Aşağıdaki konuşma bir telefon görüşmesinin metne dökülmüş halidir. “Nasılsın?” sorusuna aldığım cevaptır.
Yaşama telaşından ve etrafımıza, yakınlarımıza çok yönlü yabancılaşma ya da aşırı duyarlılığın getirdiği boğulmalardan ötürü yaşamımıza ışık tutacak sözleri kelimeleri ya kitaplarda ya da uzaklarda arıyoruz. Oysa gerçeğin sesi her zaman yukarıdan değil bazen aşağıdan taşmaktadır. Çoğu zaman da kulağımıza bir dostun, bir kardeşin, bir eşin öylesine sözleri olarak fısıldanmakta…
Arkadaşımız, abimiz sevgili M. telefonla beni aradığında tutuk, cansız idim. Ona sorduğum “Nasılsın” sorusu ise üzerimdeki bütün halsizliğimi aldı. Güzellikleri paylaşmak adına onun yüreğinden çoşup gelen şu kelimelere kayıtsız kalamadım.
Düşünüyorum da herkes birbirinin ‘Nasılsın’ınına demek böyle yaklaşsa…
Oysa ki Azizleşiyoruz, hakimleşiyoruz (hakemleşmiyoruz), mahkeme duvarı suratlarımızdan geçilmiyor.
Dostluk koruyup kollamıyorsa ve uyarmıyorsa nedir ki? Dostluk can vermiyor ve ellerinden tutmuyorsa kardeşinin… Nedir ki?
Bunca okunan kitap, bunca sahife ve bunca söz öfkemizi ve sevgimizi mazlumların yanında zalimlere karşı, dikkatin yanında dalgınlığa karşı, süreklilik ve değişimin yanında durgunluk ve dibe vurmalara karşı, umudun ve paylaşmanın dayanışmasının yanında örgütlü umutsuzluğa karşı bizi dinç ve dinamik tutmuyorsa, nedir ki?
Bir an bunları düşündüm, Sevgili M.’nin sesindeki o çoşkunluk karşısnda. Egemenlerin ve Yatak odalarımıza dek giren Piyasanın Neo-Liberal pençelerinin arasında inanıyorum ki bilinçli ve umutlu kardeşlikler-yoldaşlıklar-hewal’ler ile ancak ayakta kalabiliriz… Aksi takdir de KPSS ve sınavlar, taksitler ve çekler bize şah damarımızdan daha yakın bir hale gelmekte usul usul…
Sevgili M’ye “Nasılsın” dediğimde M’nin verdiği cevaba bırakıyorum sizleri:
: –“Nasıl olayım. Yaşıyorum. Yaşamak nedir sen biliyor musun?”
-Nedir abi?
-“Yaşamak hayret edilecek bir şey ya
Yaşamak nedir abi ya?
Yaşamak var ya hayret edilecek bir şey ya.
Bizim sevgiden ağlamamız lazım.
Nasıl bir şey bu?
Bizim yaşamaktan paylaşmaktan ağlamamız lazım
Bizim sevgiden ağlamamız gerekirken bizi yokluktan ağlatıyorlar…
Yapacak bir şey yok ama acıdan ağlıyoruz
Bizi acıdan ağlatanlara öfkeliyiz
Aç yüreklerin açlığı kadar öfkeliyiz
Bir kayanın kopan parçalarının uzağa düşmesi kadar öfkeliyiz
Tevhidi parçalayanlara öfkeliyiz
Ekini büyütüp vermeyenlere öfkeliyiz
Ambarlarda bekletenlere kara borsalarda bekletenlere öfkeliyiz
Sevgimiz kadar büyük öfkemiz
Biz sevgi pıtırcıkları kelebekleri değiliz
Bizim öfkemiz de var…
Öyle işte Kadirim.
Eee sen nasılsın?”
Gülümsüyorum. Şiir gibi konuştun diyorum. Yüreğimden gelenler şiir oluyor, ben ne yapayım diyor. Sen bu halinle hiç yaşlanmazsın diyorum. Ben yanımdaki gençlerden daha da gencim bakma sen diyor. Bir kaç şey söyledikten sonra sözü tekrar devralıyor ve şöyle devam ediyor:
“Çocuklar onun için doğuyor ağlayarak ve insanın yüzündeki gülümseme de onun için var.
Valla ben hep öyle bakıyorum hayata. Bilirsin, sen bunu çok iyi bilirsin insanın sevinci kadar, sevinci büyük olan insanın acısı da büyüktür aslında
Dün akşam bir film izledik. İçimdeki Deniz diye
Adam 20-25 yaşındayken denize atlarken kafa üstü yere çakılıyor. Felç oluyor ve yatağa bağımlı yaşıyor. Artık ölmek istiyor. Böyle yaşamak istemiyor. Ama herkes karşı çıkıyor. Rahipler falan karşı çıkıyor.
O da diyor ki:
Özgürlüğümü elimden alamazsınız. Özgürlük yaşamaktan bile daha önemli diyor. Onun vermek istediği mesaj şu: O yaşadığını ancak kendini öldürerek kanıtlayacak yani. Başka türlü yaşadığını kanıtlayacak başka hiçbir şey yok.
O diyor ki: Aslında ben artık gülerek ağlamayı öğrendim. Yani çok derin bir filmdi. İsmail’i biliyorsun sen. O da oradaydı.
“-Öfkemiz sevgimiz kadar büyük çünkü biz sevgi pıtırcıkları değiliz diyordun?”
Evet. Öfkemiz var. Peygamberin alnının çatısının öfkesi yok muydu? Bizim öfkemiz haşa Allah’ın öfkesi gibidir. Onun isim ve sıfatları yarattığı yeryüzünün biricik halifesi olan insanda vardır. İnsan mesela sevgi ve merhametle davrandı mı merhamet sıfatı ortaya çıkar. Adaletle davrandı mı adalet sıfatı ortaya çıkar. İntikam ve öfkeyle davrandı mı, ezilenlerden yana… O zaman da Allah’ın kahhar sıfatı ortaya çıkar.. Hani Peygamberimiz e de diyor ya: Atarsan onu biz attık, sen atmadın. Yani insandaki kötü fiillerin sahibi insandır, Allah değildir. İyi fiillerin sahibi Allah’tır!
-“Peki sen güne nasıl uyandın? İstanbul’a uyandın ve şehre haykırdın mı “Öfkem kadar sevgim de büyük” diye? 🙂 “
Hayır! Öyle demedim tabiî ki. Biriktiriyorum içimde. Sonra haykırıyorum bunları. Yağmura kara suya soğuğa sıcağa bakıyorum. Her şeye bakıyorum. Mesela yağmurun yağması demek her şeyin oluşabilmesi demektir. Mesela su, su işe beraber daha sonra bunun hasatı kaldırılıp paylaşılmadığı zaman da öfke duyuyorum. Cebimdeki tüm paramı paylaşıyorum. Ama çok da parası olmuyor bizim gibilerin, biliyorsun sen de…
Ben bugüne kadar kendime hiçbir şey istemedim. Hiçbir duamda kendime bir şey istemedim yani Ben sorumlu olduğum insanların ekmeğinden başka bir şey düşünmedim.
Öyle olmalı zaten. Umutlu olmalıyız ve bu bir birimize geçmeli. Peygamberimiz diyor ya: en azından sonra veririm deyin, en azından gönlünü alın, en azından senin yanındayım deyin yanında olduğunu söyleyin. Birbirinizi sevdiğini söyleyin birbirinize diyor…
Mesela ben babama sarılıyorum, babam beni itiyor, ama ben yine de sarılıyorum ona. Soğuk bir adam olduğu için yoksa kötü bir adam olduğu için değil
Yani ben diyorum ki olsun ellerimin arasındayken o koca adam, öpeyim.
Bazen sabahları kalktığımda bir bakıyorum babam orada duruyor arkası dönük oluyor. Arkadan yaklaşıyorum bir öpüyorum. Ne oluyor lan eşşoğlueşşek diyor bir kızıyor J
Öptüm ya diyorum oh canıma değsin. Öpüyorum uyuz oluyor. (Gülüyoruz)
İlyas abi diyorum ne iş? Neyin peşindesin diyorum. Gıcık oluyor. Kızıyor. Kızdırıyorum babamı.
Ters bir adam tamam mı?
Ama ben gene de kızdıyorum onu. Araba sürüyorum şimdi. Her şeye karışıyor. Şimdi bana yürüsüne dedi. El frenini çektim, otobanda yürümeye başladım. Eşşoğlu eşek gelsene lan buraya manyak mısın sen diyor.
Dedim ki: ben babamın sözünü dinlerim sen bana yürü demedin mi?
Çıldırtıyorum babamı ya takılıyoruz babama J
Koca adam elimdeyken kıymetini bileyim diyorsun ha?
Aynen. Sarılıyorum. Şey yapıyorum. Bilmiyorum. Ben öyle feodal şeylere inanıyorum. Anneyle babanın önemli olduğunu düşünüyorum. Ben de çocuklarıma öyle bir babayım arkadaş gibiyim.
Ne bileyim? Yaramız da büyüktür. Bizim gibi adamlar uç insanlardır. Sevincimiz de öfkemiz de acımız da aynı ayardadır. Yoksa öbür türlü yapmacık olurdu. Bazen de öfkelendiğimiz de olur tabi ki. Ama daha çok öfkemiz kendimize ve zalimlere oluyor. Başkasına değil.
Bazen de cahillere öfkeleniriz. Art niyetli olanlara. Bilmeden konuşanlara. Her şeyi kötüleyip hep olumsuzluk unutsuzluk yayanlara… İkilik yaratmak isteyenlere. Bölmek isteyenlere parçalamak isteyenlere… ve azaltmak isteyenlere… demoralize etmek isteyenlereç öldük bittik diyenlere…Daha doğrusu şeytani düşüncenin nüvelerini gördüm mü daha doğrusu acımasız olabiliyorum, kelimelerimle …
( Nefes alıyor ) soruyor.
Sen nasılsn neredesin? diyor. Ne olsun işte. Diyarbekir’den dostların selamlarını iletiyorum. Dualaşarak kapatıyoruz telefonları.
Hemen ardından Keke Yoldaş arıyor. Keke Yoldaş, D.bekir’in Ali Paşa mahallesinin gençlerinden. D.bekir’in Villa Kentlerine, Dicle Kentlerine inat Dağ Kapının arka sokaklarında, Hançepek’e Kore Mahallesine, Ali Paşa’sına beraber girip çıktığımız bir dost… Yüreği bıçkın gibi. Sert bakışlarının altında D.bekir’le dolu dolu olan kalbi yumuşacık. Keke ile Ali Paşa’da turlarken, Doğan marka bir arabanın arka camında bir yazı ile karşılıyorum. Vay diyorum. Vay. Sevgili M. abimizin sözleri D.bekir’in arka sokaklarında da çıkıyor karşıma. Hayatın içinden konuşuyorsun muhterem. Eyvallah.
Diğer yazımda Keke Yoldaş‘ı anlatacağım sizlere…
Şehirlerin ötekilerinin, zencilerinin, en alttakilerin yüreğindeki o yaşamın türküsüne gitmeye devam edeceğiz…
“Hızlı Doğdum, Hızlı Büyüdüm, Hızlı bir şehirde yaşadım.” diye kendini tarif eden Keke Yoldaş’ın yüreğinden ve onun gözleriyle selamlar getirdim sizlere…