AdiLMedya – 2015 1Mayıs’ı geçti, ama 2016 ve sonrasındaki yıllarda 1Mayıslar gene gelecek… Biz olsak da olmasak da o olacak. 1Mayıslar şahıslarla ve dönemin iktidar/hükümet, sendika ve diğer kurumlarına/kuruluşlarına bağlı değil, çünkü o evrensel bir değerdir… Dünyanın her yerinde 1 Mayıs programları gerçekleştirilir. O programların tamamında konu, 1Mayıs Değerinin gerçek içeriği ile ilgilidir. İnsanlar o programlarda hem şenlik tadında eğleniyorlar, hem dikkat çekmek istedikleri konuları gündeme taşıyorlar. Bu anlamda emek ve emekçiler gündemin gerçek öznesi olup mesaja dönüşüyorlar. Güney Amerika ülkeleri ile Avrupa’da gerçekten insan onurunu öne çıkaran, anlamlı ve değerli eylemler gerçekleştiriliyor. Elbette bu noktaya öyle durup dururken kolayca gelinmedi. Bazı Asya ülkelerinde de anmaya değer programların sergilendiği söylenebilir. Türkiye’ye gelince o, hem Asya hem Avrupa ülkesidir. Bundan mıdır nedir bilinmez, bir türlü gerçek özneyi ortaya çıkarıp şanına yakışır bir iklimde 1Mayıs’ı yaşayamaz, yaşatamazlar…
Geçmişten kalma gönülleri yakan acı bir yara var. Hiç kimse bunu görmezlikten gelemez. Asla o gün ve yaşananlar yok sayılamaz; bunun altını çizerek silinmez bir şekilde kaydetmek gerekir. Milletlerin hayatlarında böyle kuvvetle işaretlenmiş önemli tarihi noktalar vardır. Bunların unutulmaması ve belleklerde canlı tutulması, toplumların dinamik kalmalarına katkı sağlar. İlerleyen süreçte bu tür olayların toplumların gönüllerinde kazandıkları bir makamları olur. Evet, böyle makamlar vardır ve bu makamlar yerli yerinde tutulup zedelenmemeleri sağlanırsa, toplumsal ruh sağlığını besleyen yararlı gıdalara dönüşürler. Keşke yaşanmasaydı (Ah, şu keşkeler olmasaydı!). Ama madem yaşandı ve yürekleri kavuruyor. O zaman orada ölenler şimdi burada diri olanlarla birlikte bir değer ortaya çıkarmalılar. İşte onu arıyorum…
“Orada” dediğim yer “Taksim”dir, ama “burada” dediğim yer “Taksim” değildir. Ya da sadece “Taksim” değildir. Hatta 1Mayıs’larla ilgili programlar, eylemler, eğlenceler her ne ise işte onlar, bir yere, mekâna, alana sıkıştırılmamalı. Denilebilir ki; “Zaten bir yere sıkıştırılmıyor, değişik yerlerde çeşitli programlar gerçekleştiriliyor.” İşte onları sadece orada olanlar görüyor ve biliyor. Onların dışındakilerin gözü kulağı Taksim’de; ne gibi olaylar çıktı, kaç kişi öldü, ne kadar insan gözaltına alındı, polislerin güç kullanımları orantılı mı orantısız mıydı? Ve de işyerlerine zarar verildi mi, parklardaki çiçekler ezildi mi, araçlar tahrip edildi mi? Taksime hangi yoldan hangi flama ve dövizlerle kimler girmeye çalıştı, hangi giriş güzergâhında çatışma, arbede çıktı? Tomalarla neler yapıldı, oralarda sivil ve tarafsız halktan kimse var mıydı, onlar zarar gördü mü? Her gün olduğu gibi o gün de rutin bir şekilde işine, gezmeye, gezinmeye ya da başka nedenlerle bir yerden başka bir yere gitmek durumunda olan insanlar ne oldu, gidecekleri yerlere gidebildiler mi? Hangi güzergâhlar ve hangi toplu taşıma araçları o gün görev dışı bırakıldılar? Bütün bu soruların 1 Mayıs’la ilgisi var…
Evet, aynen öyle; çok yakından ilgisi var… Gene hiç sevmediğim şu “keşke” kelimesini kullanmak zorunda olduğumdan üzgünüm: keşke geçmişteki 1 Mayıslar daha sağlıklı işlevler yerine getirselerdi de bugün bu soruları sormak durumunda olmasaydık. Sanki özne nesne karışması var. Şöyle bir soru sorabiliriz: “Asıl/esas olan nedir, yani ne esas, asıl mesele nedir?” Gerçekte bu temel sorunun cevabı belli: 1 Mayıs… Yoksa temelde ve evrensel algıda “Taksim” diye bir mesele yok… 1 Mayıs bir “Gün”, yılda bir karşımıza çıkan bir tarihtir. Fakat o “Gün”, farklı bir adlandırma, işaretleme, görev yükleme, anlam ve değer kazandırma içinde bulunan ayrı bir zaman parçasıdır. Taksim yerler içinde böyle bir yer değildir. Yani olmazsa olmaz değildir. Dünya’nın birçok yerinde üzerinde çok önemli, değerli, fazlasıyla hatırı sayılır olayların olduğu yerler vardır, bunların kaç tanesi ya da hangisi bir kavga aracıdır, başka bir deyişle huzursuzluğa, kavgaya, zarara, acıya, eleme, didişmeye sebep bir yer, mekândır?
Bazen düşünsel ufkumda kendimi Türkiye’nin dışına çıkarıyor ve dışarıdan bir bakış yapıyorum: çok şaşırıyor ve hayret ediyorum… Türkiyeli birey ve toplulukların ilginç bir huyu/huyları var: her şeyi rayından düşürme, yolundan saptırma, itibarsızlaştırma. İstediğiniz birime bakabilirsiniz; ne doğru işliyor, kim neyden şikâyetçi değil… E, durum böyle olunca, elbet “1 Mayıs”lar da bunlardan paylarına düşeni alıyorlar ve hiç kimse hiçbir “1Mayıs”tan bir şey öğrenemiyor, işin daha kötü tarafı hiçbir umuda ve beklentiye giremiyor. Şu işe bakar mısınız? En yetkili ve sorumlu kişi “Doğalgaz dünyada ve ülkemizde ucuzladı, ama bu, bizim ülkemizde tüketiciye yansımayacak” diyor. Bu nedir “efendiler”? Sendikalar ne iş yapar? Taksim çıkmazı tarafları; iki girişli, fakat çıkışsız dolambaç, girdap içinde güç şovu yapıyor; bütün temel ihtiyaç maddeleri durmadan zamlanıyor, kimin umurunda!
Her oyunda oyuncular, oyun kurucular ve seyirciler vardır. Bu denklemde genellikle seyirciler dışındakilerin hepsi bir şeyler kazanır. Seyirciler ise kendisi para etmez ama onlar için anlamlı olan eğlenme, heyecan, mutluluk, mutsuzluk, sevinme, üzülme gibi duygusal etkileyicileri paralarıyla satın alırlar. Şimdi bu Taksim nasıl bir oyun ki kazananı yok! Acaba gerçekten öyle mi? Bazı grupların polislerle itiş kakışından kim ne kazanabilir ki? Siyasi iktidar sahipleri ya da sendika yöneticileri… Bence ikisi de aynı şeyi kazanıyor: siyasal iktidar sahipleri, Taksim’e geçit vermeyerek kırıp dökücülerin marifetiyle kötü sendikacı imajı üretmekle; sendikacı da polislerin yaptıkları üzerinden yasakçı, otoriter-totaliter siyasetçi imajı üretmekle; yani ikisi de birbirine benzer yöntemle“oy” ve “koltuğu kaptırmama fırsatını” kazanıyorlar… Ha, bu arada dünya nezdinde hep beraber itibar kaybına uğruyoruz. Bunu da unutmamak gerekir. Şimdi biri çıkıp da “Ya Allah indinde?” diye sorarsa, ne diyeceğiz? Herkes cevabını kendisi versin. Şu “Taksim” meselesi denklemine başka bir tarzda, farklı bir gözle, işe yarar bir paradigma ile bakamaz mıyız? Yukarıda “ bir değer ortaya çıkarmalı, onu arıyorum” demiştim. Şöyle tarihe bir bakıyorum, bu sorunu çözmede işimize hangi örnek yarayabilir diye… Yerli yabancı fark etmez… Tamamen yeni ve bilmediğimiz bir şey de ortaya çıkarabiliriz. Böyle bir şey olursa o da denenebilir…
İki bin on altı 1Mayıs’ı için şimdiden düşünmeye başladım, muhtemel olabilecekler: İstanbul için, devrin hükümet ve il yönetimi herhangi bir yasak duyurusu yapmıyor. Katılımcı sendika, kurum, kuruluş, birey ve topluluklar kendi organizeleri ile 1 Mayıs programlarını Taksim’de gerçekleştirme yerine kendiliklerinden Avrupa yakasında Yenikapı, Anadolu yakasında ise Maltepe’de çok yüksek bir katılımla büyük bir coşku ve başarı içinde gerçekleştiriyorlar. “Bravo hükümete! Oralarda da bir yasakçılık yapmadı” diyebilir miyiz? Ne gereği var, değil mi? Ya da Bazı kişi, kurum ve kuruluşlar programlarını Taksim meydanında istedikleri gibi gerçekleştiriyorlar. Bence birincisi daha anlamlı ve iyidir. Bir milyon işçisever ve emeğe saygılı insan Yenikapı’da, iki milyon gene aynı kalitedeki insan Maltepe’de bayram yapıyor. Ne müthiş bir şey olur! Olur mu? Bence olur ve çok da iyi olur. Böyle olmakla ne işçi tarafı, ne hükümet tarafı bir şey kaybetmiş ve geri çekilmiş olmaz.
Diğer bir ihtimal; 2016’da İstanbul’da İşçi Bayramı olmayacak; İstanbullu işçilerin bir kısmı bu yıl Konyalı kardeşleri ile bayramlarını Konya’da ve bir kısmı da Diyarbakır’da yapacaklar. Daha sonra Kayseri, Trabzon; ondan sonra Bursa, Adana; derken sıra İstanbul’a gelecek. O zamana kadar devrin belediyeleri daha büyük meydanlar hazırlamadılarsa, “eyvah!” diyecekler. İstanbul’a yakışır mı, gelecek işçileri ağırlayamamak?
Ya da eski tas eski hamam, aynı sahneler. Bu ise hiç yakışmaz…
Bu nedir bilir misiniz? Her kaplumbağa kendi sırtını dünyanın en büyük dağı zannedermiş ve bununla övünerek avunur dururmuş. Yok, böyle bir şey! İşçiler, siyasal ve sendikal iktidarların sürdürdükleri süreçlerin esiri olmamalı, bu işçilerin ve hükümetlerin kaderi değildir.
Ayrılış ve gidişler vardır, onların geri dönüşü yoktur, gidilen yerlerde kayboluşlar yaşanır. Ama bazı ayrılış ve gidişler vardır ki, onların dönüşleri muhteşem olur, geri gelişleri destan ve efsaneler yaratır. Neden olmasın? Resullerin yaptıklarında dönemindeki ve sonraki insanlar için güzel ve uygulanabilir örnekler vardır. Bunlardan en önemlisi ve yaygın olanı hicrettir. Taksime takılıp kalınmamalı, oranın hatırası illa ki oraya gidip çelenk koymakla anılmaz, yüceltilemez. Hicreti düşünelim; Hz. Muhammed’in(s) Mekke’ye dönüşünü hatırlayalım. Bu anlamda düşünüp ve bakalım! Hz. Muhammed(s), Mekke’yi fethettikten sonra orada kalmadı ve Medine’ye döndü. Ama gel gör ki iki dönüş de çok muhteşem oldu ve bütün insanlar hayran kaldı. Sen de ey işçi kardeşim insanları hayran bırakacak eylemler yapabilirsin… 2016’da Güney Amerikalı, Avrupalı, Asyalı, Afrikalı işçi liderleri, emek ve emekçiye saygılı yaşayan düşünür ve filozofların katılımlarıyla Anadolu’nun tam ortasında Konya ve Kayseri’de yap işçi bayramını, göreceksin Taksim bocalamalarından daha yararlı olacak Türkiyeli işçi için… Enerjini boşa tükettirmek için uğraşanlara fırsat verme, kendi gücünü gör ve kullan. Değişken, dinamik ve haklı olma gücüyle işçileri sevindir. Bunun tek şartı Taksim değildir. Kaldı ki bu çıkış ona da değer katacaktır…
“”””””””””””””””” 04 Mayıs 2015 “”””””””””””””””””