Size bu satırları Bursa 8’inci Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonundan yazıyorum. Bursa-Mudanya HDP İlçe Eşbaşkanı Azra Güllüpınar; yazar, Avukat ve insan hakları savunucusu Ayşe Batumlu ve eşi Atilla; HDP PM üyesi, LGBT hakları savunucusu ve barış aktivisti Levent Pişkin ile birlikte 5’i tutuklu 12 kişi yargılanıyor.
Dava komik değil; traji komik…
İddianameye konu olan polis fezlekesinde polis memurlarının kendi aralarındaki konuşmaları da girmiş.
Kendi aralarındaki konuşmalarda HDP’nin düzenlediği kahvaltı için tam olarak şöyle diyorlar: „Terör örgütüne maddi kaynak için yapıyorlar gibi gösterelim. Bu kahvaltı davetini terör faaliyeti olarak göstermek için üfürelim“ diyorlar. Evet, aynen böyle yazmışlar; ‘üfürelim…’
Üfürükten bir fezleke ile Azra Güllüpınar, Ceylan Erol ile birlikte 5 kişi 8 aydır cezaevinde.
Azra, Ayşe, Ceylan ve Levent gibi 10 binlerce siyasetçi, yazar, barış aktivisti ve insan hakları savunucusu üfürükten fezlekelerle 10 binlerce kişi ya hapiste ya da mahkeme kapılarında sürünüyor.
Hem bu üfürükten tabiri bana ait değil; fezlekeyi hazırlayan polis memurlarına ait…
Mahkeme salonundan bu satırları yazdığım dakikalarda Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek için Ankara/Yüksel Caddesinde oturan hak savunucu insanlara polisler coplarla saldırıyordu ve bunların bir kısmını gözaltına alıyordu. Gülmen ve Özakça 72 gündür haksızca atıldıkları işlerine dönmek için Yüksel Caddesinde açlık grevi yapıyorlar. Ekmekleri için bedenleri aç…
Bu demokrasi içinde şiddetsiz bir sivil itaatsizlik hali… Pasifist bir direniş… talepleri somut ve basit; işe dönmek… Açlık grevini bir hak arama yolu olarak benimsemeyen tanıdığım bir çok insan Gülmen ve Özakça’nın yanında yer alıyor.
Bursa Adliyesi’nde üfürükten fezlekeye karşı yapılan savunmaları dinlerken 83 gün oğlunun ölmüş bedenini toprağa gömmek için 70’inde bedenini açlığa yatıran Kemal Gün oğlunun naaşını bekliyordu.
Oğlunun kemiklerini almak için 83 gün yemek yemedi
Bedeni ve ruhu 83 gün eziyet gördü!
Hükümetimizin üyeleri ve devletin tepesindekiler ölmüş bir bedeni babasına çok gördü…
Açlık grevinin 70’inci gününde çekilmiş bir fotoğrafı hep zihnimde kalacak.
Baba oturuyor. Kızı babasının dizlerinin dibine diz çökmüş; başı babasının ellerine, dizine gömülmüş.
Dudakları babasının zayıflamış ellerinin içinde; öyle öpüyor… O elleri dudaklarıyla besler gibi öpmüş… Sanki son kez öpecekmiş gibi…
70 yaşındaki adamın güçlü ellerini iki elinin arasına almış; 70 yaşındaki yaşlı adam genç kadının ince iki elini ellerine almış…
Ölmüş oğlunun bedenini, yaşlı bedeniyle açlığa yatan bir babadan kim esirgeyebilir?
Oğlunun kemiklerine kavuşmak için 83 gün açlığa yatmak zulümdür efendiler.
Ve bu zulüm Kemal Gün’e yapıldı.
Kemal Gün’ün 83 gün çırpınması belki de hayattayken yanında tutamadığı oğlu Murat’ı yakınında tutmaktır.
Bir baba oğlunun ölmüş kemiklerine kavuşacak diye sevinilir mi?
Kemal Gün, evladının ölmüş kemiklerine kavuşacak diye sevindim…
Bu ortak ızdırabımız…
Gülmen ve Özakça’nın talepleri çok net:
„Ne ölmek, ne sakat kalmak ne de bir saniye daha aç kalmak istiyoruz. Bu konuda çok netiz. Tek istediğimiz işimiz. İşimizi geri istiyoruz ve bizim için bu kadar basit.“
Bunun ötesinde Gülmen ve Özakça’nın eriyen bedenlerini başka amaçlara kaldıraç yapmak üfürüktendir…
Üfürenlere diyeceğim şudur: Sivil ve pasifist bir direnişten devrim devşirilmez… Öyle başka emellere de alet edilmez-edilemez.
Yapmamız lazım olan bu üfürükten fezlekelere karşı haklıyla olmak, üfürükten cümleler kurmadan ve üfürükten tutumlara kanmadan somut talepler de buluşmak…