“Demos”/Halk kavramının bileşenleri yani halkın içinde görülen sınıf ve katmanlar, tarihsel süreç içinde sosyolojik olarak sürekli değişmiştir. Örneğin kentli burjuvazi, ‘soylu’ hanedanların doğuştan gelen ayrıcalıklarını kırmak ve babadan oğula geçen bütün ayrıcalıkları ortadan kaldırmak için ‘eşitlik, adalet ve özgürlük’ şiarıyla, yola çıkmıştı. Bu şiarla, feodal aristokrasiye ve monarşiye karşı çıktığında, halkla kaynaşmış ve bir BİLEŞEN olarak, ezilen halk katmanlarıyla buluşmuştu. Halkla birlikte iktidarı ele geçirdiğinde ise, halkı kendinden soyutlamış, ayrıştırmış ve bir DIŞLAYAN olarak, halk kavramının ve katmanlarının dışına çıkmıştır.
Demokrasinin sahte bir gösteri olmaktan çıkıp, olumlu ve onurlu bir nitelik kazanması; ortak kamusal iyilik ekseninde oluşan yatay mekanizmaların özgürleşmesi ve bunun doğal bir işleyiş haline gelerek, hiç bir bileşenin, yek diğerini dışlayamaması ile mümkündür. Özyönetimsel radikal demokrasi sayesinde, toplumu dikey olarak kesen, tahakkümcü dışlama ve ötekileştirme mekanizmaları lağvedilmelidir. Radikal demokrasi, doğal ve erdemli barış toplumunun, vicdani ve etik değerlerinin kalıcılık kazanması aşamasına kadar, bir geçiş evresi olarak düşünülmelidir.
Bugün liberal, muhafazakâr, ulusalcı ya da küreselleşme yanlısı hangi burjuva çevreye sorsanız, hepsi de demokrasiden ve halktan yana olduklarını ve halkın tamamını kapsayan en iyi demokrasi tanımını, kendilerinin savunduğunu ve en önemlisi kendilerinin de halkın içinden gelen unsurlar olarak görülmelerinin meşru olduğunu söylerler. Gerçekte ise artık onlar, farklılıkları bezeyen halktan kopmuş, kendilerine tanıdıkları üstünlük ve ayrıcalıklarla, halkın dışında ve üstünde bir güç olmayı seçmişlerdir.
İnsanlar, farklılık arz eder ancak bu farklılıklar, birbirlerinin eksikliklerini gidermek, birbirlerini güçlendirip beslemek noktasında deneyim araçlarıdır. İnsanlar, iyilik ve doğrulukla sınanmak için farklılıklar içinde yaratılmıştır. İnsanları, kendine ya da kendi belirlediği bir sistem içindeki standart bireylere dönüştürmek en büyük zalimliktir. Bu anlamda halk deyince, farklılıkların bir arada en doğal ve uyumlu şekilde yaşayabildiği bir çokluk anlaşılmalıdır. Bu doğallık ve uyumu ise, ortak iyilik ve kamu yararını temel alan merhamet ve şefkatin billurlaşmış halleriyle somutlamak gerekir.
Genel anlamda demokrasi tanımına pek karşı çıkan olmaz. Demokrasinin içeriği konusunda ortak bir noktada anlaşmak istendiğinde ise, ipler gerilir, katı sınırlar çizilir ve “Hangi Demokrasi? Kime göre Demokrasi” gibi sorular derinleşir. Demokrasi; kaynaştırıcı ve birleştirici bir yönde değil, kutuplaştırıcı ve ötekileştirici bir dil ve yönteme tabi tutularak, bir kesimin diğer bir kesim üzerinde tahakkümüne dönüşür.
Demokrasi kavramını, en yalın haliyle “halkın kendi kendini yönetmesi” olarak kavramak yeterlidir. Ancak bugünkü demokrasilerin hiç biri, somut hayatta buna tekabül etmemektedir. Mevcut temsili demokrasilerde halk, kendi kendisini yönetttiğini sanmaktadır. İçi boşaltılmış ve anlamı uçurulmuş demokrasi kavramını; özyönetim kavramıyla birleştirmek, bütünleştirmek ve özyönetim tarzıyla, demokrasiyi ‘gerçek anlamda halkın kendi kendini yönetmesi’ içeriğine kavuşturmak tarihsel bir zorunluluktur. Böylece insanlık, başlangıçtaki doğallığına ve yaratılıştaki özüne, cevherine kavuşabilecek ve kendine yabancılaşmaya son verecek, demokrasisinin sanallığını aşacaktır.
Görünüşte her demokrasi, aşağıdan yukarıya seçilenlerin, üst bir organda merkezileşip, aşağıyı yönetmesine dönüşmektedir. Maskeler değişmekte ancak maskeleri kullananlar bir türlü değişmemektedir. Özyönetim organlarıyla aşağıdan ve doğrudan işleyen radikal demokrasi temel alındığında ise, aşağı üzerinde tahakküm kuracak bir yukarısı yaratmak zorlaşmaktadır. ‘Aşağı ve yukarı’ ayrımı giderek yok olmaktadır. Hak ve adalet de ancak bu tarz ile korunabilir.
Bu konumlanma, çok başlılık değildir. Çünkü her özerk yerleşim odağı kendi hayatını organize etmekte ne kadar belirleyici olursa, o kadar mutlu ve huzurlu olmakta ve diğer özerk yapılarla daha uyumlu ve haysiyetli bir arada yaşamaya açık kalabilmektedir. Dünyada, bastırılmadan ve yok sayılmadan önce, kısa sürede olsa birçok başarılı özyönetim deneyimi yaşanmıştır. Özyönetimlerde farklılıklar; birbiri üzerinde bir üstünlük yaratmak için değil, birbirini yeniliklerle beslemek ve eksiklikleri karşılıklı olarak gidermek için korunma noktasında, bir doğallık ve meşruiyet kazanmıştır. Gösteri demokrasilerinde derin tarihsel ötekileştirmelerin önü, demokrasiyi yalınlaştırmak ve özyönetimlerle kaynaştırmak sayesinde aşılabilir.
Her tarihsel dönemde her farklı ekonomik ve toplumsal yapıda, demokrasi kavramına farklı içerikler yüklenmiştir. Her kesim durduğu ve baktığı yerden, ona yeni bir anlam vermiştir. Demokrasi, bir yandan adaletsizlik ve sömürü üreten her ortama ve yapıya karşı gerçekçi ve tavizsiz bir duruş olduğu kadar, öte yandan tepkilerin frenlenmesi ve tepkilerin gazının alınmasında bir araç görevi de görmektedir. Bu ikincisi; sahte ve geçici olan, sanal gösteri demokrasisidir. Zihinleri karıştırıp bunaltan, bu yıpratıcı ve yalancı demokrasi, en barbar görünümden en yumuşak görünüme kadar, halkı yönlendiren egemen mülk sahiplerinin emrinde acımasız bir silaha dönüşmüştür ve her yönüyle aşılmak zorundadır..
Aydın Mutlu Dinçoğul