Haddini bilmek, ölçüyü aşmamak; her insanın hem eğitim bilincinin hem de vicdani özgürlük bilincinin ne kadar dengede olup olmadığını yansıtır. Vicdani bilinç, aynı zamanda eğitim bilinciyle yani hiç durmadan sürekli ilerleyerek olgu ve gelişmeleri çözümleyebilen bir bilinçle güç kazanır, dengelenir. Yoksa aşırı duygusallık, kör bağlılık vb. ruhsal dengesizlikler baş gösterir.
Öfke ve şiddet, sınırlanması ve dizginlenmesi gereken, sürekli denetim altında olması için net sınırlarla, haddi ve hududu çizilmesi gereken bir eğilimdir. Her canlı, kendini savunmak için doğal ve meşru bir şiddet gücüne sahiptir. Fakat saldırgan şiddet, sahiplenme güdüsüyle birleştiğinde, insanı felakete sürükler.
İnsanlar düşünce üreten, tartışan, muhakeme eden ve nihayetinde ortak bir çözüme ulaşabilen bir akıl gücü ile donatılmış oldukları gibi, duygu ve sezgi dünyalarında geliştirdikleri tahayyülleriyle vicdanlarını örten ya da açan bir güçle de donatılmışlardır. Her insan bir cevherdir, mesele kendisini tanıması ve kendisine yönelmesi, kendisini açığa çıkarmasıdır. Adalet ve özgürlük bilinci, her insanda eğitimle kazanıldığı gibi, aynı zamanda doğuştan ve içten gelen vicdani adalet duygusuyla da beslenir ve güçlenir. Aklı ve vicdanı dengeleyen insanlar, daha özgür ve adaletli bir ahlakla donanabilir.
Yaşadığımız toplumun tarihsel evriminin geldiği noktaya baktığımızda ve genel olarak insanlığın ahlaki ve moral değerleri savunma bilincinin günümüzdeki somutlanışına baktığımızda, cehaletin, ilkesizliğin, küçük hesapçılığın ve fırsatçılığın yani pragmatizmin, dünyada hala hüküm sürdüğünü görüyoruz.
İnsanlar, dayanışma ve paylaşım içinde sosyalleşerek, birbirlerini sevmek, birbirlerine saygı ve hoşgörü göstermek ve birbirlerine olan ilgilerini sıcaklaştırmak yolunda ilerleyerek birleşebilecekleri halde, etnik köken farklılıklarını, cinsiyet farklılıklarını ve maddi zenginlik düzeylerini ön plana çıkartarak büyükleniyorlar ve farklı olanları küçümseyip, aşağılıyorlar.Dolayısıyla insanlığın hüsrana sürüklenmesi ve hayatı ortaklaştırıp, sorunlarını birlikte çözme iradesinden uzaklaşması söz konusu oluyor ve insanların, hayatı ıskalaması, boşa geçirmesi kaçınılmaz oluyor.
Zaman hızla akmaktadır. Orta Doğu’da, Anadolu’da ve dünyanın kırk yerinde sürekli kan akmaktadır. Mekanın dışına çıkabilirsiniz. Zamanın dışına çıkabilir misiniz? Yaşadığınız zamanda yaptığınız her eylemden, sarf ettiğiniz her sözden dolayı sorgulanacaksınız. Dünyanın başka bir bölgesine kaçıp, gerçeklerden kurtulabiliir misiniz? Zamanı durdurabilir misiniz. Evet gerçekler acıdır ama omuzlanmak ya da göğüslenmek zorundadır.
İnsanlar arasında saldırgan şiddeti kullanarak, düşmanlık tohumları eken her insan, yapı ve kurum bozguncudur. Kendince biçimlendirdiği kini ve nefreti, gözünü ve gönlünü körelttiği için, zamanı boşu boşuna helak etmekte, hayatın ruhunu öldürmektedir. Zalim bir ruhla kurulan zulüm çarkında, karşısındakinden öğrenmeyen, farklı olanı anlamak için çaba göstermeyen her insan ve kurum, İnsanlığın geleceği için korkunç bir tehdit ve felaket üretmektedir.
Şiddete şiddetle cevap vermek de asla çözüm olmamıştır. Şiddete sınır çizilmezse, şiddet şiddeti doğurmakta ve şiddetin kısır döngüsü, toplumsal körelmeyi, vicdani kirliliği had safhaya ulaştırmaktadır. Ancak insanın; canını, ailesini, toprağını işgal edenlere karşı bu değerlerini savunması meşrudur, haktır. Bu hak, işgalcileri topraklarından sürene kadardır. Ötesi yoktur. Haddi aşmaktır, Başkasının malına, ırzına göz dikmektir.
Bugün bir türlü içselleştirilmeyen yani karşılıklı saygı değerleri özümsenmeyen mevcut parlamenter sistem bile, bütün yetersizliklerine ve eksikliklerine rağmen tehdit ve kaos içine sürüklenmektedir. Seçim yapma özgürlüğü de tehdit altındadır.İnsanlar, muazzam bir duygu karmaşasına sürüklenmekte, asırlar içinde kurulan tarihsel sevgi ve saygı bağları güçlendirilmesi gerekirken, öfke patlamalarının ardı arkası kesilmemektedir. Bunun bir adım ötesi kimsenin kimseyi dinlemediği, körün tuttuğunu götürdüğü ve bir halk deyişiyle “hakkın değirmende kaldığı” bir dönemin açılışıdır.
Evet saldırgan şiddet ve terör kesinlikle lanetlenmelidir. Ama bunun bir üslubu, tarzı, ahlakı, haddi hududu vardır. Yakıp yıkarak, vurup öldürerek hak aranmaz ve alınmaz. Hakk, önce söz üzerine bina edilir. Sözü tutma üzerine geliştirilir. İnsanların söze kıymet vermesinin reddedildiği noktada, kör şiddet başlar.
Kimden ve nereden gelirse gelsin bütün şiddet mekanizmalarını lanetliyebilirsek ve bu bağlanmayı, insani nezaket, adab-ı muaşeret ve vicdani özgürlük ilkelerince yürütebilirsek, ancak o zaman gerçekten insanlar arasında barış hüküm sürer. Kutsal olan Barıştır, kalıcı olması gereken barıştır. Savaş, kutsal değildir. Savaşın kutsallığı sadece savunmak içindir ve geçicidir.
Devam edecek…