Demek öğrencinin yumurtası, polisin copundan daha çok zarar verirmiş(!). Bunu anladık, bunu gördük.
“Büyüklerimiz” böyle buyurdu; dediler ki, “bugün yumurta atan, yarın taş, öbür gün mermi…” İktidarlar, belirledi neyi ne kadar konuşacağımızı. Hiç kuşkusuz, bugün muhafazakâr zihnin kalıbına harcı döken faşist zihindir. Çünkü her faşizm korku salar, kanla korkutur. İsyan kültürüne değil itaat ölçülerine bağlar toplumu. Hiç fark etmez; dün boyun eğdirmeyi asker gücüyle yapan bugün polis gücüyle yapar.
Bakana atılan yumurtaların sayısını ve hatta kaçının çift sarılı olduğunu konuştu yazılı ve görsel medya son günlerde. Hep üzüldüler Bakan’ın parlak sarı yüzüne bakarken, ancak polisin yerde tekmelediği, sürüklediği öğrencilere çok azı üzüldü. Hele muhafazakâr medya yerde tekmelenen öğrencileri neredeyse daha yerdeyken suçlu ilan etti.
Elbette Bakan’dan iyi bir omlet olamazdı. Üstelik yumurta yemeyi bu kadar çok sevdiğini de zannetmiyoruz. Ancak herkes kendi canını daha çok seviyor. Siyasi iktidarlar ise hem canlarını hem geleceklerini… Kimse polisin uyguladığı şiddetin önüne Bakan’a gösterilen protestoyu geçirmemeliydi. Nedense gözden kaçırdılar; sokağa dökülen, İstanbul sokaklarını dolduran öğrenciler neyi protesto ediyordu bundan bile habersizdiler. Aslında bilerek ıskaladılar, hasıraltı ettiler.
Sonra polisin şiddeti yansıdı ve yumurta protestosu. Abdestli faşistler sokaklara hâkimdi. Elbette Bakan’ın canı onlarca öğrencinin canından daha kıymetliydi(!). Zaten yumurta kabuğu daha çok acı verir copa oranla.
***
Peki, öğrenciler neye tepki gösterdiler sokaklarda? Bu enine boyuna hiç tartışılmadı.
Bir toplantıyla başladı her şey. Bir Başbakan, karşısında onlarca rektör… Görünürde çok masum bir toplantı gibi görünüyor. Ancak biraz daha yakından bakınca siyasi erk, özerk kurumlara ne yapması gerektiğini söylüyor toplantı boyunca. Üstelik öğrenciler yine ortada yok.
Bu nasıl bir özerk yapı? Özgür eğitimi dahi tartışamıyoruz. Kendisinden har(a)ç topladığınız bir kitleye söz hakkı verir misiniz hiç? Nerede görülmüş kölelerin konuştuğu? Ancak öğrenciler, insan olduklarının farkında oldukları için zincirlerini kırmak istiyorlar. Sermayenin kölesi olmak istememeleri incitiyorsa “büyüklerini” o ayrı bir mesele. Büyükler anlamaya çalışmalı tutsak kalamayan bu insanları.
Bilginin de tüketilen bir değer olduğu vurgusuna itirazı olanlar fazlasıyla saygıyı hak ediyor; dayağı değil.
Zorunlu (Sorunlu) eğitim
Günümüzde bir öğrencinin maliyeti gittikçe artarken öğreniminizi tamamlamanız çok az şey ifade ediyor sizin için. Rekabet koşulları her geçen gün artarken aynı oranda üniversiteler de artıyor.
Yıllar önce Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde, bir gecede 36 üniversite kurulmuştu. Matematik profesörü Cahit Arf, o dönemde basına verdiği demeçlerde “Bu ülkede gerçekte üniversite adı altında 36 ortaöğretim kurumu açıldı” dediğinde, bunu dikkate alanların sayısı yine azdı.
Muhafazakâr iktidar da kendi zamanında bunu yaptı. Çünkü sermayenin iktidarı olmak bunu gerektirir.
Siz yürürlükte olan kurumları yeterince iyileştirmeyip bu ekonomik koşullara rağmen hizmet üreteceği inancıyla yeni kurumlar açıyorsanız, biliniz ki, bunu ne işsizliği çözmek adına ne de geniş halk kitlelerinin çıkarı adına yaparsınız. Bunu ancak sermaye ve piyasa koşulları adına yaparsınız. Üniversiteleri ayrı bir sektöre dönüştürürsünüz. Elbette bu sektörden nemalanan bir sınıfta yaratılacaktır. Ve yaratıldı da.
Bu, “daha fazla eşitsizlik” anlamına gelir. Üniversite öğrencileri bir kazanç kapısıdır artık. Gittikçe azgınlaşan sermayenin semirdiği…
Dersini bir türlü geçemeyen öğrenciyi, yazın geçiren (yaz okulu sayesinde) bir çok akademisyen öğrencisine minnettardır, sayesinde aldığı villanın çitlerle çevrili bahçesinde dolaşırken veya dört çekerinin içinde sefa sürerken hatırlar öğrencisini. Her seferinde üniversite öğrencisi biraz daha fazla para verir. Çünkü eğitilmeye, ehlileştirilmeye mecburdur. Üstelik daha sırtında taşıyacağı birçok sermaye sahibi vardır.
Okullaştırma işte bunun içindir.
Öğrenim zorunlu hale getirildikçe, bu dayatmanın altında özgürlükler de çiğnenecektir. İnsanın özgür olmadığı hiçbir kurum meşru kalamaz. Aslında öğrenimin kurumsallaşması belki de asıl sorun. Henüz bunu bile tartışacak düzeyde değil üniversitelerimiz.
İvan İllich “Okul sonsuz tüketim miti’nin de başlatıcısıdır” der. Eğitilmeye duyulan tutku arttıkça, yani bilgi tüketilen bir değer olduğu günden beri, “totaliter bilgi yöneticileri”nin egemenliği de gittikçe artmaktadır. Belli bir zamandan sonra öğrencilerin yaptığı tüm karşı duruşlar, sistemi daha güçlü ve haklı kılacaktır. Çünkü itirazınızı bu kurumsal yapı altında yapmaktasınız. Siz de tüketim değeri olarak varolduğunuz sürece çizginin dışına çıkamazsınız. Diploma yarışının baskısı altında bu kısır döngü sürmeye devam edecektir.
Sanırım, İvan İllich’in de dediği gibi “Zorunlu eğitime muhatap olmadan büyüyen bir nesil, üniversiteleri tekrar yapılandırmaya muktedir olacaktır.”