Seçimlerden sonra niye yazmadığımı soranlar oluyor.
Yazılacakları ve yazılması gerekenleri seçimlerden önce yazdım. Desti kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur derler. Desti kırılmadan önce ve kırılmaması için yol göstermeye çalıştım.
Seçimlerden önce yaptığım önerilerimin doğruluğunu seçimlerin ve sonrasındaki gelişmelerin gösterdiğini düşünüyorum.
Ama yine de kısa kısa bazı hatırlatmalar yapalım.
Bir sosyalist olarak benim için seçimler kitleleri bilinçlendirmek, örgütlemek, harekete geçirmek, var olan güçler dengesinde küçük de olsa bir etkide bulunarak bunu ezilenlerin lehine çevirip onların hareket alanını arttırmak için sadece küçük bir vesiledir.
Ben ancak seçimlere böyle yaklaşmanın, sosyalizm ve demokrasi mücadelesi açısında doğru olup olmadığı ve yaptıklarımın bu amaçlara hizmet edip etmediği açısından doğru veya yanlış önerilerde bulunmuş veya bulunmamış olarak değerlendirilebilirim.
Seçim vesilesiyle hem ezilen kitlelerin bilinçlenip örgütlenmesine hem de mobilize olmasına ve böylece var olan güçler dengesini küçük de olsa etkileyerek dengelerin değişmesine yol açabilecek öneriler yaptım.
Bu önerileri 19 Nisan 2018 tarihinde yazdığım “Demokratlar İçin Seçim Stratejisi ve HDP’nin Acil Olarak Yapması Gerekenler” başlıklı ilk yazıdan (Nisan ayında 7, Mayıs’ta 10, yazı yazdım. Haziran’da yazılarımı yolladığım mail grupları trollerin şikayetleriyle kapatıldığı ve daha sonra da “inme” (Schlaganfall) geçirip hastaneye yattığım için yazamadım.) seçimden bir gün önce son anda ve son bir gayretle yazdığım “Seçim sonuçlarını YSK ve TRT’nin Önünde Toplanarak İzleyelim” başlıklı, Erdoğan’ın çetelerinin sokaklara egemen olmasının önünü kesecek ve CHP yöneticilerinin korkaklığını amorti edecek bir somut eylem biçimi öneren son yazıya kadar bütün yazılarım Demir’den Kapılar adlı bloğumda bulunuyor.
(Ayrıca diğer seçimlerde 1979’den 2014 Başkanlık seçimlerine kadar yazdıklarımızı derlediğimiz Seçim Yazıları başlıklı kitap şuradan indirilebilir. Daha sonra yazdıklarımızı derleme imkanımız olmadı ama bloğumuzdan kolaylıkla okunabilirler.)
Bu seçimler soldaki ve sosyalistlerdeki kafa karışıklığının ve sahte hayallerin çapını göstermesi bakımından ilginçtir. Bu yaklaşım aslında bütün sol ve muhalif basına ve kafalara da egemendir.
Bunu en açık biçimde neredeyse herkesin CHP’nin başarısız bulunması ve HDP’yi başarılı bulmasında görebiliriz.
*
CHP’yi kim başarısız görebilir?
Ama ondan önce şu zihinlere egemenlik kurmuş birkaç önermenin yanlışlığını, bu önermelere göre düşünüp davranmanın var olan egemenlik ilişkilerini yeniden ürettiğine değinelim.
Birincisi seçimlerde alınan oylar başarının ölçüsü olmaz.
Bir devrimci ve demokrat için başarının ölçüsü. Ezilenlerin örgütlenmesine, öz örgütlerinin yaratılmasına, siyasi eğitimine, mobilizasyonuna, ne gibi katkılar yapılabildiği, seçim vesilesinin bu amaçlar açısından nasıl değerlendirildiğidir.
Eğer alınan oylar üzerinden tahliller yapıyorsanız, siz kendinize ne derseniz deyin sorunu tam bir parlamenter budalalık içinde tartışıyorsunuz ve onu yeniden üretiyorsunuz demektir. Demokratların, sosyalistlerin, devrimcilerin kendi gündemleri ve sorunu koyuş ve tartışma biçimleri vardır ve olmalıdır.
Acın sol yayınları bakın. Herkes seçim sonuçları üzerinden başarı ve başarısızlık tahminleri yapıyor. Bunun kendisinin var olan ilişkileri yeniden ürettiği üzerin bir tek söz bile yok.
*
İkincisi, seçimler var olan güç ilişkilerini değiştirmez. Var olan güç ilişkilerini yansıtırlar. Seçimler verili andaki güç ilişkilerinin nicel bir ifadesini sunar.
Ama bu ifadenin kendisi, hukuken, politik veya moral olarak ifade ettiği ilişkiler üzerinde de bir karşı etkide bulunur.
Bu güç ilişkisi var olan sosyal ve politik güçlerin konumlanışıdır. Bu konumlanışın sonuçlarıdır oylara yansıyan. Sonra oylara yansıyan sonuç konumlanışlar üzerinde bir karşı etkide bulunur.
*
Şimdi bu basit önermeleri hatırlattıktan sonra gelelim Kılıçdaroğlu veya CHP’nin başarılı mı başarısız mı olduğuna.
CHP’nin oylarının azalması onun başarısız olduğunu göstermez.
CHP’nin demokrasi özlemindeki yığınları kendi bayrağı altında toplayıp toplamadığı, onların gerçek öz örgütlenmelerini engelleyip engellemediği, kafalarını karıştırıp karıştırmadığı, devlet sınıflarının yedeğine düşürüp düşürmediği açısından anlaşılabilir.
Tabii böyle ele alabilmek için de CHP’nin niteliğine ilişkin doğru bir sosyolojik ve politik tanımınız olası gerekir.
Elbet CHP’yi bir demokrasi gücü, sol bir parti vs. olarak görürseniz, CHP’yi başarısız olarak görebilirsiniz.
Ama burada kanıtlanması gereken CHP’nin bir demokrasi gücü, sol bir parti olduğu varsayımıdır.
CHP ezilen sınıfların bir partisi değildir. Ne programıyla ne stratejisiyle demokrat veya sol olarak nitelenebilecek bir parti değildir.
CHP bu devletin bir partisidir, bu devletin yaşamasını kendi başına amaç edenmiş bir partidir. Onun yaşaması için asgari bir hukuk çerçevesi bulunmasını ve gereğinde bu cihazın merkezi ve bürokratik özüne dokunmayacak reformlar yapılmasını savunan bir partidir.
Bu amacına uygun olarak da özellikle Alevileri ve şehirlerdeki “laikleri” kontrol altında tutmaya yönelik bir partidir.
CHP hakkında böyle bir değerlendirme yapan, CHP’nin ne kadar tutarsız olduğunu falan söyleyip onu eleştirmeye kalkmaz. Bu sadece böyle yapanların ne kadar tutarsız olduğunu gösterir.
CHP’nin yazısı ve amaçları hakkında böyle bir değerlendirme yaptığınızda onu bu kendi amaçları ve yapısı açısından değerlendirmeniz gerekir.
CHP’yi “demokrat gibi davranmıyor, “tutarsız” davranıyor diye eleştirmek CHP’nin niteliği hakkında tamamen yanlış varsayımlara dayanmanın ve onun hakkında sahte hayallere saip olmanın ve bu sahte hayalleri yaymanın bir görünümü olur.
Öte yandan CHP’nin ne kadar tutarsız olduğu söylenerek, sadece onun niteliğine ilişkin sahte hayaller yayılmış olmaz alnı zamanda insanların fikirlerinin çelişkileri göstererek, argümanlarla değiştirilebileceği türünden başka hayaller de yayar.
Çünkü rasyonel argümanların insanların fikrini değiştirdiği görülmemiştir. İnsanlar ancak çıkarları ile veya eylem içinde değişirler. İnsanların çıkarlarına aykırı olsaydı matematik aksiyomlar bile tartışma konusu olurdu. Dayanılması gereken doğru ve Marksist önerme budur. Çünkü insanların bilince varlığını değil, varlığı bilincini belirler.
CHP’yi doru tanımlayan ise, onun destekçilerini kazanacak stratejiler, örgüt ve mücadele biçimleri ile onları etkilemeye çalışır, CHP’nin tutarsızlığını anlatan argümanlarla vakit kaybetmez.
Sanılıyor mu ki CHP’ye oy veren milyonlar, CHP’nin tutarsızlığını bilmiyorlar? Boşuna mı CHP’liler içleri kan ağlaya ağlaya Baykal’a veya Kılıçdaroğlu’na veya başka birine oy verirler? Onlar da herkes gibi her şeyi bilirler, bilirler ama aynı zamanda tıpkı sendikasının sarı olduğunu bilen ama yine de o sarı sendikayı terk etmeyen bir işçi gibi davranırlar. Çünkü ne kadar sarı da olsa o sendika acil bir durumda bir köpeği uzak tutmaya yarayan büyükçe bir sopa işlevi görebilir. CHP her şeye rağmen Aleviler ve “laikler” için iyi kötü bir savunma mevziidir. Daha iyisi olmadığı sürece orada kalacaklardır.
Şimdi bu gerçeklikler ışığında CHP’ye baktığımızda CHP’nin başarısız olduğunu söyleyemeyiz. Aksine son derece başarılıdır.
Önce Gül’ün adaylığının üzerinde çalışarak, sonra İnce’yi aday göstererek geniş Alevi ve laik kesimleri,hatta solcu ve sosyalistleri kendi etrafında birleştirmiş ve örgütlemiş, aynı zamanda HDP’yi hem fazla dışlamadan hem de ulusalcıları kaybetmesine yol açabilecek bir yakınlaşmaya girmeden yedekte tutmayı, en azından onun tarafsızlığını veya hayırhah bir tutumunu sağlamıştır.
Bu akıllı taktiklerle CHP, yani bu merkezi ve bürokratik ve Türklükle tanımlanmış devletin bekasını bir “hukuk (guguk) devleti” bağlamında savunma stratejisine nüfusun yarısını mobilize edebilmiş ve etrafında örgütleyebilmiştir.
Az şey midir bu?
Ayrıca bu kadar da değil, geniş yığınları kendisine umut bağlamış halde tutarak ve bunu canlandırıp güçlendirerek, geniş demokrasi özlemindeki yığınları aynı zamanda seçim gecesinde olduğu gibi kendi kontrolü altında tutabilmiş ve onların hareketsiz kalmasını sağlamıştır.
Bu bakımdan CHP son derece başarılı bir politika izlemiştir.
Kılıçdaroğlu da yine çok başarılıdır.
Bu amaçlar açısından gereğinde kendine rakip olmuş birini Cumhurbaşkanı adayı yaparak ve onun aracılığıyla geniş kesimlerin mobilize olmasını sağlayarak ne kadar başarılı bir politikacı olduğun göstermiştir.
CHP’yi başarısız bulanlar aslında ya demokrat değildirler ve kendilerini demokrat sanmaktadırlar ya da CHP hakkındaki yargıları yanlıştır ve onu demokrat sanmaktadırlar.
*
HDP’ye gelince. HDP da aldığı oy oranına bakılarak, uğradığı baskılar da göz önüne alınarak, barajı aşması vesilesiyle başarılı (veya Kürdistan’daki kimi oy kayıpları göz önüne alınarak başarısız) olarak görülmektedir.
HDP bu devletin partisi değildir.
Aksine bu devletin ve ulusun demokratik (yani merkezi ve bürokratik olmayan ve Türklükle tanımlanmayan) bir devletle değiştirilmesini hedeflemektedir. En azından deklare edilmiş amacı budur.
Bu amacı açısından baktığımızda HDP son derece başarısızdır.
Tecrit olma durumundan çıkamamıştır.
Geniş laik ve alevi kesimleri toparlayıp muhalefetin fiili bir öncüsüne dönüşememiştir.
Bu baskı ve zorluklar sorunu değildir. Strateji, taktikler, örgüt ve mücadele biçimleri sorunudur. HDP bunları doğru yapar ama ona rağmen yenilebilir. O zaman güç ve baskılar bir gerekçe olabilir.
Örneğin HDP daha erken seçim kararı alındığında yanlış üstüne yanlış yapmıştır. Hatta Demirtaş’ı aday göstermeme olasılığı bile vardı. Ama en azından tabandan gelen tepkiler bu hatayı yapmayı engelledi. Engelledi ama boynunda hep şu çelişkinin ağır yükünü taşıdı. Kendisine başkan olarak görmediği birini devletin başkanlığına öneriyordu.
HDP stratejik olarak tüm muhalefeti toplayabilirdi. Hemen daha başta “hodri meydan” gibi kabadayılıklara girmeden, ucuz pazarlıklar sinyalleri vermeden (seçim döneminin başında yazdığımız yazılara bakınız) demokrasi bloku oluşturmaya ve onun başını çekmeye girişebilirdi. Bunu yapmak kendisinin tanınmasını istemek değildir. Fiili durumlar yaratmaktır. HDP bütün ittifak politikalarını kendisinin kabulü üzerine oturttu ve desteğini her zaman bir pazarlık sorunu olarak görmeye yol açacak mesajlar verdi.
Örneğin, erken seçimin hedefi olan ve seçime katılması engellenen İyi Parti’ye CHP’nin yaptığı öneriyi HDP yapabilirdi. Bu demokratlıkla çelişmezdi. Fikirlerinin düşmanıyım ama onları ifade etmen için canımı veririm ilkesi bile yeterdi böyle bir politik hamle için.
Aynı şeyi bağımsız adaylara ve Saadet Partisine, hatta Hüdapar’a yapabilirdi. (Bütün bunları hem de seçimin birinci turunun özgül niteliğiyle temellendirerek) önerdik.
Onları isterse reddetsinler ama birdenbire Erdoğan’a karşı bütün muhalefetin birleştiricisi ve en kararlı öncüsü olduğunu gösterirdi. Böyle bir tavır, HDP’nin tecridini engelleyebilir, hatta belki seçim döneminin gerçek yıldızı HDP olabilirdi.
Keza HDP’nin seçim çalışmasını da bir seçim kampanyası olarak ele alması yanlıştı. Seçim kampanyasını bir demokrasi için geniş yığınları örgütleme ve mobilize etme kampanyası olarak ele alması gerekiyordu.
Bu nedenle “adil, eşit, özgür ve hilesiz bir seçim” parolası ve taktik hedefi aynı zamanda geniş yığınları örgütleme ve harekete geçirmenin aynı zamanda tecritten kurtulmanın esaslı bir aracı olurdu. HDP ise çalışmayı tipik bir propaganda ve reklam kampanyası olarak ele alıp sadece kendine oy verenleri kazanmaya yönelik bir çalışma olarak yürüttü. Parti çalışması yaptı. Alternatif bir iktidarın hakları ve özgürlükleri savunan bir devletin tohumu olabilecek örgüt ve mücadele biçimleri neler olabilir diye en küçük bir sorunu bile olmadı.
Örneğin adil, eşit, özgür ve hilesiz bir seçim için tüm muhalefet partilerine ortaklaşa seçim toplantıları yapmayı önerebilirdi. Onlar bundan büük ihtimalle kaçacaklardı. O zaman kendi toplantılarına tüm partilerden sözcüleri de konuşmacı olarak çağırabilir, devletin vermediği olanağı ben veriyorum diyebilirdi.
Böylece farklı görüşlerin hakkını ve özgürlüğünü gözeten, onlara koruma ve imkan sağlayan bir alternatif devletin tohumu olarak davranabilirdi. Böylece hem kendini tecrit olmaktan kurtarır hem geniş yığınlarla adil, eşit, hilesiz bir seçim için öz savunma ve öz örgütlenme grupları kurabilir. Hem de diğer partilerin ne kadar bencil ve demokrasiden uzak olduğunu kanıtlamış olabilirdi. Böyle bir çalışmada HDP bayrakları gösterişleri olmazdı ama fiili ve gerçek demokratik kitle örgütlenmeleri olurdu. HDP’li olmayan insanlar Adil, Hilesiz, Eşit ve Özgür bir seçim amacında birleştirilmiş ve örgütlenmiş olurdu. HDP sise bütün çalışmasını bana oy ver propagandası üzerinden yürüttü.
HDP ayrıca adaylarda küçük burjuvazinin hoşuna gidecek isimler kadar ve onlardan daha fazla Erdoğan’ı tecrit edip ondan oy almayı sağlayacak taktikler ve uzlaşmalar da uygulayabilirdi de uygulayabilirdi. Örneğin, bu çerçevede, bütün Kürt partilerine de ittifak önerebilirdi. Örneğin Hüdapar’a da başkan adaylığı için destek sunabilirdi. Böylece bütün ulusalcı ve dinci Kürtleri de kendi bayrağı altında toplayabilirdi. Onların ön yargılarını yıkabilirdi.
Ayrıca seçim emniyeti için, ipleri CHP’nin eline bırakmayan, aşağıdan gelme ve tekniğin son sözünü kullanan öz örgütlenmeler yapabilirdi.
Bütün böyle bir strateji içinde bilinçlenmiş ve örgütlenmiş geniş kesimleri, seçim günü daha akşam saatlerinde, sokaklarda olmaya çağırabilirdi. O zaman devletin çeteleri sokağa çıkmaya ve egemen olmaya çekinebilirdi. Sokaklardaki kitlelerin varlığı, CHP’yi bu sefer tabanını kaybetmemek için daha kararlı tutumlara geçmek zorunda bırakabilirdi. Bu da güç dengelerini etkilerdi.
Ayrıca küçük dükkancı hesapları yapmadan, bugünün baş sorununu Erdoğan’ı yenmek olduğunu, bunuş için de ilk turda olabildiğince çok ve farklı aday ve bunlardan kim kalırsa onun Erdoğan karısında destekleneceği şeklinde açık ve hedefi net bir stratejiyle geniş kesimlerin güven ve desteğini alır aynı zamanda geniş kitleleri siyasi bakımdan eğitebilirdi.
Bütün bunları yapmadı ve yapamadı HDP.
HDP bir liberal aydın ve akademisyenler, bürokrat sosyalistler ve ulusalcı Kürtler partisi olarak kalmaya devam ediyor. Zerrece yaratıcılık, esneklik, radikallik, ezber bozuculuk, yıkıcılık yok.
Ve muhtemelen bu dönemde de yine mecliste oyalanarak CHP’nin gördüğüne benzer bir işlev görmeye devam edecektir.
Demirtaş da başarısızdır. Demirtaş da kendine ve HDP’ye oy isteyen mesajlar verdi.
Demirtaş sık sık görüldüğü gibi, bir tür Kürt milliyetçiliğinden (2014 Başkanlık seçimleri, Gezi vs. hatırlansın) bu sefer Türk orta sınıflarının hoşuna gidecek bir söyleme ve duygusallığa kaymıştır.
Demirtaş’ın bütün mesajları korkmuyoruz, korkmayalım; yılmıyoruz yılmayalım diye moral vermekten başka bir şey değildi. Maalesef HDP’nin ruhsuzluğunu dengeleyebilecek bir strateji ve politik perspektif vermekten uzaktı.
Kendisine oy istiyordu. Aslında bu bile yanlıştı. Demirtaş HDP’ye oy istemeliydi. Kendisinin alacağı oyun önemsiz olduğunu, kazanma şansı olmadığını ama insanlardan Erdoğan karşısında en çok oyu alabilecek olan ve onu yenebilecek olan aday olarak kimi görüyorlarsa ona oy vermelerini isteyebilirdi. Böyle bir strateji hem Erdoğan karşısındaki kararlılığı arttırır hem de yine Demirtaş’ı Erdoğan’a karşı mücadelenin öncüsü yapardı. Soldaki saçmalık Demirtaş’a da bulaşmıştı. Oy verilmesi istenen ile söylenen arasındaki ilişkiyi karıştırıyorlardı. Sosyalistler en üvenilmezlere bile oy isteyebilirler daha faşitler ve kötüler karşısında ama bu onların oy istediklerinin güenilmez olduğunu söylemesini engellemez. Yani bir sosyalist “Evet Akşener bir faşittir ama şu an Erdoğan baş sorundur onu yıkabilmek ve hareket alanımızı genişletebilmek için Akşener’e oy verilmelidir. Onun hakkında en küçük bir hayale bile kapılmamak gerekir” diyebilen insandır. Selahattin Demirtaş veya HDP’nin bu gibi taktikleri uygulayabilecek ne esnekliği vardı ne de böyle taktiklere tepki gösterecek dar kafalılara direnebilecek cesareti.
HDP bunları yapmadı ve yapamadı. Bugün HDP’den meclise girenlerin geçen dönemden daha başarılı olduğunu söyleyemeyeceğiz.
HDP’nin baştan aşağı değişmesi gerekiyor. HDP’nin programı yanlıştır. Kürtlere Statü programı ile, yani bir politik birim olarak Türklüğün tanınmasına itiraz etmemek ve Kürtlüğün tanınmasını istemek ile, bir başarı kazanma ve Türk çoğunluğu değiştirme ve kazama şansı yoktur. Türkler ancak Türklüğün de tanınmaması stratejisi ile değiştirilebilir ve kazanılabilir. Türklyeri demokrat yapmanın tek yolu budur. Kürtlerin çektiği acıları Türklere anlatmakla bir sonuç alınamaz. Herkes her şeyi bilmektedir. Tok açın halinden anlamaz.
Buna bağlı olarak HDP “Türkiyelileşme”yi batıdaki orta sınıflara yaranmak olarak algılamaktadır. Türkleri ve Kürtleri Türk ve Kürt olmaktan çıkarıp, birer demokrata dönüştürüp Türklere ve Kürtlere karşı bir mücadele başlatma, Türkleri ve Kürtleri ulusu ve politik birimleri, Türklük veya Türklükle tanımlayanlar ve böyle tanımlamaya karşı tanımlayanlar şeklinde bir bölünme yaratmaya çalışmamaktadır.
Örgüt ve mücadele biçimleri konusuna ise hiç girmeyelim.
Seçimi yığınları örgütlemenin, mobilize etmenin ve öz örgütlenmelerini yaratmanın bir aracı, bir imkanı, bir vesilesi olarak değil; bir propaganda kampanyası olarak alıp, (Türk’ün Türke Türklük propagandası gibi) kendi havuzu içinde propaganda yapması, içi boş ama görüntüsü güzel kimsenin okumadığı ve okumayacağı renkli propaganda broşürlerine paralar yatırması enerjiler harcaması gibi yanlışları yazmaya bile değmez.
*
Bu vesileyle doğru işin seçimleri boykot emek olacağı sonucunu çıkaranlara da birkaç söz edelim.
Onlar boykot falan derken, tıpkı CHP’yi başarısız veya HDP’yi başarılı olarak görenlerin tersinden aslında onları yanlış değerlendirdikleri türden bir hata yapmı, seçimlere bir vesile olmanın ötesinde büyük bir anlam yüklemiş olurlar. Bu sol gibi görünen taktiklerin ardında aslında son derece sağ bir anlayış gizlidir.
Tekrar hatırlatalım.
Birincisi seçimler ezilenlerin mücadelesinde sadece ezilenlerin siyasi eğitimi, örgütlenmesin ve mobilizasyonu için sadece küçük bir olanaktır. Bizler iğne deliğinden ışık geçse ondan yararlanmalı, karıncanın gücünü bile ciddiye alıp onu kazanmaya çalışmalıyızdır.
İkincisi, Seçimlerde seçilmenin ve oy almanın önemi bizler için önemi ikincildir, bu olanaktan nasıl yararlandığımız önemlidir.
Üçüncüsü, tam da bu nedenle biz bizlere verilecek oyların daha gerici ve faşistlere yarayabileceği yerlerde daha az tehlikeli olana oy verilmesini isteyebiliriz. Bu oyu isterken onun gerek niteliğini gizlememiz gerekmez, tam aksine söylememiz gerekir.
Seçimleri mücadelede bir olanak olarak görmemenin, onları abartmanın diğer bir biçimi onları bir tük eşit koşullarda yapılan bir spor müsabakası gibi kavramaktır.
Seçimleri eşit koşullarda yapılan bir yarış gibi kavramak aslında seçimleri ve burjuva demokrasisini çok önemsemenin bir yansımasıdır.
Burada sayın Ayşe Hür’ü bir örnek olarak ele alalım.
Sayın Ayşe Hür, bu seçim dönemi boyunca böyle bir çizgiyi savundu. Bunları daha ziyade Twitter’daki paylaşımlarıyla dile getirdi.
Birkaç örnek:
“Hayretle izliyorum. Siyaset bilimcileri sanki sahici bir SEÇİM yapılmış gibi analizler yapıyorlar. “Seçim tiyatrosu”nda irili ufaklı rollerle taltif edilen(!) siyasi aktörler de teşekkür turnesine çıkacaklarmış. Bu arada “kasa” her zamanki gibi “kazanıyor”. Afyon yutmuş gibiyiz.”
“Büyük bir hevesle, faşizmin bir kez daha sandıktan onay almasına katkıda bulunduktan sonra artık şikayet etmemiz gerekiyor…” (Her halde “etmememiz” olacaktı. Yoksa mantıken hatalı oluyor.)
Ayşa Hür seçimlerin sahici bir seçim olmayacağından hareketle seçimleri boykot etmek gerektiği onucunu çıkarıyor.
Bu tamamen yanlış bir çıkarsamadır. Tam da seçimlerin hiç de doğru dürüst bir demokrasi olmadığını söyleyebilmek için bir olanak olarak gördüğünüz takdirde tam da seçimlerin ne kadar eşitsiz ve hileli bir seçim olduğunu göstermek için bir vesiledir seçimler.
Söyleyeceğiniz önemli olduğu, bu yöndeki örgütlenme girişimleriniz önemli olduğu için, bu nedenle, tam da bunları daha geniş kesimlere söyleyebilmek, bu saçmalığa karşı inanları örgütleyebilmek ve harekete geçirebilmek için seçimlere katılmak gerekir.
Yine yanı durumla karşı karşıyayız. CHP’ye soldan yapılan eleştirilerin ardında aslında son derece sağ bir CHP kavrayışının olması gibi, seçimlere katılmaya soldan yapılan eleştirilerin ardında da son derece sağ bir seçim ve parlamentarizm kavrayışı vardır.
*
Seçim konusunu burada kapatalım.
Ne mi yapmak gerekiyor?
Yine eskisi gibi mücadele edeceğiz. Büyük umutlara kapılanlar büyük hayal kırıklıkları ve umutsuzluklar yaşarlar. Bir uçtan diğer uca savrulurlar.
Ne bizim için, ne de insanlık için bir umut yoktur.
Solcuların sürekli umuttan bahsetmesi de küçük burjuva kendini dolduruşa getirme olayıdır. Sanılmaktadır ki insanlar umut olunca mücadele ederler ve başta Demirtaş, tüm sol ha bre umuttan söz ediyor, umuda güzellemeler yapıyor.
Tarih umudun da kaybedecek bir şey olduğunu göstermiştir.
Kaybedecek bir şeyi, umudu bile olmayanların ancak gerçek değişiklikleri yapabileceği unutuluyor.
En büyük devrimci hareketler en kaderci öğretilerden çıkmıştır.
Yer yüzündü bin yıllık adil düzeni kuracak olan Mesihler, Mehdiler zamanın sonunda, yani tüm umutların bittiği noktada ortaya çıkarlar.
Umut bizlere umutsuzlar için verilmiştir.
Herbert Marcuse’nin şu satırları umut sözcüğüyle geviş getirenlere en iyi cevabı verir:
“Hiçbirşey bunun iyi bir son olacağını göstermiyor. Yerleşik toplumların ekonomik ve uygulayımsal yetenekleri en alttakilere yeni düzenlemeler ve ödünler için olanak sunacak denli yeterli ve geniştir, ve silahlı güçleri ivedi durumlar ile ilgilenecek denli eğitimli ve donanımlı. Bununla birlikte, hortlak yine oradadır, ileri toplumların sınırlarının içerisinde ve dışarısında. Uygarlık imparatorluğuna gözdağı veren barbarlar ile yüzeysel ve tarihsel koşutluk soruna önyargı getirmektedir; barbarlığın ikinci dönemi pekala sürekli uygarlık imparatorluğunun kendisi olabilir. Ama şans şudur ki, bu dönemde tarihsel uçlar yine de buluşabilirler: en ileri insanlık bilinci, ve onun en sömürülen gücü. Bu bir şanstan ötesi değildir. Eleştirel toplum kuramının şimdi ve bunun geleceği arasındaki uçurumu birleştirebilecek hiçbir kavramı yoktur: hiçbir söz vermeksizin ve hiçbir başarı göstermeksizin, olumsuz kalmaktadır. Böylece, umutsuz olarak, yaşamlarını Büyük Reddedişe vermiş olanlara ve verenlere bağlı kalmayı istemektedir.
Faşist evrenin başlangıcında Walter Benjamin şunları yazmıştı:
Nur um der Hoffnungslosen Willen ist uns die Hoffnung gegeben.
Salt umutsuzlar uğrunadır ki bize umut verilmiştir.”
*
Biz zaten bu savaşa yenik başladık ve alttaydık. Yine aşnı şekilde savaşa devam.
İçerikte daha da radikalleşmek teorik ve entelektüel bir egemenlik için daha çok çalışmak gerekiyor.
Biçimde en küçük legal olanaktan bile yararlanan, geniş kitleleri kapsayacak, pasif ama var olan devlete karşı alternatif bir devletin tohumu olacak örgüt ve mücadele biçimleri üzerinde yoğunlaşmalı.
Oku ileri atmak için yayı germek gerekir.
Ben kendi payıma böyle yapmaya çalışacağım.