Bu ülkede, siyasetçinin zannettiği, medyanın yaydığı bir mit var (mit “yalan” demektir); aynı bizim TIR’larını yakalatan tırışka gibi. Bu mit kısacası şudur: Tecrübeli siyasetçi kendisine verilen oy’un ne demek istediğini şıpadanak okur, gereğini yapar, seçmen merak etmesin! Öyle ya o tecrübelidir ve siyasetçidir. Allah yetenek ve uzak görüşlülük bağışlamıştır ona, daha ne yapsın!
Siyasetçi (ben Seyis derim) ve medyacı (ben “MEME” derim), ister yandaş, ister kandaş, ister candaş olsun, sembiotik bir ilişki ile parazit gibi biribirinin sırtında ürerken en büyük koz olarak kullandıkları bu miti özellikle seçim sonralarında toplum algısına zerk ederler. Kısaca, siyasi basiret ve tecrübe denilen bu mit özellikle uzun süren Meclis üyeliğinin zorunlu bir sonucuymuş gibi, eski, yani tecrübeli siyasetçi erbabında “ağır abiler” semptomu şeklinde zuhur eder ve seçmen kitleleri de medya aracılığı ile bu abilerin özellikle seçimin hemen sonrasında hele bir koalisyon ihtimali de varsa, içi boş laflarında, kapalı kapılar ardında yapılan kirli pazarlıkları örtercesine, bir keramet olduğuna inandırılmaya çalışılır. Seçmen denilen yurttaş yutmaz tabii. Ancak, mit bu ya, ilk önce ortaya atanları inandırır ve bu saftorik inançla, her şeye kadirlik taslamanın egosal burgacına giren “para-karizmatik” siyasi şahsiyetler, medyadaki şantajlara da boyun eğerek, böbürlene böbürlene türlü çeşitli manipülasyonlara heves ederler.
Seyis memnun, MEME memnun ver elini bir dahaki seçim. Seçmen yine aldatıldığını hissetmiştir ama elde yapacak başka şey yoktur? Sadece, elinde kalan mühür, üzeri yazılı çizili bir kağıt parçası ve bir zarf; atacağı yer de kubur değil, plexiglass kutu, gider oyunu dahaki, bir dahaki seçimde atar. Buna akıl ve strateji bilimlerinde “oyun kuramı” denir. Oynayan ile oynanan arasında algısal bir kopukluk, öylesine bir “mahkum ikilemi” (prisoner’s dilemma) gibi bir şeydir, vesselam. Ahir zamanda şefaflığı ile övünülen bu kutu, eski “sandık” tabirini unutturmadan, bir güzel yeni bir kısır döngüye sokar ülkeyi. Alan memnun, veren mahzun! Bahçeli, devletlü olanı, erken seçimi hep ilan eder; sanki koltuk değneği.
Katılımı az, güdümü bol bir siyasi yasal yapı içinde, buna seçim sistemi ve siyasal partiler düzeni denir, ver gül’üm al er’im, yetmedi mi, azıcık ar-ınçınız varsa, azıcık devletlü iseniz, biraz da demir-taş gibi sıkı espiri yeteneğiniz veya kılıç-dar gibi iş bilmezliği keskin iki ucu değnek misali, siyaset biçimlenir; çıkarlar pazar’lıklanır, paylaşımlar bölüşülür, haydi yeni bir birikim, kenz dönemine giriş yapılır, faili meçhul bir sermaye akışı; ortada kendini doğulaştırmış (“selfi”-oryantalize de deniyor) bir yığın sümüklüböcek, ağır salyalarını dolandıklara her yere yayarak, cıvık cıvık bir yönetimi, bize politika diye kakalarlar.
Hemen akabinde, medya mitralyözünden çıkan kurşunlarla hafif sersemleyen seçmen, ne oluyor ya-HU, ben oyumu bu seyis-MEME takımının bol sıfırlı, sıfırlaya sıfırlaya bitmeyen çıkar peşkeşleri için mi, yoksa Çin için mi kullandım, lanet olsun der; hele hele biraz da ekonomik sıkıntı içine düşmüşse, bir sonraki seçimde devasa oy kaymaları ile yine bir şeyler söylemeye çalışır ama söylediğini duyan, okuyan, gerçekliği olduğu gibi değerlendirenler yine aynı sümüklü böceklerdir? Yine aynı mitik-MEME erbabları tarafından piyasaya aynı devasa seçim oku-yorumları piyasaya MEME yavşaklığı ile sürülür; yalanı söyleyen ilk inanırmış misali, devran devam eder, gider mi; nereye kadar gider? Sorması bile acaip, sürüp gider. Seçmen yurttaşı’ın Gezi’nti hevesi kabarana kadardır son durak ama hemen panzer-toma-gaz-cop ala’sı ile ele alınır mesele.Gezi deyip geçmeyin, Gezi’nmenin türlü çeşidi vardır; en az zararlısı, oyların büyük miktarlarda o partiden bu partiye bir oyun gibi gezinmesi şeklinde zuhur eder. Buna yüzer-gezer oylar denir ama yenilir yutulur değildir. O siyasi tecrübe miti ile övünen nice siyasetçilere inat, hiç tecrübesi olmayan bir partiye % 35 avans verir, biraz bakar, ekonomisi biraz düzelmiş ve bozulmuyorsa, arttırır ama avansçılar seçimi okuyamamaya başlayınca % 10 kadar kesiverir bileti. Ecevit çok kla-s-ik bir örnektir. Apo getirilince % 22 ile büyük parti yaptığını, bir sonraki seçimde artık takatı kalmadığında % 2’ye düşürüverir, bu yüzer-gezer oylar. Oyun kuramı dedik ya!
Bütün bunlar olur olmasına da, bir tek şeyi kimse teleffuz edemez açık alanlarda, haykıran seslerle. Bu gür sesi çıkartacak seçmen kitlelerine de, ya oyun peşine takılmaktan, ara ara seçimden seçime, ya da Gezi’ntiye çıkmaktan o parti senin bu parti benim misali, başka bir alan bırakılmamıştır. Seyisler ve MEME, bazen attan düşseler de, bazen maliye sütlerini kesse de, bu seçimden seçime oyun peşine taktıkları seçmenlere başka bir yol bırakmamışlardır. Baraj konulmuş, MEME’nin içindeki zehirli süt emdirilmiş, daha örgütlü bir gezinti ise Alâ’yı vela ile, darb edebilen tüm kolluk, sivil-askeri, nizama sokulmştur. Bu 32 kısım tekmili birden oyuna “istikrar” denir. Her seferinde de “istikraz” haline dönüşür.
Bu ülkedeki siyaset tecrübesi, –“ağır abiler”, “11’ler”, “Hikmet abi” formüller biçiminde veya “karizmatik lider; çalıyorlar ama çalışıyorlar” gibi söylem ve eylemlerle seçmenin üzerinde bir kabus gibi çöken bu ağır hava kirliliği,– en başta söylediğim gibi bir mittir.
Gerçek olan ise şu: Türkiye’de siyasetçi denilen mahlûk– genel olarak Meclis üyeliği ile de eş tutulur; Meclis dışı kalana “eski siyasetçi” denir– , ister tek başına iktidar olsun, isterse koalisyon biçiminde, iserse de muhalefetin ana-yavrusu, 1946’dan bu yana seçim sonuçlarını okuyamamaktadır; ortaya çıktığı gerçekliği ile seçmen denilen yurttaşlar topluluğunun tümünü kapsayacak değerlendirmelerde bulunmaktan aciz olduğunu gö(z)ümüze sokmaktan da beter biçimde, göstermektedir. Siyasi tecrübe de denilen bu “millet sözünü söyledi ve iradesini gösterdi” mavrası bir türlü seyis-MEME takımı tarafından deşifre edilip hükümet haline getirilememektedir.
Belki de bu nedenle, siyasetçi ve devlet adamı ayırımı yapıyoruz. Beğendiğimize, biraz seçim okumasını bilenleri seyisten ayırmak için devlet adamı diyoruz. Siyasetçi oy toplar; peki devlet adamı ne yapar? Bu soruya yanıt vermeyeceğim; kâr değil de rant ülkesi olmamızdan tutun, siyasetçi ile medyacı arasındaki şantaj ilişkisinin yarattığı enformasyon manipülasyonlarına kadar bir çok neden bu farklılığı ortaya çıkartır. Ben bunlara çok girdim. Biraz de siz girin.
En tecrübeli politikacı diye geçinenler bile, hatta bazen isminde, bazen geçmişinde devlet lafı olanlar, örneğin Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli, vs. gibi, siyasetçiliğin bu körlüğünü uyanıklık, siyaset cambazlığı ve deneyimi olarak sunmaktadırlar.
İşte böylesine bir bağlamda, 7 Haziran sendromu yaşıyoruz.
Bugünlerde bizi, bu seyis-MEME erbabı âlasının, siyasetçinin devlet adamı olarak portresinin çizilmesine çok gereksinim duyacağımız bir noktaya getirmiş olmalarının sebebi işte bu seçim okur-yazarı olmamaları, seçim cahillikleridir. Bırakın günümüzdekileri, –onlar hep cahilliklerinin suçunu 12 Eylül’ün depolitizasyonuna atmaktadırlar, sanki Gezi olmamış gibi,– geçmişimizi seyisleyen at çiftliği sahibi siyasetçi Adnan Menderes gibileri bile seçim cahilidirler; seçmenin her seçimde ne demek istediğini okuyamamakta, değerlendirememktedirler. Dediğim gibi bu siyaset diye yutturulan içler acısı durum 1946’dan bu yana devam etmektedir. Edecek midir? Yüzer-gezer oylar Gezi’ye dönüştükçe işleri zorlaşmaktadır.
Buraya kadar okumak dirayetini gösterip de kafası karışanlara durumu özetleyeyim: Her seçim sonucunda, ülkenin tüm siyasetçileri, ülkenin içinde bulunduğu gerçekliğe bakarak ve bu gerçekliği değerlendirerek değil, oldukça kör ve sığ görüşlülükle bazen kişisel çıkar,bazen uçkur düşkünlüğü, bazen de onun bunun adamı olmak nedeniyle siyasetin en önemli göstergesi ve belirliyicisi olması gereken seçim sonuçlarını, “aman ülkede istikrarsızlık olmasın” diyerek, seçim öncesinde içinde bulundukları durumu da unutarak, yanlarındaki aynı kendilerine benzeyen okuma özürlü sağdıçları ile kafa kafaya verirler ve sanki seçmen yurttaş bütün iradesini, onların kendi küçücük kafalarında bulunan iradeyi kabul ettiklerine dair onayı bir parça kağıda mühür basarak vermiş gibi, aslan kesilirler ve saçmalamaya ve dangalaşmaya başlarlar; ver elini yeni istikrazlar.
Menderes ile tarihsel örneğe başlayalım. 1958 yılında Menderes Hükümeti % 58 oy aldı. Herhalde köylü bir millet olan Türkiye halkları, ona bu oy oranını kazandıran mühürü basarken, Meclis’i bir yargılama mekanizması haline getiren Tahkikat Komisyonu kurmasını istememişti. Köylü kısmı ne bilsin Meclis’i, Tahkikat Komisyonu’nu! İradesini, anladığı ve aktarıldığı kadarıyla, (ki o sıralarda Daniel Lerner Ankara-Balgat Köyü’nde -şimdi ODTÜ’nün olduğu yer-, “kanaat önderleri,–opinion leaders”“eşik bekçileri—gate keepers” gibi kitle iletişiminin en önemli kavramlarının ampirik araştırmalarını yapıyordu) kendi gübresinin ucuzluğu, traktörünün mazotu ve Banga’dan aldığı ziraat kredisinin affı nedeniyle, Menderes yönünde kullanmıştı; belki biraz da Menderes ve Bayar’ın ne menem bir din dışı modernist (Yalçın Küçük Menderes’in “Sabateyist”liğini iddia ediyor) olduğunu farkına varmadan dinsel söylem ve her köyde bir milyoner olamayacağına göre, sadece “traktör almak ve kredi affı için” vermişti oyunu. Oysa Menderes tuttu, basın özgürlüğünü yok ederek, rakibi siyasetçileri devre dışı bırakma dalaverilerine başladı. Özgürlükleri kıstı ve CHP’yi Ordu ile birlikte köşeye sıkıştırdı. 1953’de de, 1950’de aldığı oy’un, şimdi bize Samsung, Kia, Hyundai satan Kore’ye Türk ve Kürt Mehmetçiğini göndermek, ulusal bir çıkar ve savunma dışınde bu ülkenin köylülerini bir güzel şimdi bize Çin oy’uncakları satan Çin’lilere öldürtmek için verildiğini sanmıştı. (Bence sadece bu nedenle Menderes idamı hak etti. Devletin, devlet görevlilerince ve siyasetçilerce işlediği suçlar için sorumlu kişilerin idam cezasını onayladığımı bu arada belirtmek istiyorum.
Örnek çok ama kısa olması açısından, biraz daha yakın tarihe gelelim, Tayyip Erdoğan’a artık kentleşmiş ama köylülüğünü de sıkı sıkıya sanki marifetmiş gibi ya iphone’nunda, ya da cebinde taşıyan büyük kitleler, % 49 oyu, herhalde Saray yapsın, onun bunun mini eteğine, çoluğuna çocuğuna karışsın, sıfırlanacak miktarlara (her neyse o miktarlar, Türk polisinin ve Savcısının yalancısıyım) hükmetsin, okulda tarih sınavında çakarken nefret ettiği Osmanlı’ya dönülsün diye vermedi. Vergi vermeyen, katma değer yaratmayan, cumhuriyet yurttaşlığını değil de cemaat ve ana dil üyeliğini kabul eden geniş seçmen kitleleri, kendini her nasılsa mağdur hissederek, mağdur rolü yapan bir liderden, kızının üniversite okumasını bile istemeden, ekonomik bir katkı için oy verdi. Cebine para girdiği sürece de verecek. Mağduriyetini de kendisinin hissettiği falan yoktu; sadece dinlediklerinden öğreniyordu; camisi ahır yapılmamıştı, namazına karşılmamıştı, hatta, on sekiz yıl minarelerde okunan Türkçe ezanı bile dinlememişti ama “mağdur” mağrur mağrus söylüyordu ya, doğrudur deyip attı oy’unu; bir de ne görsün, karşısına çıka çıka, ana dilini red eden, Saraylar inşa eden, ağaçları talan eden, ayakkabı kutuları ile yatak odalarında bir değil, üç beş ağır para kasaları olan, bakar-makara diyen zırzopları buldu. Ama yine de ekonomik olarak kredi kartına mahkum olduğundan, hanesine aylık ayni ve nakti olarak 2-3 bin lira para girdiğinden, desteğini de tam olarak sıfırlamadı. Ünlü ve çok tecrübeli siyasetçi Recep Tayyip Erdoğan tarafından, kentsel köylülerin kullandığı bu % 49’luk iradenin, kendisinin Cumhurbaşkanlığı için de % 52 irade beyanı vardı, tam tersine okunan o günkü seçim sonucunda ortaya çıkan oylar, sanki Karslının çok derdiymiş gibi MHP’li Enis Öksüz’ün tüm kredilerine de alarak başlattığı Marmaray, havuc-havuz medyacısının (MEMEnin mücahitten mütaahitliğe dönüşmüş hali) bu milletin anasına küfredenler için planlanmış üçüncü köprü veüçüncü havalimanı, ya da artık gerçeklemiyecek olan K-anal İstanbul gibi abuk sabuk projelere verilmiş gibi, tabii en başta da bütün bu uçuk kaçık, ekonomik katma değer yaratmayan sadece kenz yaratan projeleri benim cebimden çıkan vergilerle bu kentsel köylülere armağan eden şahsının da Başkanlığı için verildiğini zannetmişti. Seçim sonucunu sandıktan çıkan oyların nicel toplamı sandığından, gerisi de Allah kerim olduğundan, halkların isteklerini bir okuyamamıştı. Okumamaya devam ederse % 20’lere inecek.
Sadece Menderes ve tayyip Erdoğan değil, yanlış okuyan bu seçim denilen Pandora’nın Sandığının sonuçlarını. CHP, en fazla MHP, şimdilerde biraz da HDP de, yanlış okuyorlar seçim sonuçlarını. Alın size Baykal ve Bahçeli. Bu iki külyutmaz siyasetçi, kendilerine uygulanan komploları bile unutmuş görünüyorlar; o komploları bile okuyamamışlar.
Şimdi sorabilirsiniz, peki hepsi yanlış okuyor da, bir tek sen mi akıllısın, ahkâm kesiyorsun. Doğru okuyanı da var, Mahmut Alınak gibi; Internet’ten bulun, Alınak’ın görüşlerini. Ama tek kelime ile evet diye yanıtlamam da pek hatalı olmaz bu soruyu ama hayır, ben sadece, seçimden seçime bir partiden diğer partiye, hele hele hiç tanınmamış partilere bir anda kayan büyük miktarlardaki oy’lara, henüz Gezi’ye dönüşmemiş yüzer-gezer oylara bakıyorum ve açıklamaya çalışıyorum: Bu oylar neden geziyorlar? 2004’e kadar silme CHP’ye oy veren Ümraniye, neden 2004’ten sonra silme AKP’ye oy veriyor? Siyasetçilerin 1946’dan bu yana seçim sonuçlarını ortaya çıktıkları gerçekliğin tersine okuduklarını veya sadece ve sadece kişsel çıkar için davrandıklarını söylüyorum. Yukarıda da iki örneğini veriyorum, okuyana. Dedim ya örnek çok bol, hatta her seçimiçin binlerce verebilirim. Sadece örneklere bakarak değil, ama başka ülkelerle karşılaştırarak da söylediğimi kanıtlayabilirim. Hemen bir tane kanıt aklıma geliyor: kamusal görevlerde yanlış yaptıkları için intihar eden Japon siyasetçiler olmadıklarına göre şu bizimkiler, kızmayın ama epey de haklıyım bu düşüncemde.
Ülkenin siyasal yapısının bu yanar-döner; yüzer-gezer istikrarı, tek parti iktidarı dönemlerinde bile toplumun kahir ekseriyetinin ne demek istediğini okuyamamaktan istikraz’a dönüşüyor.
Ben olsam nasıl okurdum 7 Haziran 2015 seçim sonucunu?
Basit.
Toplumun % 60’ı bir blok olarak AKP’nin karşısına geçmiş bulunuyor. Bu daha önce % 50 idi. Aradaki % 10 fark, AKP’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011, 2014 ve Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını doğru okuyamamasından AKP tarafından kaybedilmiş durumda.
Fakat % 60’lık kesim, AKP’ye çok farklı nedenlerden karşı oy kullandılar; blok olarak ama büyük çatlakları olan bir blok bu.
Blok’un en büyük çatlağı MHP-HDP arasında. Bu çatlak birlikte iktidar koalisyonu kurmalarını engelliyor gibi görünüyor. MHP, AKP ile yapacağı bir koalisyonda, tabanının aynı olması nedeniyle, kendine gelmiş yüzer gezer oyları olası bir erken seçimde AKP’ye kaptıracağından, AKP-CHP veya AKP-CHP-HDP koalisyonu önerir gibi ama bazı MHP aklı evvelleri, illâ da yenilecekler ya, AKP-MHP koalisyonunda ısrarlı. Bahçeli her daim olduğu gibi ne dediği belirsiz, AKP’ye koltuk değneği olmak da peşinde. Karar veremiyor. O değil miydi, Apo’yu kurtaran idam cezasını 2000 yılında kaldırtan parti? O değil miydi, “erken seçim” çağrısı yaparak ve zorlayarak, AKP’yi 2002 yılında tek başına iktidar yapan!
MHP lideri hemen seçim sonrasında şunu söyledi kendi partisi ile aynı milletvekili sayısına sahip HDP’ye:”Demirtaş gitsin Kandil’i silah bıraktırmaya ikna etsin!” Evet, güzel bir çağrı. Olabilir mi? Tek bir durumda evet! Zaten seçim sonucunun doğru okunması da bu: CHP-HDP-MHP koalisyonunun bir restorasyon iktidarı olarak dört yıllık bir programla hükümet olmaları ve HDP’li kadın eş-başkanın Başbakan olması.
Kılıçdaroğlu’nun Bahçeli’ye sunduğu Başbakanlığı, Bahçeli’nin HDP’nin kadın eş-başkanına sunması gerekli; işte o zaman Kandil (PKK) bir kadına ve/veya kendi kendine silah çekmeyeceğine göre, barış sağlanmış ve 7 Haziran’ın talep ettiği restorasyona girişilmiş olur! Bahçeli de, oraya buraya halat sallayacağına, “devlet” adamı olur.
Bir de yeni Anayasa için o çok tartışılan yurttaşlık maddesini de yazayım da, seçim sonucu nasıl okunurmuş görün:
“Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, dil, din, ifade, barışçı eylem özgürlüklerine ve özgür bir devlet ve yurttaşlık için silah taşıma hakkına sahip Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan kişilere denir. TBMM dil, din, ifade, eylem ve silah taşıma özgürlüğünü kısıtlayan kanun yapamaz. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığını elde etmek ve yurttaşların silah elde etmesi ve kullanması,bu madde içinde yazılı kısıtlanamaz alanların dışında, yasalarla belirlenir. Bu madde değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi önerilemez.”
Oldu mu?Seçim sonucu nasıl okunurmuş, okudunuz mu?
7 Haziran başka neyi söyledi? Söyleyecek olanınız var mı?