15 Temmuz rüzgârının dolduracağı yelkenlerin, gelmekte olan seri krizlere yetecek direnci sağlamasından duyulan endişe, aceleyle referandum ve koşarak bir erken seçim gerektirdi. Her iki yoklamada da ortaya çıkan sonuçlar Allah’ın lütfuyla gelen dalganın çok mesafe aldırmadığını gösterdi.
15 Temmuz’un üçüncü yılını idrak ettik. Hem meclisteki toplantıda, hem Atatürk Havalimanı’ndaki mitingde, hem de aslında her yerde, zaten malum olan bir tablo yine son derece net biçimde ortaya çıktı. Ne kadar aksi iddia edilirse edilsin, “olması gereken” faslından ne kadar ‘mış gibi’ yapılırsa yapılsın, bu tarih bütün ülke insanlarının hafızasında ortak duygu ve düşünce kodlarıyla asla yer almayacak. Herkesin tamamıyla buluştuğu geniş bir ortak paydadan değil, asgari bir benzeşmeden bile bahsetmek zaten yoktu, artık iyice zor. Olayı Allah’ın lütfu olarak görenden kontrollü olduğuna inanana, bir demokrasi dönemeci diye değerlendirenden her şeyi açıklayan sicil varakası haline getirene kadar onlarca farklı pozisyon var ama hiçbiri aynı zemini kullanmıyor. Yaşananın adlandırılması ve anlamlandırılması kadar, nasıl kullanıldığı ve araçsallaştırıldığı da yeni açılar veya mesafeler oluşturuyor. Vakanın kendisi gibi, sonrası da acayipliklerle dolu olduğu için çapaklarından arınmış bir ortalama çerçeve oluşmuyor. Türkiye tarihinin pek çok siyasi vakasında olduğu gibi 15 Temmuz da, resmi ve gayri resmi olarak birbirinden çok farklı yazımlarla kayıtlara girdi.