Şantiyelerde yanarak ölenlerimize…
Pozantı’daki yavrularımıza…
Şam’ın, Bağdat’ın çocuklarına…
Kentsel yıkımların ortasındaki varoşların hikayelerine…
Pırdosurlular’a…Pülümür vadisi’ne.
Hes’lerle kelepçelenen dağlarımıza…
Şimdi karşımıza haya/t değil tecavüzler çıkıyor.
1)
Cehennem ateşleri Pozantı’yla tutuşturulurken
Azize’nin yolu cennetten geçsin diye oturdum bir kızla büyüdüm!
Annesiyle büyüyen çocukların saçlarına ay yaşlar basarmış!
Babasız büyüyen çocuklara ise ayyaşlar…
Büyüyünce gözlerini gözlerime bir düğme diye dikip
“Nereye gideyim baba” diye sordu bir gün
“Sen hayata aitsin
Git, istediğin yere git kızım
Git hayatı çalınmışlara…
Yaşa, sev, çoluk çocuğa karış
Benim bilmediğim bir yerde de öl!
Sen bana değil hayata aitsin çünkü… “
diye
yırttım verdim gözlerimi ellerine!
Azize…
Senin yırtılışını sakladık.
Bir yaprak koyduk önüne resmin diye…
Solacak ve düşecekse de kendi dibine düşer en azından…
Plastik aşklar dünyasında yapraklar yapmadır.
Bulaşmasın insan eli değmiş hiç bir kalbe diye
-O kadar “yapma” demiştim halbuki.
… sana, o kadar!-
Şimdi sana benzeyen bu çocuğa verdik gözlerimizi.
Artık kimin sen olmadığını bile bilemeyeceğiz Azize…
2)
Ah Azize, senden sonra kimin hayatına eşlik edebiliriz ki?
Konak’ta mumlu bardaklar sattığımız ellerimize ağlayan bir köre
hayatı sorduk:
“Hayata bakılmaz, ellerinle tutamazsın”
“Gözlerinle göremezsin
Bırak herşeyi
Bırak
Sadece derin bir nefes al
Tarihe ilerle” dedi.
Ah, insanın gerçek tarihi yaşanmamış olanmış Azize
“Unutursan intikam olur, hatırla” dedi “hep!”
“Hatırla…
Hatırlamak öldürür” dedim.
Bunca hatıra bir silaha dönmüşken
Ah Azize…
Tetiği olduğumuz bir topallayışla iniyoruz şimdi unutuşlar mahzenine…
Her yer karanlık!
Herkes karanlık!
Kaç el sıkıp ta kafamıza ölmediğimizi biliriiz
Ölmüyorsa bir insanın içinde diğer insan
Ölsen de içinde bir can hala nefes alırmış,
İçimize seni çekerken burun deliklerimizi çatlatırcasına
Dışımıza da öyle veriyoruz kendimizi ciğerlerimizi kusarcasına…
3)
Bir zihin yerinden kalkmadan beden nereye gidebilir?
“Hicret et” diyorsun Azize!
Götürebildiğim sadece bedenim
“Geride kalan aklıma sen sahip çık Allah’ım”
Bunca mültecinin ortasında
Karısını özleyen bir Afrikalıya yüzünü soruyorum.
-“Dünyanın en güzel siyahı” diyor…
Utanıyorum tüm beyazlardan…
Devletlerden
ve
ellerimden…
Kumkapı-Kurtuluş arasındaki esnaf lokantalarında ömrümüzü veriyorlar tabakta
Polislerin Travestilerin ve Mültecilerin arasında Azize
Oturup ömrümüzü yiyoruz.
Şimdi ezanları okunan bir İstanbul’dan Şam’a kadar koşup
Bütün zindanlardaki erkek çocukların annelerine
Kocalarınıza kiraladığınız aklınızı
başınıza alın çocuklarınızı ve kesin saçlarınızı
ve toplayın şehirlerin ortasında
Yakın!
Babalar da bıyıklarıyla beslesin ateşleri diyesim geliyor.
Bu taşeron İstanbul cehennemine odun olan Anadolu!
Sen dağılmadan dağılmayacak kalbimin rahmi…
Rabbim yanıyor şantiyelerde,
Allah’ım, Allah’ım sana inandıkça her yer çil çil cami
Her yer kimsesiz gariban ve burası mı sana kılınan secdeler?
Al alnımı geri…
Taşıyamam!
Secde özgürlerin işidir…
Köleler secde etmez; zulme isyan eder!
Şimdi yeryüzünde okunan tüm ezanlar Allah’a çekilmiş kılıçtır!
Bize şehirleri tutacak elçiler değil, bize şehirleri yakacak Peygamberler gönder!
4)
Ah, şaşkın Azizem benim.
arkandan Seâli ateşleri yaktık
Ahali önünde günahlarımızı gömdük haykırarak
Peki şimdi biz kimle affedileceğiz?
Öyleyse ilk taşı sen…
Son taşı ise günahı olmayan atsın, Azize !