Yazı yazarak yola çıkan insan, yolda ne ile karşılaşacağını bilemez çoğu zaman. Bu korkuyla karışık bir merak duygusunu da devreye sokar.
Yazı yazmanın bir büyüsü var. Özellikle günümüz, modern insan için. Yazı yazarak yola çıkan insan, yolda ne ile karşılaşacağını bilemez çoğu zaman. Bu korkuyla karışık bir merak duygusunu devreye sokar. İşte burada yazarın, zihin dünyasındaki labirenti görürüz. Labirentte olmak da tıpkı yazı yazmak gibidir. Merak ve korku… Edebiyatın biraz da bu iki kavram üzerine inşa edildiğini düşünürüm. Zira gündelik rutin bir hayatın mahkûmlarıyız. Merak ve korku hem yazarı besleyen, kendi kurgu yeteneğini ortaya çıkaran hem de okuru kitaba doğru iten temel unsurlar arasında yer alır.
Yakınlarda bir roman okudum. Yazı yazmak, merak ve korku üzerine yeniden düşünmeme vesile oldu bu roman: Ufkun Öte Yanı. Kitap, İthaki Yayınlarıarasından çıkmış. Yazarı, İrem Uzunhasanoğlu. Yazarımız, İngiliz filolojisi mezunu. Çeşitli okullarda İngiliz edebiyatı dersleri vermiş, önemli çeviriler yapmış. Kitap neden bahsediyor, kitabın arkasındaki yazıyı paylaşmak da fayda var. “Yazar olmak arzusunda genç bir adam hayranlık duyduğu büyük yazarın asistanı olur ve dostluğunu kazanır. Yazar Refika Karahisar asistanı Aren’le el yazmalarını paylaşırken yazma sırlarını ve edebiyatın arka bahçelerinde dönen dolapları da anlatır. Bunların yanında Aren’in ellerine büyük bir sırrı emanet eder. Bu sırrın peşindeyse çok fazla kişi vardır ve Aren aniden kendini yapayalnız bulur.”
Merak duygusunu zinde tutmayı başarıyor
Romanda iki önemli olgu vardır: Birincisi kurgu, diğeri dildir. Uzunhasanoğlu’nun kurgusu oldukça başarılı. Okurun merak duygusunu zinde tutmayı başarıyor. Aren’in Refika Hanımın bıraktığı emanetlerin arkasından yürüyüşü ve bu yürüyüş esnasında başından geçenler ve sık mekân değişimi okuru taze kılıyor. Bu çerçevede Ufkun Öte Yanı hareketli bir roman.
Yazar, lirik bir dil kullanmış. Bu noktada akıcı bir romanla karşı karşıyayız. Romanın aynı bütünlüklü dille yazılmış olması ve hepsinden önemlisi karakterlerin kendine ait bir dilinin olması önemli detaylar.
Yazarın gündeme getirdiği ve benim de önemsediğim iki nokta var. Birincisi II. Beyazıt döneminde Edirne’de inşa edilenDarüşşifa’da hastaların müzikle tedavi edilmesidir. Kitap bu önemli detayı okura hatırlatıyor. Malum dönemde, özellikle psikolojik tedaviye ihtiyaç duyan insanlara, hangi notaların iyi geldiğinin belirlenmesinin ardından tedavi sürecine başlanmıştı. Süreç, hastanın hastalık halinin durumuna göre değişirdi. Yakın zamanlarda bir üniversite bünyesinde müzikle tedavi konusunda gelişmeler yaşandı. Umarım bu durum devam eder. Zira müzikle tedavi sadece Osmanlı dönemi değil, Mısır’daki Tolunoğulları döneminde de kullanılmıştır. Bu konuda önemli bir birikim sahibi olduğumuzu düşünüyorum. Umarım bu tür çalışmalar artmaya devam eder.
6-7 Eylül olayları
Diğer nokta 6-7 Eylül 1955 olayları. Romanda konu edinen olayda Kıbrıs’ta Rum ve Türklerin çekişmesinin ardından Yunanistan’da ve Türkiye’de yürüyüşler, eylemler yapılır. Zamanla bu eylemler kontrolden çıkar. Malum gecede İstiklal Caddesi’ne gelerek kamyonlardan inen kalabalık, cadde üzerinde Rumlara ait iş yerlerini talan eder ve ibadet yerlerine zarar verir. Bu gelişme, yüzyıllardır birlikte yaşayan Rum ve Türklerin ayrılmasını kesinleşir. Bu tarihten itibaren Rumların önemli oranda göç ettiğini görüyoruz.
Yazarın dikkat çektiği bu iki noktayı önemsiyorum. Bu romanın başarılı noktalarından birisi de aynı zamanda. Zira alternatif tıp, sağlıklı yaşamın önemli parçalarından birisi, bunun gündemde tutulması gerektiğini düşünüyorum. 6-7 Eylül romanları ise toplumun geçmişiyle hesaplaşması ve oradaki ayrık otlarının temizlenmesi ve her iki tarafta bıraktığı hazin hikâyelerin hatırlanması adına oldukça önemli.
Ufkun Öte Yanı, ikinci romanı olmasına rağmen başarılı bir kurgu ve akıcı dille yazılmış başarılı bir roman. Birey üzerinden toplumun geçmişiyle yüzleşmesini edebi bir lezzet alarak, biraz da yazı yazmanın üzerine düşünerek okumak isteyenlere tavsiyemdir.