Kişilik nedir ve nasıl açıklanır? Kaygı bozukluklarının ortaya çıkışında hangi faktörler rol oynar? Çocukların kişilik gelişiminde doğum sırasının önemi var mıdır? Haftaya yeniden buluşuncaya dek keyifli okumalar!
Nasıl bir karakteriniz var? Sizi diğerlerinden ayıran özellikleriniz neler? Kendinizi ne kadar iyi tanıyorsunuz? Karakterinizin farkında olmadığınız yönleri var mı? Diğerleri de sizi sizin kendinizi tanımladığınız gibi mi tanımlar?
Bunların tümü hemen herkesin sık sık aklına gelen sorulardır. Ancak cevapları çoğu zaman o kadar da basit ve net değildir. Bu cevaplar en temelde bir birey olarak varoluş biçimimize dayanır. Gordon Allport kişiliğin öznelliğini şu sözlerle vurgular: “İnsanın en ayırt edici özelliği onun bireyselliğidir. Onun gibi bir kişi dünyaya gelmemiştir ve bir daha da gelmeyecektir.” Ancak kişilik kuramları, bu öznel özelliklerin gruplanması ve kategorize edilmesi yolu ile birtakım kişilik tanımlamaları yapar.
Kişilik (personality), Latincede maske anlamına gelen persona kökeninden gelir. Antik tiyatroda oyuncuların taktığı maskelere de bu isim verilmektedir. Analitik psikolojide bu sözcük, toplumun onayını sağlamak amacıyla bireylerin dış dünyaya karşı taktığı maskeler ya da takındığı kimlik olarak tanımlanmaktadır. Jung buna “toplumsal maske” demektedir.
Kişiliğimiz kim olduğumuzdur ve bizi tanımlayan tutarlı özellikler bütünüdür. Kişilik özellikleri kimi zaman keskin ve belirgin, kimi zaman ise belirsiz ve dağınık sınırlar içinde olabilir. Kişilik özellikleri, duruma ve kültüre bağlı olarak “iyi” ya da “kötü” olarak sınıflanabilir.
Peki, insanlar dünyaya yetişkinlikte sahip olacakları kişiliklerin saklandığı bir çekirdekle mi gelirler yoksa hiçbir kişilik özelliğini kalıtsal olarak almadan yardımsever, suçlu, lider olma olasılığına aynı oranda sahip olarak mı? Bu iki uç arasında, elbette daha farklı görüşlere de yer vardır.
Kişilik, farklı kişilik kuramlarına göre değişik boyutlarda ele alınan ve tanımlanan bir kavramdır. Psikanalitik yaklaşım, bilinçdışı süreçlere ve psikoseksüel gelişim evrelerine odaklanır. Örneğin, saldırganlık özelliğini, bilinçdışındaki ölüm dürtüsüne ya da dürtülerin tatmininin engellenmesine bağlar. Oral dönem (0-1 yaş) ya da anal dönem (1-2 yaş) gibi psikoseksüel gelişim evrelerinde yaşanan saplanmaların (fiksasyon), belirli tipte kişilik yapılarına sebep olduğu düşünülür.
Ayırıcı özellik yaklaşımı, davranışın kararlılığına ve bireysel farklara odaklanır. Bir kişinin çocukluk yıllarında gözlemlenen mizaca dayalı belirgin özelliklerinin yetişkinliğe kadar taşındığını söyler. Davranışsal/sosyal öğrenme yaklaşımı ise tüm davranışların ödül ve ceza sistemine bağlı olarak öğrenildiğini, kişiliğin de bu davranışların tutarlı bütünlüğünden oluştuğunu belirtir. Bilişsel yaklaşım, kişiliği bilişsel ve bilgi işleme süreçlerinin şekillendirdiğini söyler ve bir duruma nasıl tepki vereceğimizin, o durumu nasıl yorumladığımıza bağlı olduğunu söyler. Biyolojik bakış açısı, kişilik özelliklerinde kalıtsal eğilimin önemini vurgular.
Kişiliği en iyi anlamanın yolu, onu, bahsi geçen kuramların hiç birini dışlamadan, biyo-psiko-sosyal yaklaşımla ele almaktır. Son yıllarda kişilik ve kişiliğe dair bozukluklar, psikoloji ve psikiyatri araştırmalarının merkezinde yer almaktadır. Önümüzdeki hafta kişilik araştırmaları ve ardından kişiliği değerlendirme yöntemleri ile devam edeceğiz.
Kişilik gelişiminde doğum sırasının etkisi
1928 yılında, çocukların aile sistemindeki yerlerini araştıran Alfred Adler, kişilik gelişimi üzerinde doğum sırasının belirgin bir fark yarattığı sonucuna ulaştı. Ondan yıllar sonra bu konuyla ilgilenen Frank Sulloway ise ailenin ilk çocuğunun girişken ve hırslı, daha sonra doğanların ise isyankar ve maceracı olduklarını savundu. Bu görüşleri takip eden pek çok araştırmacı, yetişkin kişilik özelliklerinin belirleyicisinin büyük oranda dünyaya geliş sırası olduğunu vurguladı. Oysa günümüzde yapılan araştırmalar, çocuğun kaçıncı sırada doğduğundan ziyade ebeveyn önyargılarının belirleyici olduğu görüşünde.
Georgia Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Alan E. Steward, yıllardır ilk doğan çocukların lider pozisyonunda, başarma hırsıyla büyüdüklerini ifade ediyor. En küçük çocukların tecrübelerinin hep yetersiz algılandığı, bu yüzden onlardan beklentinin az olduğu da Steward’ın araştırma sonuçları arasında. Böylece son doğan çocuklar daha eğlenceli, dışadönük ve kendi odaklı oluyorlar. Ortanca çocuklar ilk veya son olmanın ayrıcalığını yaşayamadığından genelde ilgiyi sabit tutmak adına herkesi memnun etme çabasına girişebiliyor ve daha uyumlu oluyorlar.
Cinsiyet rollerine dair önyargılar gibi, doğum sırasıyla ilgili önyargılar da ebeveynlerinin çocuklara nasıl davranacağını etkiliyor. Kız çocukların oyuncak bebekle oynatılması, erkeklere araba alınması gibi çocukların ailedeki yerine göre de farklı yaklaşımlar olabiliyor. İlk doğan çocuklara daha fazla sorumluluk veriliyor, en küçük olanın ise ilgi için başkasıyla yarışması pek gerekmiyor. Anne babalar çocuklarının sıralamasına göre beklentiler geliştirmek yerine, her bir çocuğun güçlü ve zayıf yönlerini izlemeli, desteklemeli.
Kaçırdıklarımız
Hepimiz bir şeyleri seçmekle başka şeyleri kaçırdığımız hissine kapılırız zaman zaman. Bir hayatı seçmekle başka hayatlardan mahrum
kaldığımızı düşünürüz. Psikanalist ve yazar Adam Phillips’in kitabının adı bu kaçınılmaz ve içinden çıkılmaz duruma atıfta bulunuyor. Ama kitabın konusu bununla sınırlı değil: Her zamanki incelikli ve özgün bakış açısıyla Phillips, temel insani duygu ve tecrübelerden bazılarını mercek altına alıyor.
Küçüklüğümüzden beri yakından tanıdığımız hüsran neden kaynaklanır? Aşkla hüsran arasında nasıl bir ilişki var? Gerçek bir tatmin mümkün mü? Nasıl olur da yaşamadığımız deneyimler hakkında, yaşadığımız deneyimlere kıyasla daha çok şey biliyormuş gibi görünürüz? Bu ve benzer sorular üzerine kafa yorarken Phillips, başta Shakespeare ve Freud olmak üzere edebiyatın ve psikanalizin önde gelen isimlerinden faydalanıyor ve ele aldığı eserlere taze bir soluk getiriyor.
Yaygın Anksiyete Bozukluğu-III: Sebepler
Tıpkı diyabet ya da kalp-damar hastalıkları gibi kaygı bozukluklarının da ortaya çıkışı genetik, davranışsal, gelişimsel ve benzeri faktörlerin oluşturduğu karmaşık bir bileşimle açıklanabilir. Görüntüleme teknolojileri ve nörokimyasal teknikler kullanılarak yapılan araştırmalar, beyinde birbirleriyle etkileşim içindeki yapılardan oluşan ve kaygıya neden olan duygulardan sorumlu bir ağın varlığını gösteriyor. Badem biçiminde bir forma sahip olan ve beynin derinliklerinde konuşlanmış amigdala, beynin duyusal sinyalleri işleyen ve bu sinyalleri yorumlayan bölgeleri arasında iletişim kuruyor. Örneğin gelen sinyal tehlikeyi işaret ediyorsa bir korku tepkisi yani kaygı tetikleniyor.
Çalışmalardan elde edilen veriler, amigdalanın merkezinde depolanan duygusal hatıraların fobilerde rol oynayabileceğini düşündürüyor. Benzer şekilde, amigdalanın diğer bölgelerinin ise başka kaygı bozukluklarından sorumlu olabileceği kanısı yaygınlaşıyor. Beynin yapısı ve kaygıyla ilişkili bölgeleriyle ilgili verilerin artması bilim insanlarının kaygı bozuklukları için çok daha spesifik, hedefe özgü tedaviler geliştirmesini sağlayacak. Bu gelişmeler beynin “düşünen” bölgelerinin amigdala üzerindeki etkisini arttırmaya, dolayısıyla korku ve kaygı tepkilerini bilinçli bir şekilde kontrol etmeye dek gidebilir. Nörojeneze (yeni beyin hücrelerinin doğumu) dair yeni bulgular ise hipokampus bölgesinde nöron gelişimi sağlanmasının yoğun kaygı bozukluğu tedavisinde etkili olabileceği yönünde.
İkizler ve aileleriyle yapılan çalışmalar kaygı bozukluklarının ortaya çıkışında genetik mirasın önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Ne var ki yaşamdaki deneyimlerin de azımsanmayacak bir payı var. Örneğin benzer travmatik deneyimler yaşayan kişilerin neden sadece bir kısmında Stres Sonrası Travma Bozukluğu ortaya çıktığını açıklarken genetik faktörler kadar yaşam deneyimlerinin de işin içine katılması gerekiyor. Araştırmacılar genetik ve deneyimsel faktörlerin her bir kaygı bozukluğunda ne şekilde etkileşim içine girdiğini araştırmaya devam ederken elde edilecek bulguların hastalığın önlenmesinde ve tedavisinde etkili olacağı görüşünde.
(Haftaya Tedaviler ile devam edeceğiz.)
THERAPIAGROUP PSİKOLOJİ&PSİKİYATRİ REHBERİ köşesi Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu öncülüğünde; Uzm. Psk. Burcu Gençer, Psk. Ceylan Özge Kunduz, Uzm. Psk. Şencan Taşkale tarafından hazırlanmaktadır.
SORULARINIZ İÇİN: [email protected]
Facebook: facebook.com/TherapiaGroup
Twitter: TherapiaGroup
İnternet adresi: www.therapiagroup.com