İbrani, Arami ve genelde semitik dillerde inen kutsal kitapların zorba iktidarların baskı aracına dönüştürülmesi ve dindeki yozlaştırılmanın, dinin toplumun üstünde ve ondan kopuk bir hegemonya gücüne indirgenmesinin ‘özgür’ yaşamak isteyen kitlelerde yarattığı antipati, dini metinlerin esas/temel mesajlarının örtülmesinden dolayıdır. Burada ne asli dinsel metinlerin ne de toplumcu görüşlerin bir zaafından ve kitleleri boğmasından bahsedilemez. Esas yanlışlık, otoriter iktidarların çarpıtmalarındadır. Açıkçası tahakküm ve zorbalıkla kaplı barbarlık ya da sapkın”uygarlık” tarihi, dinlerin doğal ve yalın, yol gösterici ilkelerinin, insanlığın özgürleşme mücadelesine sunduğu değerleri ve dinamikleri, inkâr etmiştir. Ama toplumcu değerlerle dini değerler, tarihte bir bütünlük oluşturma olanağını hep yakalamışlardır. Bu somut gerçeklik, tarih boyunca devam eden bütün dinsel ayaklanmaların, otoriter devletçi zorbalığa karşı toplumcu bir karakterde vücut bulmasından açıkça anlaşılmaktadır.
Dine karşı sürdürülen seküler aydınlanmanın, başlangıçta dinin zorba otoriter bir iktidarın kurucu gücü olmasına, açık bir karşılık ve bir tepki olarak açığa çıktığı aşikârdır. Ama nihayetinde burjuva aydınlanmacı düşünce, tahakküm ve zorbalığı inceltip sertleştirerek, daha da geliştirmiş ve devletçi/hiyerarşik zincire yeni bir halka oluşturmuştur. Bunu da “laiklik” adı altında teorize etmiştir. Hristiyanlığın gizlice yayıldığı ilk çağlarda görülmeyen kilise baskısı, dinin dünyevi bir iktidar ve zulüm otoritesi olarak kurumsallaşmaması, dinsel metinlerin Roma/Bizans resmi ideolojisine dönüştürülmesiyle beraber son bulmuştur. Yukarıdan yapılan bu değişim, tabandaki Hristiyan halkların isyanlarını da beraberinde getirmiştir. Emevi/Abbasi/Selçuklu/Osmanlı/Safavi vb. devletlerin, İslam’ı otoriterleştirme ve tekleştirme çabalarına karşı, İslam coğrafyasında yaşayan halklar da, dinin devletçi zulümlerle olan zora dayalı bağını koparabilmek için isyan etmişlerdir.Tarih boyunca dinin iktidar ve otorite kurucu bir zümre/hanedan/sınıf tarafından çarpıtılıp fırsatçı bir tahakküme dönüştürülmesine halkların doğal isyanları hiç eksik olmamıştır.
Ateizm inancı da aslında ruhban sınıfların özgürlükleri sınırlayan kirli iktidarlarına karşı çıkan en açık ve keskin tepkilerin uç noktası olsa da, insanların tam anlamıyla özgürlük ruhuyla dolduğu en gelişmiş toplumları hayal ettiğimizde bile insanların manevi/vicdani boşluğunu dolduran dinsel inanç ve dinsel ritüel ihtiyaçları asla yok sayılamayacaktır.Yaşamı cehenneme çeviren zalim iktidarlara karşı her coğrafyada onurlu isyanlar vardır. Günümüzde toplumcu dinsel cemaatlerle, toplumun özgürleşmesi mücadelesini yürüten farklı dinamikler arasında bir birlik oluşturulmalıdır. Bu birliğin zemini, anti-otoriter ve anti-hiyerarşik bir zemin olmalıdır.
Dünyevi ilişkilerde Hakk’tan başka bir otorite tanımayan toplumcu dindarlarla, eşitlik ve özgürlükten yana sömürüsüz bir dünyayı temel alan anti-otoriter ve dikey anlamda anti-hiyerarşik olan toplumsal güçler pekâlâ bu temeldeki yatay bir zemin üzerinde birleşebilir. Bu birliğin yaşamda somut bir karşılığının oluşabileceğine yönelik inancımız tamdır. Çünkü gerçeklik bir bütündür ve anlamsal bütünlüğü parçalanamaz. Her özgün parçanın, gerçeğin bütünlüğüne katkısı vardır. Gerçeği parçalara bölerek anlamları ayrıştırıp uçlaştırmak, saldırgan iktidarcı düşüncelerin maharetidir. Her dinamik, gerçekliğin sadece özgün bir yönüdür ama her toplumsal/tarihsel dinamik, onu bütünleyecek olan diğer parçalar olmadan eksik ve anlamsız kalmaktadır. Tevhidin felsefi özü de bu ilkede anlamını bulur.
Sol zihnin ahlaki ve manevi yönü, toplumcu dindarlarla uyum sağlayabilir. Tevhid inancını kavrayanlar, sol zihniyeti kucaklayabilir. Yaşam, istesek de istemesek de zalime karşı bütün muhalefet odaklarının ortaklaşması ve süreci birleşerek açıp aşması, farklı parçaların eksikliklerini diğer parçalarla giderip bütünleştirmesi için sürekli yeni olanaklar sunmaktadır. Her iki kesimin birbirine ezeli ve ebedi düşman olarak önyargılarla bakması ve asla bir araya gelmeyecek olan düşman kardeşler havasından çıkmamaları, vahşette sınır tanımayan egemen küresel iktidarın ekmeğine yağ sürmektedir. Hayatı birlikte çözümlemekten kaçınmak, küresel kapitalist sistemin, denetim ve rıza mekanizmalarını güçlenme noktasında avantajlı kılmaktadır.
Zorbalara karşı muhalefet eden bütün güçlerin,burjuva aydınlanmanın ürettiği kavramların ışığında vücut bulan sağ ve sol ayrımları güncelleyerek aşabilmeleri, zalim iktidarların en büyük korkusudur. Toplumu yapay tarzda kutuplaştırarak iktidarın gerçek zalimliğini gizleme sanatı çok eski çağlardan beri sürdürülmektedir. Öyle ki tarihsel süreçte solun sağ olduğu, sağın sözde sol gözüktüğü dönemler çoktur. Zalimliğin, maddiyatı putlaştırdığı kurulu sömürü düzeni, insanlığı; sevgiye, dayanışma ve kardeşliğe değil, maddi gücün kulluğuna, nefrete ve basit güdülerle nefsin çıkarcılığına mahkûm ederek,insanı yolundan saptırır. İnsanlık, ilk insanın ortaklaşmacı kardeşlik geleneğini yeniden uygulamalıdır ve göz önündeki helak edici doğasal dengenin bozulması sonucunda bütün canlıyı saracak olan azaba karşı direnecek birleşme olanaklarına fırsat vermelidir.