- Anti-Monarşik İslamî Hareket
Meşrûtiyet[1] ve cumhuriyeti savunan İslâmcı aydın ve medreselilerin yazılarına yer veren Kânûn-u Esâsî gazetesi, 21 Aralık 1896’da Kahire’de haftalık olarak[2] çıkarılmaya başlandı. Bu gazeteyi çıkaranlardan biri olan Hoca Kadri Efendi, Mehmed Akif’e Rüştiye’de Türk Dili ve Edebiyatı hocalığı yanında fikir babalığı da yapan; sonra II. Abdülhamid’in siyasi baskısından kaçarak Mısır’a gelen, Kahire’de Şeyh Alizâde Hoca Muhyiddin Efendi’nin girişimleriyle birlikte Kânun-u Esâsî gazetesini çıkaranlardan biriydi. Şeyh Alizade Hoca Muhyiddin Efendi ise II. Abdülhamid baskısından biraz uzakta yaşamak için Mısır’a kaçan ulemâdandı.
Kânûn-u Esâsî gazetesi meşrûtiyeti savunuyordu. Logosunun üstünde “İşlerini bir arının bambaşka çiçeklerden öz toplayarak bal yapması gibi farklı düşüncelerden derledikleri görüşlerle, ortak akılla yaparlar.”[3] âyeti vardı. Böylece gazetenin dinsel kaynakçasına vurgu yapılıyordu. Gazetede şûrâ-yı ümmet,[4] tahlîs-i vatan,[5] î’lâ-yı dîn[6] sloganları kullanılıyor ve gazetenin her sayısında Namık Kemal’in “Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhâ-yı hürriyet. Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten”[7] beytini basıyorlardı. Yazarların tamamı II. Abdülhamid’in korkusundan dolayı müstear isimler[8] kullanıyorlardı.
Hoca Kadri Efendi, bu gazeteyi İttihatçıların desteğiyle çıkarmış olsa da İttihatçılar içindeki İslamcı kanadın temsilcilerindendi. Bir müderris[9] ve klasik medreseli olan Şeyh Alizade Hoca Muhyiddin Efendi, meşrûtiyetin (meşrûtî monarşi) yetersiz bir rejim olduğunu belirtmiş ve cumhûriyeti savunmuştur.
Kânûn-u Esâsî gazetesinin yazarları, II. Abdülhamid’in politik gerekçelerle sarıldığı İslam birliği (ittihâd-ı İslâm) siyasetini padişahlığın özgür düşünce düşmanlığı, Müslüman halkların cehâleti, bölünmüşlüğü, dağınıklığı ve gayr-ı Müslimlerin egemenliğinde yaşaması; sömürgecilerin İslâm dünyasını dinamik biçimde kontrol etmesi gibi sebeplerle gerçekçi bulmamışlardır. Ayrıca İslamcılık siyasetinin saray ve saltanat düzenini korumak için üretilmiş bir amaç olması nedeniyle bu hedefin peşinde koşmak yerine saltanat düzenini değiştirip hukûkun egemen olduğu meşrûtî veya cumhûrî bir düzene geçmeyi savunmuşlardır.
Kânûn-u Esâsî gazetesi, II. Abdülhamid’in kendini yücelten satılık kalemler ve gazeteler çıkarttığını öne sürerek Tarik, Tercümân-ı Hakîkat, Sabah, İkdam, Saadet ve Ma‘lûmât gibi gazeteleri gerçekleri gizlemek, II. Abdülhamit’e sahip olmadığı karizmayı[10] yüklemek, padişahtan para alarak borazanlık[11] yapmakla suçlamış; bu eylemlerin büyük bir hata ve günah olduğunu belirtmiştir.[12]
TBMM’de hilâfetin kaldırılması sırasında çıkan tartışmalarda bir medreseli ve hukukçu olan İzmir milletvekili Seyit Bey’in konuşması düşünce tarihimiz açısından bir şaheserdir. Seyit Bey, hilâfeti geleneksel ulemâ gibi uhrevî[13] bir mesele değil idârî[14] ve dünyevî[15] bir sorun olarak görmüş, hilâfetin yerine meşveret[16] düzeni olan meclisin gelmesi gerektiğini savunmuş, halîfeliği Müslümanların sırtındaki bir kambur olarak nitelemiştir.[17]
Namık Kemâllerden Seyid Bey’e uzanan süreçte gerçek anlamıyla hukûk temelinde yükselen laik, demokrat ve toplumcu bir cumhuriyetin kurulması için hilâfet ve saltanatın kaldırılması gerekirdi. Saltanat ve hilâfetin aktif olduğu düzende, yani meşrûtî monarşinin olduğu bir sistemde halk iradesinin gerçek anlamıyla egemen olacağını beklemek balığın kavağa çıkmasını beklemek gibidir. Kimileri günümüzde halk tercihinin doğru yansımadığını söyleyerek cumhuriyetin de çözüm getirmediğini iddia edebilir. Onlara halk cumhuriyeti ile burjuva cumhuriyetinin benzeş olsalar da özdeş olmadıklarını, topluma halk demokrasisini öğretmek gerektiğini belirtirim. Çünkü halkımız demokrasi deyince oy verip partilerden çıkar devşirmeyi sanmaktadır. Bu nedenle halk, sınıfsal bilinçten uzak biçimde menfaat kapılarına dönüşmüş partilerin oyuncakları olmaktan yakasını kurtaramıyor.
- Demokratik Cumhuriyetçi Tanrı
“Besin kaynaklarından doğum ve ölüm yasalarına kadar insanlığın her şeyine hükmeden Tanrı; isteseydi insanları eşitlik, kıst, kardeşlik, özgürlük, sevgi, acıma, barış, emek, paylaşım, direniş, yakınlaşma ve dayanışma gibi değerlere güvenen; etrafına güven veren tiplerden bir toplum yaratırdı. Fakat Tanrı insanlara adaletsizlik, esirlik, nefret, savaş, kavga, sömürü, pasiflik ve ayrışma gibi eylemleri yapma duygusu ve imkânı vererek yolu bireyin kendisinin seçmesine fırsat tanımıştır.
Ey Muhammed! Sana ne oluyor da Tanrı’nın özgür bıraktığı insanlara zorla ideoloji dayatmaya, inanç baskısı yapmaya çalışıyorsun. Tanrı’nın özgür kullarını iyilik, güzellik ve fayda için de olsa barış ve güven zihniyetine zorba yöntemlerle ulaştırma hakkın yoktur.”[18] âyetine göre vicdân elçisi Muhammed bile insanlara evrensel insanlık değerlerini anlatırken onlara inanma, kabullenme ve benimseme dayatmaları yapamaz. İnsanlığı kuşatan bir kurtuluş reçetesi, insanların içten benimsemesiyle, özgür seçimiyle gerçekleşirse bir anlam kazanır. Özgürlük ve barış vaad eden bir söylemin zorbalık ve çatışmacı bir dili önceleyerek kendi ideolojisini benimsemeyene dayatma yapmaya kalkması kabullenilemez. Kur’ân, devrimci hedeflerin devrimci ilkelere göre anlatılması, paylaşılması ve tartışılmasından yanadır. Aksi takdirde cennet söylemiyle dünyayı cehenneme dönüştürenlerin vaat ettikleri cennete kimse tâlip olmaz. Âyetin önerileriyle laik, toplumcu ve demokratik cumhuriyetin paralelliği burada gözümüzden kaçmamaktadır.
“Ey Muhammedî barışçılar! Her birey ve topluluğun bir dünya görüşü, ideolojisi, ütopyası ve yöntemleri vardır. Sizin dünya görüşünüz iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ve faydalıyı zararlıdan ayrıştırma temelleri üzerinde kurulsun; tüm insanlığı kapsayacak bir mutluluk ütopyanız olsun, ihtiyaç fazlası mal ve serveti olanların fazlalıklarını ihtiyaç sahipleriyle özgürce paylaştığı bir doktrininiz bulunsun. Birileriyle yarışacaksanız dünya barışına katkı sunacak iyi, güzel, faydalı işleri yapmada yarışın; mutluluk dağıtmada rekâbet edin, yoksulluğu yok etmede birbirinizi geçmeye çalışın.”[19] âyeti antikapitalist bir dünya kurmamızı, yoksullukla savaşan, insanlığı kucaklayan bir kurtuluş ideoloji yahut kurtuluş teolojisi üretmemizi söylüyor. Âyet, her birey ve topluluğun yaşamak istediği bir dünya gerçeğinden bahsederken Muhammedî devrimcilerin iyi, güzel ve yararlı bir dünya düzeni kurgulayan barış ve güven toplumu kurmasını salık vermektedir.[20]
Âyet, kapitalist düzenin rakibini yok ederek var olmaya çalışan politikasına inat 1.400 yıl öncesinden sesleniyor; yapıcı rekâbeti, insanlığa yarar getiren yarışı, üretim ve paylaşımı ayağa kaldırıp yoksulluk ve açılığı sonlandıran projelerde müsâbakalar[21] yapmayı öneriyor. Kur’ân vahşi biçimde kazanmayı değil, doğayla barışık, sınıflaşma karşıtı, mutluluk getiren, insanları birleştiren, savaşları durduran, barış dilini dünya bayrağına dönüştüren bir yeryüzü istemektedir.
“Ey Muhammed! İnsanı canlı ve cansızlara yakınlaştırdığı düşünülerek girilen yanlış yöntem ve düşüncelerden doğru olan vicdânî ve felsefi kabullere yönel. Esirlik, kölelik, bencillik, sınıflaşma, kavmiyetçilik, mülkiyetçilik, cinsiyetçilik gibi insanlığı felâkete götüren yollardan dayanışma, paylaşma, özgürlük, güven, yakınlaşma ve barış yoluna dönerek çoğulcu birlikteliği ayağa kaldır. Varoluşumuza katkısı olan evren, doğa, insan, anne, baba, hayvan, bitki ve cansızlar gibi tüm bileşenlere karşı borç bilincini yanlış düşünce, yöntem ve inançlarda aramaktan kurtulup bilinci doğru biçimde uygulama arayışına gir.”[22] âyeti sevgi ve acımanın ete kemiğe bürünmüş prototipi[23] olan İbrâhîm üzerinden çağrı yapıyor. İyi niyetle kötülük yapılabileceğinden, doğruluk umuduyla eğri yöntemlere girilebileceğinden ve bunları yaparken fenalıkların farkına varılamayacağından bahsedilmektedir. İnsanlığı kasıp kavuran toplumsal, ekonomik, politik, hukûkî, tarımsal, hayvancı, askerî, etik sorunlarla baş edebilmenin yöntemi önce sağlam temelli felsefi tezler üretme; sonra “Birlikten kuvvet doğar.” atasözünde olduğu gibi dayanışma örgütleri kurup örgütlü mücadele yöntemine geçmedir. Çünkü vicdânın sesiyle uyumlu felsefî görüşler, zâlim ve yardakçıları[24] tarafından bastırılsa da örgütlü eyleme dönüşen hiçbir vicdânî hareket kalıcı biçimde susturulamaz.
Devrimci, feodal düzen karşıtı, demokratik cumhuriyetçi olan Kur’ân; âyetleriyle inanılmaz biçimde çağın düşünce sistemleriyle çatışan veya uyuşan ilkeler ortaya koymuştur. Örneğin cumhuriyete dair Kur’ân ne söylemiştir, diye yola çıktığımızda şu örneklerle karşılaşıyoruz:
Barış için eyleme geç;[25] bütün dengeleri bozan; güzellik, iyilik, affedicilik, acıma, koruma ve yakınlığı kaldıran kişi ve yönetimlerle mücâdele et;[26] üretilen devlet sembolleri üzerinden özgürlük, inanç, düşünce, yaşam biçimi, toplumsal düzen anlayışları tekeli kuran yaklaşımlara karşı çık;[27] hiç kimseye ve hiçbir kuruma her şeyi bilen, gören, kuşatan ve kontrol eden bir yetki verme;[28] halkın ve ülkenin yönetimini bir kişiye verme,[29] anlam derinliği ve inceliğine, olayların arka plân analizlerine, görülenlerin görülemeyen yönlerini kavrama gücüne sahip ol;[30] kendini kimsenin malı olarak görme,[31] silahları gömen barış açılımı yap,[32] kimseyi yeri ve yurdundan sürme,[33] herkesin güven içinde yaşadığı bir yurt kur;[34] güzel sözler ve verimli toprakların olduğu, lezzetli yemekleri ve güzel kokuları olan, temiz suları ve yasal kazançları bulunan, onurlu kimselerden oluşan bir yurt kur;[35] kendini hesap sorulamaz, dokunulamaz, erişilemez ve ulaşılamaz yapanlara karşı mücâdele et;[36] toplumdan çaldıklarını hesapsızca harcayan, harcarken sınır tanımayan; kimseye hesap vermeden savuran kimselerle mücâdele et;[37] makamlara hak edenleri getir,[38] her türlü yönetim makamı ve gücünü hesap vermeye zorla;[39] yönetimde kararları ilgililer, uzmanlar ve muhataplar ile birlikte al; ortak akılla iş yap;[40] yalandan hoşlanan, rüşvet yiyen, her türlü yiyiciliği yapan yöneticilerle mücâdele et;[41] yönetim makamlarındaki herkesi tartışılabilir, sorgulanabilir, görevden alınabilir ve değiştirilebilir konumda tut.[42]
Kur’ân, demokratik cumhuriyet devrimine şöyle devam ediyor:
Yönetimlerin “Siz sürüsünüz, ben çobanım, sizi güderim, siz de ıslığım ve kavalımın sesine göre hareket edersiniz.” anlamındaki sözleriyle halkı sürü yerine koymasına “Bizi dinlemek zorundasın, bizimle sorunları tartışmalısın; ne sen çobansın ne de biz senin sürünüz.” diyerek karşı çık;[43] “Astığım astık, kestiğim kestik; çaldığım düdük, oyarım da soyarım da, kimseye hesap vermem; hukûk tanımam; işime geleni yapar, gelmeyeni görmem.” anlamındaki söz ve eylemlerle elindeki makam ve görev gücüne dayanarak başımızda boza pişirmeye kalkanlara haddini bildir; tepemizde satır sallanmasına karşı başkaldır;[44] barış ve güven ortamına çağırarak insanların şereflerini yükselt,[45] zorbalık yapanlara karşı mücâdele et,[46] torpilcilikle savaş;[47] sahip olduğu servet ve makamın gücüne dayanarak büyüklenen, kendi hesabına gelen emirler yağdırıp yasaklar koyan, kânunlar çıkarıp yönetmelikler değiştirenler ile mücâdele et;[48] nimet ve imkânlardan mahrum olan, özgür seçim yapma fırsatı elinden alınan, iyilik ve mutluluk kendisine çok görülen kimselere ihtiyaç duydukları alanda karşılıksız iyilik yap;[49] kimsesiz, sahipsiz, yerinden yurdundan koparılmış, hiçbir koruyanı olmayan, içli ve acılı bir yalnızlık içine düşmüş ve eşine kavuşamayan kimselere sahip çık;[50] yolu açılmayan, yol bulamayan, yol alamayan, yolu görünmeyen, yolu kesilen, yoldan çevrilen, yolunu kaybeden, yoldan dönemeyen, yolda kalan, yolsuzluğa bulaştırılan, yoluna taş konan, yollu yapılan, yoldaş edinemeyen, bir yola hapsedilen kimselere yardım et.[51]
Anti-demokratik düzene karşı Kur’ân lâ[52] söylemini şöyle sürdürüyor:
Sevdiğine ve evine gitmesi engellenen, özgürlüğü çalınan, yaban ellerde unutulan, sokakta yaşayan, rehin alınan, zorla borçlandırılan, mülteci veya sığınmacı durumuna düşürülen, tecâvüze uğrayan, mafyanın emrinde çalıştırılan, her türlü varlığı tehdit altında olan kimseleri içinde bulundukları bataktan çıkar;[53] yeterlilik, yetenek, bilgi ve donanımı olmasına rağmen kapılar yüzüne kapatılana kapıları aç;[54] bebekken gömülen, satılan, borç karşılığında kullanılan, kocasını başka kadınlarla paylaşmak zorunda kalan, kocası ölünce birinin üzerine attığı özel eşya ile onun malı olan, “Anam/bacım gibisin.” denilince kocasına bağlı bir köle durumuna düşürülen, mirastan ya yararlandırılmayan ya da eksik faydalandırılan kadına sahip çık;[55] kamu malını kendi başına veya yandaşı, akrabası ve taraftarları ile birlikte yiyenlerden hesap sor;[56] zenginlik, kariyer, makam ve konfor şımarıklığı sergileyip toplumsal sözleşmeye uymayanlardan hesap sor;[57] kendini bulunmaz Hint kumaşı zannederek topluma tepeden bakanlara aynı biçimde davran;[58] yetki ve mevkisini kullanarak hırsızlık yapanların bireysel ve sosyal kaynaklarını güç kullanarak yok et; onları saygınlık makamlarından indir;[59] bilerek ve isteyerek gerçeği gizleyenlerle mücâdele et;[60] büyüklenen ve sınıflaşanlar; kast[61] ilişkisi ve sınıfsal düzeni savunanlar; kavmini kutsayanlar; erkek egemen toplumu savunanlar, siyasal ve ekonomik mülkiyet eşitsizliğini hayatın doğalı sayanlar ile mücâdele et;[62] insanı tahmin etmediği yer ve beklemediği zamanda zora sokan fırsatçı, yalancı, talancı ve zarar verici tipler ile mücâdele et;[63] belge, bilgi ve delile rağmen eğriyi seçen tiplerle mücâdele et;[64] kurgulattığı yalanlar ile insanları kandıran, aklı karıştıran haber üretenlerle mücâdele et.[65]
devam edecek…
___________________________________________________________________________
[1] Meşrûtiyet: Kral veya padişahın yönetim ortağı olduğu bir ülkede krallık veya padişahlığın yetkilerinin meclis ve başbakan tarafından kısıtlandığı yönetim sistemi. Buna meşrûtî monarşi de denir. Örneğin İngiltere bir meşrûtî monarşidir.
[2] Sadece pazartesi günleri yayımlanıyordu.
[3] Şûrâ, 38/Ve emru-hum şûrâ beyne-hum
[4] Şûrâ-yı ümmet: İslâm toplumunun ortak aklı.
[5] Tahlîs-i vatan: Yurdun kurtuluşu
[6] Îlâ-yı dîn: Dîni hak ettiği yere çıkarma, dîni yüceltme.
[7] Yaptığın adâletsizliklerle özgürlüğü yok edemezsin, elinden geliyorsa insanlıktan düşünme ve kavrama yeteneğini kaldır.
[8] Müstear: Geçici, takma, sahte, fake ad, nickname.
[9] Müderris: Medrese hocası, ders veren.
[10] Karizma: Etkileyicilik, büyüleyicilik, etki uyandırma, çekicilik, olağanüstü etkileme gücü.
[11] Borazan: Boru biçiminde üflemeli çalgı. Bu çalgıyı çalana da borazan denir. (Borazan çalmak: Fena ve kötü bir haber alma, yalan söyleme, gizlediği bir sırrı ortaya çıkarma, belaya uğrama.)
[12] Seydi Vakkas Toprak, Kanun-i Esasi Gazetesi’nde İttihâd-ı İslam Teması, Adıyaman Üniversitesi, 2018, 34. cilt, 97. sayı, s. 109-138, 09.05.2018, www.dergipark.org.tr
[13] Uhrevî: Âhiretle ilgili, âhirete ait, cennet veya cehennem sonucunu doğuran bir eylem (gereği)
[14] İdârî: İdâre ile ilgili, yönetsel, yönetime ait.
[15] Dünyevî: Dünyâya ait, dünya düzeniyle ilgili, âhiret meseleleriyle ilgisiz, seküler.
[16] Meşveret: Bir işi farklı bakış açısına sahip kimselerle konuşarak veya işin uzmanları ve muhataplarıyla konuşarak işi sonuca bağlamak. Şûrâya dayalı yönetim sistemi, sovyet meclisi düzeni.
[17] Hüseyin Arslandini, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Bilim Dalı, Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, Dini Araştırmalar, Temmuz-Aralık 2010, 13. cilt, 37. sayı, ss. 45-62; Yusuf Eşit, Seyyid Bey’in Hilafete Dair Görüşlerinin İslam Hukuku Açısından Değerlendirilmesi, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Hukuku Anabilim Dalı, I. Uluslararası Elazığ Sosyal Bilimler Sempozyumu, 13-15 Ekim 2016; Firdevs Eskin, Seyyid Bey’in Hilafetin Şerʻi Mahiyetine Dair Görüşleri, www.islamtarihi.net.
[18] Yunus, 99/Velev şâe rabbu-ke le-âmene men fi’l-arzi kullu-hum cemî’(an) e-fe-ente tukri-hu’n-nâse hattâ yekûnû mu’minîn(e)
[19] Bakara, 148/Ve-li-kullin viche-tun huve muvellî-hâ fe’s-tebigu’l-hayrât(i)
[20] Salık vermek: Olmuş veya olacak bir olayla ilgili verilen haber/bilgi. Birini veya bir şeyi işe yarar, elverişli, iyi, uygun diye bildirmek. Önermek, tavsiye etmek.
[21] Müsâbaka: Karşılaşma (maç, turnuva gibi), yarış, yarışma.
[22] Rûm, 30/Fe-egim veche-ke li’d-dîni hanîf(en)
[23] Pro-to-tip: İlk tip, ilk örnek, ilk model.
[24] Yardakçı: Kötü işlerde kötülere yardım eden. (Yardak: Bir işin hızlı tamamlanmasına yardım eden.)
[25] Yunus, 4.
[26] Muhammed, 22/Fe hel ‘asey-tum in tevelley-tum en tufsidû fî’l-‘arzi ve tugaddi’û erhâme-kum
[27] Nuh, 23-24.
[28] Cin, 28/Ehâta bi-mâ ledey-him ve ahsâ kulle şey’in ‘aded(en)
[29] Burûc, 9/Ellezî le-hû mülku’s-semâvâti ve’l-‘arzi va’l-lâhu ‘alâ kulli şey’in şehîd(un)
[30] Bakara, 269/Yu’ti’l-hikmete men yeşâ(u) ve men yu’te’l-hikmete fe gad-ûtiye hayran kesîran ve mâ-yezze’k-keru illâ ulu’l-elbâb(i)
[31] Nûr, 42/Ve li’l-lâhi mülkü’s-semâvât(i) ve’l-arz(i)
[32] Fetih, 1/İn-nâ feteh-nâ le-ke fethan mubîyn(en)
[33] Bakara, 246/Gâlû ve mâ le-nâ ellâ nugâtile fî-sebîli’l-lâh(i) ve gad uhric-nâ min diyâri-nâ ve ebnâi-nâ
[34] Tîn, 3/El-beledi’l-emîn(i)
[35] A’raf, 58; Sebe, 15/Belde(tün) dayyibe(tün)
[36] Enbiyâ, 29/Ve men ye-gul min-hum innî ilâhun min dûni-hî fe-zâli-ke neczîy-hi cehenneme kezâlike necziye’z-zâlimîyn(e)
[37] Yunus, 83/Ve inne fir’avne le’âlin fi’l-‘arzi ve inne-hû le-mine’l-müsrifîyn(e)
[38] Nisâ, 58/İnne’l-lâhe ye’muru-kum en tueddu’l-emânâti ilâ ehli-he ve izâ hakem-tüm beyne’n-nâsi en tahkumû bi’l-‘adl(i)
[39] Sa’d, 26/Yâ dâvûdu innâ ceâl-na-ke halîfeten fi’l-arzi feh-kum beyne’n-nâsi bi’l-haggi ve lâ tettebi’i’l-hevâ fe-yuzille-ke ‘an-sebîli’l-lâhi inne’l-lezîyne yezillûne ‘an sebîli’l-lâhi le-hum ‘azâbun şedîdun bi-mâ nesû yemve’l-hisâb(i)
[40] Şûrâ 38/Egâmu’s-salâte ve emru-hum şûrâ beyne-hum
[41] Mâide, 42/Semmâ’ûne li’l-kezibi ekkâlûne li’s-suhti fe in câu-ke feh-kum beyne-hum ev a’ğrız ‘an-hum ve in tu’ğriz ân-hum fe-len yezurrû-ke şey’en ve in hakem-te feh-kum beyne-hum bi’l-gısdi inne’l-lâhe yuhibbu’l-mugsidîyn(e)
[42] Mu’minûn, 116.
[43] Bakara, 104.
[44] Ğaşiye 22/Leste ‘aley-him bi-Mûsâydır
[45] Kâf, 45/Ve-mâ ente ‘aley-him bi-cebbârin fe-zekkir bi’l-gur’âni
[46] Kâf, 45/Ve-mâ ente ‘aley-him bi-cebbârin fe-zekkir bi’l-gur’âni
[47] Hûd, 37/Ve lâ-tuhâdıb-nî fi’l-lezîne zalemû
[48] Sebe, 31-33/İstekberû
[49] Bakara, 184/Fe men tatavva’a hayran fe-huve hayrun le-hû
[50] Mâun, 2/Fe zâlike’l-lezî yedu’u’l-yetîm(e)
[51] İsrâ, 26/İbn-u sebîl
[52] Lâ: Hâyır, olmaz, asla.
[53] İsrâ, 26/İbn-u sebîl
[54] Meâric, 25/Li’s-sâil(i) ve’l-mahrûm
[55] Resmî mushaf sıralamasına göre dördüncü, nuzûl sırasına göre 101. sûre adıdır.
[56] Ahkâf, 21/İnnî ehâfu ‘aley-kum ‘azâbe yevmin ‘azîm(in)
[57] Vâkı’a, 41-56/Ve ashâbu’ş-şimâli mâ ashâbu’ş-şimâl(i) fî semûm(in) ve hamîm(in) ve zillin min yahmûm(in) lâ bârid(in) velâ kerîm(in) inne-hum kânû gable zâlike mutrafîn(e) ve kânû yusirrûne ‘ale’l-hinsi-l’azîm(i) ve kânû yegûlûne e-izâ mitnâ ve kun-nâ turâben ve ’izâmen e-innâ le-meb’ûsûn(e) eve âbâune’l-evvelûn(e) gul inne’l-evvelîne ve’l-âḣirîn(e) lemecmû’ûne ilâ mîgâti yevmin ma’lûm(in) summe inne-kum eyyuhe’d-dâllûne’l-mukezzibûn(e) le-âkilûne min şecerin min zaggûm(in) fe mâli-ûne minhe’l-budûn(e) fe şâribûne ‘aleyhi mine’l-hamîm(i) fe şâribûne şurbe’l-hîm(i) hêzê nuzulu-hum yevme’d-dîn(i)
[58] Necm, 32/Fe lâ-tuzekkû enfuse-kum
[59] Mâide, 38/Ve’s-sârigu ve’s-sârigatu fagda’û eydiye-huma
[60] Bakara, 19.
[61] Kast (sistemi): İnsanları doğum yeri, dili, dini, mezhebi, anne babası, ekonomik varlığ, siyasi görüşü ve makamına göre ayırma ve bu konuda keskin kurallar belirleme. Arabistan ve Hindistan’da kabileler arasında üstünlük sıralası var ve alt kabileden biri üst kabileden biriyle evlenemez, çünkü eşitsiz ilişkidir. Arapların mülkiyetçi ve kavmiyetçi bu anlayışı fıkıh (İslâm hukûku) adı altında geleneksel ve mezhepçi İslâm’a taşınmıştır.
[62] Bakara, 221.
[63] Bakara, 14, 102.
[64] Bakara, 26.
[65] Bakara, 26.