”İslami kesim açısından dindarlar için sağcı olmak hiçbir problem oluşturmazken, solcu olmak daima problem olarak görülmüştür. Mantıken eğer bir Müslüman’ın sağcı olması caizse, solcu olması da caizdir. Solcu olması caiz değilse sağcı olması da caiz değildir.”
12-13 Ocak 2019’da İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan İslam ve Sol Çalıştayı’nda 16 konuşma iki yazılı tebliği sunuldu. Konuşmacıların mesajlarını bu yazı dizisinde aktarmaya devam ediyoruz. Bugün Prof.Dr.Hayri Kırbaşoğlu‘nun konuşmasından mesajları sunuyoruz…
- Egemenler tarih boyunca dini kullanmıştır
Burada İslam ve sol iki kavram ilk defa bir araya gelmiyor. Türkiye’de de gelmiyor, dünyada da gelmiyor ama uzun bir sessizlikten sonra tam da zamanında belki tekrar gündeme gelmesi son derece anlamlı. Egemenler tarih boyunca daima dini kullanmıştır. Bu tespit çok çok önemli bir tespit. Çünkü dinin yeryüzüne, insanlığa, adalet, eşitlik, özgürlük ve mutluluk getirmesi gereken öyle düşünen dinin, yeryüzünde kan, gözyaşı, yıkım ve bir çok felakete yol açabilmesi aslında bu egemen sınıfların bunu araçsallaştırılması ve iktidarlarını sürdürmek için gerekirse işi sömürgeciliğe, emperyalizme, din adına vardıracak kadar ilerletebilmesi sayesinde mümkün olmuştur. Tarih boyunca da bunun pek çok örnekleri vardır.
Türkiye ortalama kültürde çok ciddi anomaliler var. Özellikle İslami kesim açısından. Dindarlar için sağcı olmak hiçbir problem oluşturmazken, solcu olmak daima problem olarak görülmüştür. Mantıken ya da hangi açıdan bakarsanız bakın, eğer bir Müslüman’ın sağcı olması caizse, solcu olması da caizdir. Solcu olması caiz değilse sağcı olması da caiz değildir. Ama orada, arka planında 1970’li yıllarda ve daha öncelerine kadar giden Yeşil Kuşak Projesi ve Rusya’nın sıcak denizlere inmesini engellemek için sağ muhafazakar adı altında dindar kesimlerin araçsallaştırılması gibi pek çok siyasi, uluslararası sebeplerde var. Bunun getirdiği belki psikolojik bir algı var.
- Teolojik mülahazaları kesinlikle paranteze alarak tartışmalıyız
Ben İslam sol meselesini teolojik mülahazaları tamamen paranteze alarak tartışmamız gerektiği kanaatindeyim. Teoloji kesinlikle bu konulara sokulmaması gerekir. Çünkü konu teolojik bir mesele değildir, tamamen politik bir meseledir.Tamamen politik olarak ele alınması gerekir. Bu anlamda İslam ve sol konusunun çok rahatlıkla, ister Türkiye’nin geleceği, ister bölgenin geleceği, isterse küresel meseleler açısından çok rahatlıkla yan yana getirip bunları rahatlıkla tartışa bileceğimiz kanaatindeyim.
Bir başka husus da İslam sol meselesinin bir kimlik meselesi olarak değil, tamamen olaylara, dış dünyadaki olaylara, olgulara yaklaşım tarzı olarak ele almak, yöntemsel bir konu olarak bakmak lazım. İslami bir yaklaşımla da siz sömürgeciliğe, emperyalizme emeğe bakabilirsiniz, sol perspektiften de bakabilirsiniz, liberal perspektiften de bakabilirsiniz, başka perspektiflerden de bakabilirsiniz. Dolayısıyla kesinlikle, eğer bu yolculuk gerçekten uzun soluklu bir birliktelik olarak düşünülüyor ise teolojik mülahazaları kesinlikle paranteze alarak yola devam etmek gerekir.
Burada teolojiyi paranteze alalım dedikten sonra, bir husus daha var bu birlikteliğin sürmesi için. Marksizmi veya solu ya da sosyalizmi hangimiz kullanırsa kullanalım, bir analiz yöntemi olarak kullanabiliriz. Yani siyaseti, ekonomiyi, yönetimi, kültürü sanatı dolayısıyla sosyalizmin veya solun bu tür İslamolojik, metodolojik yönlerine ağırlık vererek kesinlikle teolojiden kaçınarak yola devam edilmesi gerekir.
- İslami kesimle solun birbiriyle irtibatı, alakası yeni bir şey değil
Şimdi İslam ve sol ilk defa bir araya gelmiyor dedim. Bu noktaya nasıl geldik kısa kısa değinmek istiyorum. İlk defa benim girdiğim, Türkiye’deki ilk kırılma Trabzon’da, İslam Düşüncesi Sempozyumu’nda oldu. O zaman Mehmet Bekaroğlu öğretim üyesiydi. Orada ilk defa Türkiye’de birbiriyle kanlı bıçaklı kesimler orada konuşmaya başladı.
Bunun akabinde Doğu Konferansı girişimi aynı şekilde çok farklı. Özellikle de ağırlıklı olarak İslam, sol diye bir kesimlerin bir araya geldiği bir platformdu bu program. Ondan sonra Yeni Siyaset girişimi kısa bir deneme oldu. Onun arkasından Has Parti denemesi vardı. Ondan sonra da bugünkü içinde bulunduğumuz toplantı.
Aslında bugünkü toplantı, bu süreçlerin bir devamı. Bu toplantılar, iki farklı kanadın bir araya rahatlıkla gelebileceğini gösteriyor. Bu listede belki Erbakan’ın Ecevit’le yaptığı koalisyonları da eklersek, İslami kesimle solun birbiriyle irtibatı, alakası yeni bir şey değil. Aslında oldukça da başarılı bir takım denemeler var. Fakat bu sonuç alıcı bir modele dönüşmüş değil. Belki bu toplantı, bu birlikteliğin ya da bu diyaloğun sonuç alıcı bir hale nasıl gelebilir, bunun bir göstergesi olur.
Bu listeye eklenecek bir başka husus da Muş İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Ertuğrul Cesur’un iki tane kitabı var. Birisi ‘’Allahperest Sosyalist’’ Ali Şeriati’yi anlatıyor. Son kitabı da yeni yayınlandığı ‘’Müslüman Sosyalistler’’. Çok erken dönemlerden itibaren Müslüman kimliği ile sosyalist kimliğini bir araya getiren epey bir entelektüel var. Bu akımlar Orta Asya’ya kadar gidiyor. Bu yeni bir şey değil aslında. Sadece o geleneğimiz yeniden canlandırılması lazım.
- Dinler adaleti ikame etmek için gökten gelen projeler olarak görülebilir
Bu beraberliği çok daha gerilerde de görebiliriz.İslam, medeniyet tarihi açısından ben bizatihi Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin de tamamen bu perspektiften okunabileceği kanaatindeyim. Hatta son bir deneme de yaptım. ‘Milel ve Nihal’ dergisinde ‘’Son Muhalifin İzinde’’ diye bir yazı yazdım. Son muhalif Hz. Muhammed’i kastederek. Dinlerin de özünde, çıkışına bakıldığı zaman sık sık bahsettiğimiz statükoya karşı o statükoyu düzeltmek, adaleti ikame etmek için aslında gökten gelen projeler olarak görülebilir. Dolayısıyla bizatihi dinler bu perspektiften bile okunabilir. Yani statükocu sağ bir proje olarak değil de muhalif ve düzeni değiştirmeye yönelik göksel projeler olarak bile görülebilir.
- İslam ve Arap dünyasında çalıştayın konseptine uygun çok önemli şahsiyetler var
Bunun dışında çok önemli tarihi şahsiyetler var bu toplantının konseptine uygun olabilecek. Başta Ebuzer El-Gıfari olmak üzere, ardından çok bilinmeyen Eşarîler Kabilesi var. Bunlar İslam öncesinde de toplumda gıda sıkıntısı geçim veya sıkıntı olduğu zaman, herkes evindeki bütün ne kadar gıda maddesi ve eşya varsa bir araya getirip meydanda toplayıp, sonra eşit olarak paylaştıran insanlar. Böyle enteresan kültürlerde var. Bunun dışında Çağdaş İslam düşüncesinde Muhammed İkbal, Hikmet Kıvılcımlı, Ali Şeriati, Nurettin Topçu, Roger Garaudy var. Hasan Hanefi özellikle İslam solu tabirini, dünyada, İslam dünyasında en fazla popüler yapan Hasan Hanefi’dir. Ama onun projesinin adı değildir bir sene bir sayılık dergi çıkarmıştır, ama o isim ona yapışmıştır. Ama İslam solu Arap dünyada ilk defa 30-40 sene önce Hasan Hanefi tarafından kullanılmıştır.
- İslam ve solun bir araya geldiğine dair kıymetli örnekler var
İslam ve sol bir araya gelmesi bize hiç de yabancı değil . İkbal’den örnekler vereyim; ‘’Cebrailsiz kutsal kitap’’, Das Kapital için söylüyor, ve Marks için de ‘’Cebrailsiz peygamber’’ aynen İkbal’in ifadesi. Niçin kutsal kitap ifadesini kullanıyor? Çünkü Marks bu nitelendirmesinde yeryüzünde isyan, evrensel eşitlik, adalet talebi gibi kutsal değerleri Marks savunduğu için, bu anlamda kutsal diyor. İkbal onu adeta vahiy almayan bir peygamber gibi görüyor.
Roger Garaudy’; ‘’ben İslama nasıl geldim, bir elimde İncil, bir elimde Kapital ile geldim’’diyor. Hristiyanlık tarafı da var Garaudy’nin, ikisi ile beraber oradan İslam’a geldim diyor. Dolayısıyla İkbal’e göre Kapital elbette gökten inmemiştir ama işte bu ezilenlere karşı ezilenleri, ezenlere karşı mücadeleyi amaç edindiği için, bu anlamda İslamla, Kur’an’la, Das Kapital ile Marks’la, Hz Peygamber’le rahatlıkla paralellikler kurabiliyor.
Marks diyor ki; burjuvazi, dini, dini şevki, dini coşkuyu, Tanrısal coşkunlukları, bencil hesaplarının buzlu sularında boğdu. Gerçekten Marks’ın bu konudaki analizlerini tekrardan okuyup dini okumalar yapılması gerekiyor. Burada Marks’ın meseleyi tekrar ele alarak teolojik mesele olarak değil, tamamen toplumsal bir analiz yapma amacı ile kullandığını rahatlıkla görebiliriz.
- İslam Dünyasındaki ‘kurtuluş teorisine‘ benzer çabalara Türkiye’nin dahil olması gerekir
Thomas Müntzer’den, Latin Amerika’daki Kurtuluş mücadelesinden bahsedildi ama burada bir eksikliğimiz var İslam dünyasındaki benzer çabaları da takip etmemiz lazım. Mesela Beyrut’ta hala devam ediyorsa her yıl beş kıtadan 2000-3000 kişinin katılımıyla uluslararası çapta Mukavemet toplantıları yapılıyor. Bir tanesine Cem Somel Hocayla birlikte bir grup Doğu Konferansı üyesiyle gittik. Burada özellikle 3.dünyacılar var ve küresel bütün meseleler tartışılıyor, İslami kesimde var, dünyanın her yerinden Yunan ekipler de var. Burada yaptığımız toplantının atmosferine uygun atmosferde yapılan uluslararası toplantılar var. Benzer şekilde de Kahire Konferansı adı altında, yine ağırlıklı İslamcı ve Sosyalist kesimlerin özellikle Sosyalist İşçi Sendikalarının bir aradalıklarına dair projeler var, sürüyor.
Dolayısıyla Türkiye bu anlamda biraz geriden bile geliyor. Arap dünyasında sosyalistlerle İslamcıların birlikteliği çok daha geçmiş dönemlere dayanıyor. Özellikle Lübnan merkezi olmak üzere ‘’kurtuluş teolojisine’’ benzer bir çaba var, literatür var ve bunların Türkiye’ye acilen kazandırılması lazım. Dolayısıyla Türkiye’nin bu noktada biraz daha en azından İslam dünyasına bakışlarını doğrultması lazım.
- İslam ve sol arasında diyalog için, daha geçirgen bir yapıya ihtiyacımız var
İslam dünyasındaki kendi farklı kimlikler arasında ve başkaca İslam-Sol arasında kesinlikle bir diyalog gerekir. Şimdi bugüne kadarki bizim tavrımız şöyleydi; geçirgenliği olmayan iki departman var sol ve İslam, 1970 li yıllardan itibaren yakın zamana kadar böyleydi Yeşil Kuşak projesinden dolayı. Ama şimdi ikisi arasında geçirgen, arada yine bir çizgi var ama geçirgen bir çizgi. İslam’da, sosyalizmde, sosyalizmin içinde bu kavramsal çerçeve olarak yöntem olarak harmanlama olarak Topçu’da, Şeriati’de ve diğerlerinde daha geçirgen bir yapıya ihtiyacımız var. Tabii ki sosyalist kimlik, sosyalist kimliğini koruyacak, İslam’ı koruyacak ama bunlar geçirgen olmayan bir kompartman şeklinde değilde, daha geçirgen bir diyalog ortamı söz konusu.
- Ortak paydalarımız yüzde altmış, yüzde yetmişten aşağıya değil
Önem sırasına ve aciliyet sırasına göre konular çıkarılıp, ondan sonra ortak bir eylem planı üzerine gitmek gerekir. Benim kanaatim sadece İslam ve sosyalizm değil, diğer çeşitli gruplar arasında da kişisel alandaki tecrübeme dayanarak söyleyebilirim, teorik olarak literatür üzerinden de söyleyebilirim, kesinlikle size garanti veriyorum ortak paydalarımız yüzde altmış, yüzde yetmişten aşağıya değil. Ancak çeşitli sebeplerden dolayı, bize sürekli bardağın boş tarafı gösteriliyor. Eğer biz bardağın dolu tarafına bakmayı görebilirsek ve aramızda dostluk, insan sıcaklığı doğarsa, birbirimize dokunabilirsek, ben çok süratle ülkemizdeki siyasi kültüründe, Orta Doğudaki siyasi kültüründe ve daha büyük ölçekte 3.dünya ülkeleri başta olmak üzere yepyeni bir uluslararası bir düzen, dünya düzeni, siyasi kavram, yeni bir ekonomi modeli gibi bunları adım adım planlamasını yapabileceğimiz kanaatindeyim. Daha küçük çapta başarılı pek çok örnekleri batıda da var, İslam dünyasında da var. İnşallah gelecek toplantılarda daha noktasal, bir takım konu başlıkları seçilirse özellikle İslam dünyasındaki bu toplantının ruhuna uygun çalışmaları mutlaka buraya getirmemiz gerekir.
Bu toplumun birbirini boğazlaması, nefret ve kutuplaşma kültürünün bu toplumun kaderi olmadığını ve rahatlıkla bu kültürün üzerinden gelerek burada kardeşlik, adalet, özgürlük eşitlik üzerine yeni bir toplumsal sözleşmeyi başarabileceğimize ben kesinlikle buna inanıyorum, bunun mümkün olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim