Şükran Aydın, Muzaffer Akengin, Zozan Çiçek ve Nesrin Akgün’le birlikte 11 diğer tutsak ölüm orucunun dördüncü gününde…
Ölüme kaç gün kaldı?
Bilmiyorum ve bu kişiler zaten haftalardır süresiz dönüşümsüz açlık grevindeler. Telefonu elime aldığımda niyetim ölüm orucuna giren 15 kadın ve erkeği yazmaktı! Telefonun tuşundaki parmaklarım sanki gözlerim… Şükran’ın bedeni o kadar narin ki dokunamadım; parmaklarım S 400 ateşine dokundu!
Türkiye’nin 2015’te devreye soktuğu Batı ve ABD’yi Rusya ile dengeleme politikası bugun itibarı ile sınıra dayandı; tıkanma var ve karar aşamasında.
2002 yılında imzalanan F 35 mi, yoksa 2016’da imzalanan S 400 mü?
Türkiye ikisine de para yatırdı ve konunun iki muhatabı ABD ve Rusya’ya taahhütleri var.
İkisi birlikte olmaz, birisinden vazgeçecek.
F 35 ve S 400 anlaşmaları Akdeniz ve Karadeniz eksenli güç mücadelesinin bir parçası! Bu, silah alımının çok ötesinde.
Erdoğan rejiminin günü kurtarma stratejisi çöküyor mu?
Türkiye üç yıldır hep zaman kazandı ve Trump yönetimi şimdi Türkiye’ye ‘kararını ver’ diyor. Erdoğan’ın gönlü S 400’lerde.
Gönlü S 400’lerde olsa da kavuşmak o kadar kolay değil; kara kara düşünüyor.
Türkiye S 400 füze savunma sistemlerini Rusya’dan alırsa ne olur?
1-) F 35’lere veda edecek.
2-) ABD’nin hasımlarına uyguladığı CAATSA denilen yaptırımlara maruz kalacak.
3-) Türkiye Akdeniz’de yalnızlaşmış ve kuşatılmış olacak; ABD, Doğu Akdeniz’de Yunanistan, Kıbrıs, İsrail ve Mısır ile işbirliğini güçlendiriyor. Buna ilaveten 1987’de Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu bitirecek.
4-) Reza Sarraf dosyası yeniden açılacak ve Türk bankalarına yaptırımlar yeniden gündem olacak.
Türkiye kurucu meclis döneminden bu yana Batı’yı esas aldı ve eksen burası oldu.
Türkiye, S 400 krizindeki kararı ile Batı ile devam mı, tamam mı? diyecek!
Şunu da hatırda tutmak gerekiyor:
Türkiye’nin dış politika serüveni hep iç politikayı şekillendirdi.
Bizler Türkiye’nin ABD krizinde S 400’ler dumanında bakarken cezaevlerinde açlık grevindeki 15 kadın ve erkeğin nefesinde ölüm kokusu…
Erdoğan-Bahçeli faşist rejimi cezaevlerinden yükselen sesi sadece duymazlıktan gelmiyor; oradan yükselen sesi boğmak için uğraşıyor.
Şükran’ın, Zozan’ın, Muzaffer’in ve Nesrin’in bize dokunmak için gayret eden nabızları hergün zayıflıyor. Bu genç insanların yaşaması için İnsan Hakları Derneği’ne, Af Örgütüne, HDP’ye adalet arayışçısı ve özgürlük savunucusu herkese büyük iş düşüyor!
En büyük iş Kandil’e düşüyor.
Türk hükümetinin adım atma niyeti yok ve ölüm Soylu, Erdoğan ve Bahçeli’nin yüzlerinde çirkin bir sırıtmanın ötesine geçmeyecek!
Buna izin vermeyelim!
Bu genç insanların yükü ağır ve bu yükü almalıyız!