Toplumsal tarih kuramına, iktidarlaşma ve iktidarlaşmaya direnme çizgilerini açıklayan “yukarısı, yukarıdan tahakküm” ve “aşağısı, aşağıdan direniş” kavramlarını ekleyebiliriz.
Bu kavramlar, toplumsal tarihte geçen olayların koordinatlarını belirleme noktasında bize yardımcı olacak, gelişim ve değişim içindeki olguların derinliğini, mekânını, yön ve yönelimini izah etmemize açıklık kazandıracaktır. Bu kavramlara, “üstünde/on” ve “içinde/in” kavramları da denebilir.
İktidar yukarısıdır, her şeyin ‘üstünde’ iradevi bir güçtür, kapsayıcılığı üstten ve belirleyiciliği tek yönlüdür. Direnme ve kaçış çizgileri ise aşağısıdır, hayatın ‘içinde’ rizomatik ağlarla yayılan “kendiliğindenci” bir güçtür, kapsayıcılığı çok yönlü ve geçişkendir. İradevi yönelim, iktidar gücünün denetimindeki “kutsal” yasalarla dik durur, beşeri ve dünyevidir. “Kendiliğindenci” varoluş ise kalbî ve ilâhidir. Burada “kendiliğindencilik” tırnak içine alınmıştır. Çünkü tamamen kendi başına, başıboş bir varoluşun süregidişinden bahsedilmesi olanaksızdır. Tırnak içine almamızın nedeni, her şeyin ölçüsünü/kaderini belirlemiş olan ilâhi gücün, evrime açık tutulan sürece; insanlar ve doğa aracılığıyla müdahale edebilme ve yön verebilme gücü olduğunun unutulmaması içindir. “Kendiliğindenci” yönelim, tam bir doğallık ve rıza işleyişidir, gönüllülük ilişkilenmelerine, ahlâki ve moral değerlere, ortak iyilik ve kamusal faydacılık inancına, empatiye dayanır. Kendiliğindenciliğin rizomatik ağı; sezgiler ve ilhamlarla, vicdani bir özgürlük ruhunun kalpten gelen derin inancı ve sadakati içinde yayılır. (Görünür âlemden örneklersek, rizomatik ağlar; bir sarmaşık ya da üzüm asması gibi, salkım saçak ve her yöne ilerleyebilen bitkilerle benzeşir veya bir ağacın, çoklu kökleri gibidir.)
Aşağıdan yayılan ve doğal rizom ağların gönüllülük ilişkilenmeleri içinde süregiden, “kendiliğindenci” hayata; yukarıdan, iradevi olarak müdahale eden zora dayalı hiyerarşik sistem, kendisine muhalif olan güçlere karşı, ayakta ve yukarda kalmak için, toplumla kendisi arasında zor, hile ve ikna mekanizmalarına dayalı ‘suni bir denge’ oluşturur. Sisteme muhalif olan o kadar çok kanal ve çıkış vardır ki, zulme tüm boyutlarıyla gerçekten son verebilecek, kapsayıcı ve değişimci bir yapısallığın, kalıcı olarak oluşmaması için, bu suni dengenin sürekli korunması elzemdir. Gelişen direnme çizgilerinin, sistemi değiştirebilecek kapsayıcı bir ağa bir türlü ulaşamaması, ürkütücü ve hayret uyandırıcı bir gelişmedir. Sistem, şartları korumak ve suni dengesini meşru kılmak için her yolu kullanır, tüm ayak izlerini ve geçiş kanallarını denetler ama gerçekliği sınırlaması ve dondurması olanaksızdır. Genellikle sistem tıkandığı bir noktada, tüm kaçış ve direniş çizgilerini, hayatın içinden silip süpürür ve sistemi, yeniden başlatıp kurar (resetler)
Toplumsal tarihte, adaletsizlik ve eşitsizliklere başkaldıran ve hayatın, kendini gerçekleştirme ve varoluş dinamiklerine, kendince yön vermek isteyen, radikal sol ve radikal sağ çizgilerden tutun da, kendini “merkezde” konumlayanlara kadar, birçok siyasal yapılaşma görülmüştür.
Bu çizgilerin hepsinde, mevcut iktidar devrilmekte, lâkin hemen ardından yeni bir iktidar kurulmakta ve iktidarlaşma döngüsü ya da sarkacı, asla durdurulamamaktadır.
Öyleyse iktidarlaşma mantığında bir farklılaşma yaratmak ve iktidarı sınırlamak ya da en doğal sınırlarına çekmek gereklidir.
Gerçek anlamda değişimden yana olan bir direnme çizgisinin; kirli devletçi siyasetten uzaklaşması, dupduru, berrak ve şeffaf olması düşünülmelidir. Bunu başarmak çok zor olsa da çamura, kötülüğe, kullanma ve kullanılma ilişkisine düşmeden, kendi içinde katı bir iktidarlaşma oluşturmadan, yani ‘kirlenmeden’ direnildiğinde, değişimin esas hakikati açığa çıkar. İktidar kurucu geçmiş tarihsel çizgilerden, söylemde ve eylemde, farklı olma ihtiyacını karşılayan, böylesi temiz, içten ve şeffaf çizgi arayışları, insanlık tarihi boyunca her zaman hissedilen ve umutla beklenen arayışlardır.
İktidarlaşma sürecini farklılaştırmak nasıl mümkün olacaktır? Bu farklılaşmayı, en sağlıklı bir şekilde başarabilecek, koruyup kalıcı kılabilecek olan yapılaşmanın, rizom bir yapılaşma olacağı düşünülmelidir. Rizom yapılaşmanın, feyz ve ilham aldığı kadim tarihsel değerler ve ilâhi kutsal ışık, toplumsal hayata yön verebilir. Bu inançla, zihinsel bir donanım kuşanan; sokakta, tarlada, işyerinde, çarşıda, pazarda, varoşlarda, yani hayatın her alanından, her yöne yayılabilen, ortaklaştıran ve kaynaştıran rizomatik ağların içinde, insanların yaşamına dokunan ve bu yaşamın içinde içselleşen bir yapılaşma, gerçek mânâda değişimci bir yapılaşmadır.
Zaten biz istesek de istemesek de, tarihsel birikim ve günlük hayatın doğal akışı içinde, aşağıdan her yöne sürekli yayılan rizomatik ağlar; değişim sinyallerini, arzuları, bilinçlenme çağrılarını, kaynaşma ve ortaklaşma ihtiyacını, isyan ve direniş çığlıklarını kucaklamaktadır. Zora dayalı hiyerarşik sistem aşağıda, her yöne açık ve süreklilik arz eden bu titreşimler ve dalgalanmalardan dolayı, her zaman tedirginlik içindedir. Bu nedenle, hayatı yukarıdan kuşatmış olan iradevi sistem; aşağıyı, yani değişerek süregiden canlı hayatı denetlemek, dizginlemek, “kendiliğindenci” doğal hayatın içinde, her an yeniden ve yeniden kurulup, kendini yeni yollarla yenileyen rizomatik ağları parçalamak ve yok etmek ister.
Sistem, bu ağların doğal direncini ve değişim arzusunu, hiçbir zaman kıramaz.
Rizomatik ağlar, sürekli farklılaşan ve yenilenen eklemlenme dinamikleriyle çok hareketlidir ve her zaman her yerde, kaçış ve yeniden üreme mekanizmaları yaratabilmektedir.
Sistem, rizomatik hayatın dinamiklerini asla durduramayacağını çok iyi bildiği için, toplumu; yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya denetim ve kontrol altında tutabilmek, zor hukukuna dayalı, bürokratik ve militarist “çelik ağlarla” toplumu sürekli kuşatmak ve böylece hegomonyasını sürdürmek zorundadır.
Hiyerarşik-devletçi ağların, tarihsel birikim içinden bugüne gelen doğal, insani, vicdani ve şeffaf ağlardan ne kadar farklı olduğunu ve ne kadar donuk, kaskatı, bürokratik, militarist ve otoriter olduğunu anlamamak olanaksızdır. İnsanlar hayatlarına dokunan bu çelik ağın acısını her an bedenlerinde ve ruhlarında hissederler. Çoğunluğu hayatından hiç memnun değildir ve memnuniyetsizliklerini bir şekilde dile getirirler. Lâkin insanlar her zaman kendilerini; esnek, eğlenceli ve arzu dolu hayatın doğallığı içine, ahlâki ve vicdani bir tutumla ve aslında sürekliliğinde ilâhi bir güç olduğunu sezdikleri rizomun tarihsel ağlarına bırakmaktan yanadırlar. İnsanların bu seçimi, aslında içlerinde var olan, içlerinden gelen doğallığa ve fıtrata en uygun yaşama arzusundan kaynaklanır. Rizomatik ağ, insanların aşağıdaki doğal hayatın içinde canlarıyla ördükleri, iyilik ve güzellikle ürettikleri bütün değerleri yaşatan ve asla vazgeçemeyecekleri ve kaçınılmaz olarak sarıldıkları hayatî bir ağdır.
Yukarıdaki tahakküm kültürünün hayata çizdiği doğrusal ve tek yönlü çizgi ile aşağıdaki direniş kültürünün hayata çizdiği sarmal/helezonik ve spiral çizgi, hayatın içinde uzlaşmaz ve derin bir yarılma oluşturur. Tahakküm ve direnişin, çıkış ve kaçış farklılıkları bunlardır.
Hayatı, çoklu farklılıkların derinliği içinde kavrayan değişimci bir yapılaşma; yatay ve geçişken, çok yönlü ve değişken rizomatik ağların örülmesine, en doğal şekilde katıldıkça, doğallığı ve içtenliği kaynaştıran rizom yapılaşmayı temel aldıkça ve bu ağın içinde asırlardır yaşayan insanlığın kadim değerleri ve inançlarıyla özgürce buluştukça, gerçek toplumsal bir değişim şansını, yani yeni bir yukarısı yaratmayan, “iktidarsız iktidarı” yakalayabilir.
Değişim ve dönüşüm hareketi; merhamet ve şefkat diliyle, bu insani, vicdani ve ilâhi ağ içinden yayılacak ve ancak kendi içinde şeffaf ve berrak olan rizomatik ağ örgütlenmesiyle, insanları sarıp sarmalayacak ve insanlarda, birbirlerine karşı sempati, güven ve destekleşme inancını uyandıracaktır. Dolayısıyla insanı, kendine ve topluma yabancılaştıran otoriter, geleneksel hiyerarşik yapılardan köklü olarak ayrışmak, gerçek mânâda bir değişimi başarmanın, en temel ölçütü olmaktadır.