tek kişinin isteği egemen sayılarak, İbn-i Haldun’un tabiri ile bir ‘infirad’ tek adama dayalı düzen kuruluyor.
Humeyni, devrimin tek adamı ve devrim lideri olarak 40 yıl önce İran’a dönmüştü. Geleneksel Şii çevrelerinden farklı olarak Velayet-i Fakih Teorisini ortaya atmıştı. Yani bir Fakih’in, popüler anlamda bir Molla’nın, Mehdi gelene kadar toplumu ona hazırlaması anlamına geliyor. Diğer geleneksel Şii gruplar buna karşı çıkarak Mehdi gelmeden devrim yapılamayacağını, bunun dışında caiz olmadığını, Mehdi gelene kadar onu beklememiz gerektiğini, zulmün iyice artması gerektiğini, zulümle dolan dünyayı, Hicri 275 yılında kaybolan 12 İmam’ın 12.si olan Mehdi’nin tekrar dünyaya zuhur ederek, gelerek dünyaya adaletle dolduracağını, o gelinceye kadar devrim yapmak, sokaklara çıkmak, gösteri yapmak, düzeni değiştirmek, devlet kurmak caiz değil diyorlardı. Geleneksel Şii gruplar böyle düşünüyorlardı. Ama Humeyni bu düşüncede bir devrim yaratarak, ‘köşemize oturup Mehdi’yi bekleyemeyiz, Mehdi’ye ortamı hazırlamamız lazım, bir Fakih’in ortamı hazırlayarak Mehdi’nin gelişine hazırlık yapması lazım’ dedi. İşte buna Velayet-i Fakih Teorisi deniyor. Kendisi de ilk Velayet-i Fakih oluyor. ;onun yerine de şu anki 1989’da vefat ettikten sonra ali Hamaney geçti. Şu anda İran Cumhuriyetinin dini siyasi felsefesine göre, Humeyni ortamı Mehdi’ye hazır hale getirmek için devrim yaptı, İslam Cumhuriyetini kurdu, onun yerine geçen Ayetullah Hamaney de Velayet-i Fakih görevini devam ettiriyor. Mehdi gelene kadar, zuhuruna kadar, ortamı, hem İran’ı, hem dünyayı onun gelişine hazır hale getirmek için şu anda İran İslam Cumhuriyeti var oluyor. Yani İslam Cumhuriyetinin varlığını böylesi bir Şii felsefeye dayandırmış bulunuyorlar. Bu İran İslam Cumhuriyetinin Anayasasında da açıkça yazıyor.
Devrimler tarihinde olan şeylerin aşağı yukarı benzeri bu devrimde de oldu. Devrime katılan bütün gruplar, devrimden sonra bir tek kişinin iradesinin her şeye egemen kılınmasıyla tasfiye olurlar. İran Devriminde bu böyledir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu böyledir, Rus Devrimi böyledir, Fransız Devrimi böyledir. Dünyada ne kadar devrim varsa hepsi böyledir. Devrimden sonra da ortaklık bozulur.
Biz de İran Devrimi kuşağından gelen, o dönemde gençlik hareketleri içerisinde bulunan insanlarız. Benim İran Devrimine sempatim vardır. Ama daha sonra Şii İslam Cumhuriyetine dönüşen devleti de hep eleştirdik ve bugün de eleştirel noktadan bakıyorum. İslamı bu şekilde bir Şii formu içerisinde, demokratik bir formda değilde Şii İslam Devleti şeklinde uygulamak zorunda değiliz. İslamın emri de bu değildir. Demokratik İslam Cumhuriyetine bile gerek yoktu. Bugün benim geldiğim nokta, İran’ın sadece demokratik cumhuriyete dönüşmesi yeterliydi.
İçinde sol grupların, dini grupların, liberallerin, sosyalistlerin herkesin yer aldığı dört yılda bir seçim olduğu ve demokratik Cumhuriyetin içeriğini, sosyal muhtevasını, siyasal çizgisini, ekonomik politik yöntemini, halkın talebinin ve isteklerinin doldurulacağı, bir dönem sosyalistlerin, bir dönem İslamcıların, bir dönem liberallerin, dörder beşer yıl sırayla iktidara geleceği demokratik cumhuriyettir. Benim hayalimde olanda budur. Ama şu anda ne İran, ne Türkiye ne de başka bir ülke bu hayalin yanına bile yaklaşabilir durumda değildir.
Söyleşinin tam videosu: