ORUCUN TARİHSELLİĞİ TARTIŞMALARI-V
Oruç Zamanı
Orucun zamanı konusunda rivayet ve lügatin ayeti anlama konusunda yaklaşım farkları doğmuştur. “Oruç tutmanın sınırı günün belirgin biçimde ortaya çıkması ile güneşin batması arasıdır.”[1] diyenle birlikte “Oruç, güneşin doğuşu ile değil tan yerinin ağarmasıyla başlar.”[2] diyen de vardır. Beyaz ipliği “Sabaha doğru tan vaktinden itibaren genişleyerek bir ip gibi uzayıp giden beyazlıktır.” diye tanımlayan Zemahşeri siyah iplikle ilgili olarak “Gecenin hafif biçimde kendini göstermeye başlamasıdır.”[3] demiştir. Elmalılı’ya göre beyaz iplik, fecrin başlangıcını belirten bir deyimdir.[4]
Ayette geçen siyah ve beyaz iplik esasında Yahudilerin kullandığı bir benzetmeydi. Geceyi bitiren gerçek aydınlık olan güneş kızıllığının ufukta bir ip gibi dümdüz görülmesi beyaz iplik, gündüzü bitiren karanlığın ufukta bir ip gibi kendini göstermeye başlaması siyah iplik benzetmesiyle anlatılmıştır. Yani aydınlık başlayınca oruca başlayın, karanlık başlayınca orucu bozun denmektedir.
Kelimeler fecr’in ne olduğu konusunda düğümlendiğinden bu sözcük üzerinde durmamız gerekmektedir. Fecr ile ilgili ayet gelmeden önce sahabeler Yahudilerin beyaz ve siyah iplik benzetmelerinden hareketle kimileri ayaklarına siyah beyaz iplikler bağlar ve bu iplerin beyazlık ve siyahlığı tam belirdiği vakte göre oruca başlar veya oruçtan çıkardı. Ayetin içinde fecir’den kelimesinin kullanılmasıyla siyah ile beyaz iplikten maksadın gece ile gündüz olduğu anlaşıldı.[5] Yani ak ve kara ip gündüz ile gecedir. Peygamber davranışları konusunda Aişe “Onun eylemleri hafif ve devamlı yağan yağmur gibiydi.”[6] demesiyle sürekli kolaylığı isteyen ve zorluklardan kaçınan bir peygamber profili ortaya koyar. “Peygamber davranışlarından biri de iftarın erkene alınması, sahurun daha da uzatılmasıdır.”[7] aktarımına göre orucun kısa tutulması Elçi Muhammed’in tercihleri arasındadır. Bu meseleyi kuvvetlendiren bir aktarım da Huzeyfe’ye “Tanrı elçisiyle hangi vakitte sahur yedin?” diye sorulduğunda onun “Gündüzdü, ancak güneş doğmamıştı.”[8] demesini gösterebiliriz.[9] Huzeyfe güneş doğuncaya kadar yeme içmenin gerçekleştiğini dile getirmektedir. Birbiriyle çelişen tüm rivayetleri burada sıralamayacağım. Ancak fecri iyice açmamız gerekmektedir.
Fec(i)r, ortasından yarma, yarık açma, geniş bir gedik açma demektir. Gecenin yarılması, gecede bir delik açılması nedeniyle ufkun güneş ışıklarıyla kızardığı tan vaktine hem sabah hem de fecir[10] denir.[11] Arap dili ustası ve lügatçısı İsfehâni’nin tanımlamasını bir hadis fecri kızıllık[12] ile tanımlayarak kuvvetlendirir.[13] Yani fec(i)r, Güneşin ufuktaki ilk kızarmasını anlatır ve bu yönüyle sabah ile aynı anlamlıdır. Sabah vakti, gerçek fecir olan güneşin doğmasıyla başlar.[14] Sabahtan önceki aydınlık, geceye henüz son noktayı koymamış olan aydınlıktır. Tıpkı güneşin batmasıyla gecenin aydınlığı henüz tam boğmadığı vakit gibi. Türkçede ak-şam denirken ak gece demek istenir. Yani gece gelmiştir, ancak gece karanlığı henüz atmosfere yayılmamıştır; gece, aydınlığı henüz tam içinde yok etmemiştir.
Fucûr da perdeyi yırtma, ahlak ve edep kapısında büyük bir delik açmadır. Eyyâmu’l-Ficâr[15] da hılf sözleşmelerine ve haram ayların dokunulmazlıklarına gerekli saygıyı göstermeyip töreyi delip geçen harpler olması nedeniyle böyle adlandırılır. Fucûr işleyene fâcir[16] denir.[17] Anlaşılan o ki ayrıştırıcı bir yaklaşımla Kur’an’ın amaç ve araç ilkesini yan yana koyduğumuzda gökyüzünün ağarması veya güneşin doğmasıyla başlaması üzerinde yürütülen tartışma orucun gerçekleştirmek istediği hedefi saptırmaktadır. Çünkü Arapçanın yapısı ve lügati gereği her iki anlam ortadayken güneş doğması veya gecenin ağarmasıyla mı oruç başlar tartışması yerine orucu niçin tutuyorum, sosyal ve psikolojik maksadım nedir diye sorular sorulmalıdır. Kişinin ister güneşle ister gecenin ağarmasıyla oruca başlaması hiç önemli değildir; oruçtan beklenen sosyal sorumluluk bilinci, Kur’an’a teşekkür eylemleri ve kefaret cezasını hayata geçirme çabaları asıl hedeflerdir. Gerisi ayetler etrafında gürültü koparmaktır. Ancak başlangıç zamanını dikkatle öğrenmek isteyen bilsin ki yukarıda da söylediğimiz gibi güneşin doğması ânıyla oruç başlar.
Teşekkür Orucu Döneminde İtikaf
Elçi Muhammed’in ramazanın son on gününde itikafa çekildiği aktarımı yılın en sıcak ayının son on gününde on gün oruç tuttuğu fikrini desteklemektedir. Elçi Muhammed’in eşi Âişe, Haberci Muhammed’in ölünceye kadar en sıcak ayın son on gününde itikafa çekildiğini aktarır.[18] Hatta öldüğü sene yirmi gün itikafta kalır.[19] Elçi Muhammed, bir yılın en sıcak ayında sefer nedeniyle itikafa giremediği için ertesi senedeki yılın en sıcak ayında yirmi gün itikafta kalır.[20] Elçi Muhammed, her itikafı kişinin kaderini değiştirecek bir değişim aracı olması gerektiğini belirtir. Bu nedenle “Ruhsal kudret kazandıracak/kişinin kaderini değiştirecek atılımı son on günde gerçekleştirin.” diyerek yılın en sıcak ayının son on gününde kaderimizi değiştirecek Kur’ansal çaba içine girmemizi dile getirir.[21]
Ayette âkif diye geçen sözcüğün anlamı odaklanma, dikkatle yönelme, adanma, taparcasına bağlanma anlamlarına gelir.[22] Bu sözcükten türemiş olan itikâf plânlanmış ve programı yapılmış, yer ve süresi ayarlanmış olan öğrenme, öğretme ve bilgi paylaşımı yapma ortamıdır. Sanki kampa girme veya yoğun bir seminer çalışması yapmadır. İtikaf Elçi Muhammed’in devrinde sadece mescitte uygundu; ancak günümüzde bu tür yoğun çalışmalar okulların sınıf ve salonları, otel lobisi, seminer salonu, halkevi, kültürevi, kültür merkezi, öğretmenevi, polisevi, orduevi, halk eğitim salonu gibi merkezlerde yapılabilir. Hatta camilerin imkân bakımından kısıtlı olması, halkın bu kültüre uzak durması ve siyasal sistemin itikaftan rahatsız olacağının belli olması dolayısıyla camiler itikaf için en uygunsuz yerlerdir. Bu durumu müteâkip ayetin mülkiyet tekelciliğini reddeden uyarısıyla daha net anlıyoruz. Çünkü bir sonraki ayet “Siyasal, askeri, hukuksal, ekonomik gücü elinde bulundurmayı aranızda hiçbir haklı dayanağı olmadan, size ait olduğuna dair bir veri sunmadan tekelinize almaya kalkmayın.[23] Kimi insanların siyasal, askeri, hukuksal ve ekonomik hakkını bilerek ve isteyerek, yargıcı kandırarak, sahte belge ve deliller sunarak, rüşvet vererek, torpil yaptırarak ve makamları kullanarak elinden almayın.[24]“[25] diyerek bağlamı içinde mülkiyet hırsını, insanların mallarını kitabına uydurarak çalmayı reddetmektedir. Böylece insanların birbirinin malından hak ettiği oranda ve hukuk çerçevesinde yararlanması gerektiği anlatılmaktadır. Bu ayette geçen bâtıl sözcüğü, hiçbir gerçekliği olmayan, ispatlanacak verisi bulunmayan, iptali gereken, bomboş bir uğraştan ibaret olan durum demektir.[26] Yani itikafa çekilmek kişinin kendi konum ve varlıklarını, yazıp söylediklerini, davranış ve ilişkilerini kontrol etmesi; kendini hesaba çekmesi sürecidir. Kişi bu süreçte gerekli verileri dikkate alarak, mevcut sonuçlardan yola çıkarak davranış ahlakını değiştirir ve barışçıl eylemlere yönelir. Bunun yılın en sıcak ayının son on gününde yapılması da iklimseldir. Çünkü bedenin dışarıda en aciz olduğu sürede kapalı mekânda kalıp vakti özdenetim, kişisel hesaplaşma, bilgi eksiklerini tamamlama, stratejik planlamalar yapma ve toplumsal kaygı gereği toplum için yararlı projelere odaklanma itikafa çekilmedir. Buradan çıkan sonuç kişinin yılda en az bir kez bir bahaneyle kendine vakit ayırması, nefsini hesaba çekmesi, çabalarının sonuçları üzerinde gerekirse tek başına düşünmesi, insanlık için neler yapılması gerektiği hususunda planlamalar içine girmesi gerekir. Aksi takdirde kişi toplumsal akışın içinde kendini kaybetmiş vaziyette rüzgârın önündeki yaprak gibi savrulmaya devam eder. Elçi Muhammed, yılın en sıcak ayının son on gününü seçerek eldeki Kur’an nüshalarını incelemiş, gelinen noktalar üzerinde düşünmüş ve gelecek plânları yapmıştır. Zira toplumdan bir süreliğine ayrılıp kampa çekilmenin amacı budur. Demek ki yılda on gün kampa çekilmek sünnettir. Kanaatime göre Dolunayla oruca başlayan Elçi Muhammed on gün hem oruç tutuyor hem de itikafın gereklerini yapıyordu; orucu uyuyarak geçirmiyordu.
Ayete göre itikaf sürecinde kişinin kendini hesaba çekmesi, yaşamını değerlendirmesi, kendisiyle yüzleşmesi sürecinde kişi o mekânla ilişiği kesilene ve vicdanen bir karara varana kadar cinsel ilişkiden uzak durmalıdır. Zira en kuvvetli güdülerden olan doyurulma, cinsellik ve kabullenme isteği oruç sürecindeki itikaf aracılığıyla güçlü bir otokontrol eğitimine tabi tutuluyor. Yılın en sıcak ayının son on gününde itikaf kuvvetli sünnettir.[27] Medine’de Peygamber eşlerinden Aişe, Hafsa ve Zeynep’in mescidin avlusunda çadır kurup itikafa girmeleri üzerine bu durumdan hoşnut olmayan Elçi Muhammed itikafı bırakır ve onun yerine daha sonra şevvalin ilk on gününde itikafa girer.[28]
Yeri gelmişken yinelemekte yarar gördüğüm bir hususu söylemekten geri durmayacağım. Orucun toplumsal mesajları içinde iş, aş ve eşi olan varlıklı kimselere mesajlar vardır. Oruç aracılığıyla bir yandan çalışıp öte yandan aç, susuz, kadınsız ve erkeksiz kalan; bekârlık ve açlığın ne demek olduğunu iyi bilen kimselerle en az üç, en çok on gün eşitlenerek duygusal ve bedensel eşitlenme yaşayın ki insanların neler çektiğini anlayın iletisi verilmektedir.
Takva, şükür ve kefâret oruçları özgür, bağımsız, karnı tok, sırtı pek, işi yerinde, eşi ve evi olanlar içindir. Çünkü emrin ortamındaki hitap kölelere yönelik değildir. Yetim, miskin, yoksul, bekâr, muhtaç; temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için borç batağında yaşamını sürdüren, yaşamak için ebeveynine veya burs almaya ihtiyacı olan öğrenci ile çalıştığı halde emeği sömürülen işçi ve amele gibi emekçilerin oruç tutmaması gerekir. Çünkü oruç altta kalan, ezilen, mağdur olan ve mahrumiyet yaşayanları fark etmeyen her türlü imkan veya güç sahibini uyandırma amaçlıdır. Onları bir süreliğine yokluk ve yoksunlukla baş başa bırakarak onlarda ezilenlerin çığlığına ses verebilecek vicdani uyanışı sağlama amacındadır. Toplumsal sorumluluk orucu, zaten sorumluluğunu unutmuş kimseye dönüktür. Şükür orucu olan ramazan da cahiliye kültürü yaşayan özgür ve imkân sahipleri içindir. Çünkü onlar Muhammedi çağrıya kulak vermeselerdi kavmiyet, mülkiyet ve cinsiyet ayrımına dayalı zulmü sürdüreceklerdi. Kefâret orucuysa tüm koşullarını dikkate aldığımızda insan haklarını çiğnemenin sonucuna dönük yaptırımlar içerdiği olduğu görülür.
Kefâret Oruçları
Kefâret, yanlış ve hataları örten eylemdir, bir ceza türüdür; ancak sadece bir ceza değildir. Kişinin bilinç tazelemesi ve sorumluluk kuşanmasına vesile olmaktır. Bu bağlamda oruç borcunu ödemeden ölenin velisi ölen adına topluma bedel ödemeli midir sorusuna çok tuhaf cevaplar verilmiştir. Örneğin Hasan Basrî ile Ehli Hadis[29] ölenin yerine otuz kişi bir gün oruç tutarsa bedel ödenir demiştir. Nitekim Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik, Hasan Basri ile Ehl-i Hadis’in orucun sosyal amacıyla örtüşmeyecek fikrine karşı çıkmışlardır. Çünkü kefâret ayetleri ile “Kim şükür orucu borcu varken ölürse ölenin velisi onun yerine her bir gün için yoksulları doyursun.”[30] hadisinden hareket edildiğinde İmam Azam ile İmam Mâlik’in isabetli karar verdikleri ortaya çıkar. Oruç borcunu ödemeden ölenin velisi, ölen adına aslında sorumlu değilken Elçi Muhammed yine de toplumsal sorumluluk gereği ölenin yakınları tarafından muhtaç, mağdur ve mahrumlara ölen adına yardımlar yapılmasını ahlâki bulmuştur.[31] Kefâret orucu, takvâ ve şükür orucu gibi değildir; doğrudan insan haklarıyla ilgilidir. Şükür orucunu başka bir ayda telafi eden kimse ister art arda isterse ara ara tutarak tamamlayabilir. Bu konuda herhangi bir sorumluluk getirilmemiştir. Hâlbuki kefâret oruçları art arda tutulması gereken oruçlardır.[32]
Kefâret örtme, gizleme anlamındaki küfür kelimesinden türemiştir. Terminolojide[33] hata ve yanlışları örtüp gizleyen şeye denir. Kur’an; namaz, oruç, hac ve kurban gibi yaygın ritüellerin yapılmaması halinde bir ceza belirtmez. Ancak insan hakları söz konusu olan yerlerde toplumun kabul ettiği tarihsel cezaları konjonktürel[34] ortamda onaylar. Yani cezanın değişebilirliğini kabul ederken amacın gerçekleşmesini dikkate alır. Örneğin bir kimse eşine zıhar[35] yaptığında hiçbir cinsel ilişki kurmadan aralıksız iki ay oruç tutmalı, bunu yapamayacak olan altmış yoksulu doyurmalıdır.[36] Kur’an’a göre kişi yeminini bilerek yerine getirmezse on yoksulu yedirme veya giydirme, bunu yapamazsa bir köleyi özgürleştirme, bunu da yapamazsa üç gün peşpeşe oruç tutma cezası çekecektir.[37] İki mü’min gruptan biri diğerini yanlışlıkla öldürürse bir mü’min köle azat etmeli ve maktül[38] tarafına diyet ödemeli. Bunu yapamayanlar art arda iki ay oruç tutmalıdır.[39] İhramlıyken isteyerek bir av hayvanını öldüren kişi ölen hayvanın değerinde ya bir hayvan getirip Kabe’de kurban edip hacılara dağıtacak ya hayvanın değeri oranında mal ile yoksulları doyuracak ya da iki adil tanığın belirlediği oranda hayvanın değerini karşılayacak oruç tutacaktır.[40] Hac veya umre yapması engellenen kişi öncelikle bir kurban kesip dağıtır ve sonra tıraş olur. Sağlık nedenleri veya başka mazeretleri nedeniyle başını tıraş edemeyen ya oruç tutar ya sadaka verir ya da kurban keser.[41] Bu hükümler dayanışma, paylaşma ve eşitlenmeyi sağlamaya dönük Arap toplum koşullarında öne sürülmüş cezalardır. Konumuz tarihselliğin araştırılması değildir.[42] Ancak oruç meselesinin Tanrı ve toplum vicdanı tarafından ne kadar önemsendiğini görmekteyiz.
Kefâret konusunda kıyas yoluyla başka alanlara benzer ceza getirmek pek çok Sünni otorite tarafından da kabul görmemiştir. İbrahim en-Nehâî, İmam Azam, Said bin Cübeyr, Katâde takva ve ramazan orucuna kefâret orucunun cezasını kıyas yoluyla vermeye karşıdır.[43] Bu nedenle ramazan orucunu keyfi terk eden adama iki ay peşpeşe oruç tutacaksın demek hem gerçeği ters yüz etmek hem de Kur’an ve Müslümana hakaret etmektir.
Yılın en sıcak günlerinin Dolunayının ortaya çıktığı günlerde veya yılın en sıcak ayının son on gününde veya muharrem ayında oruç tutuluyor diyerek lokanta, cafe ve kahvehaneleri kapatmak İslam’ın dayatmacı mantığa karşı duruşuyla çatışır.[44] Çünkü Kur’an kişilerin yaşam biçimlerine hukuk çiğnenmediği sürece hiçbir biçimde müdahale etmez; dayatma, baskı, psikolojik taciz, mobbing[45] ve insan iradesini elinden alan bilinçaltını yönetme yöntemini onaylamaz.
[1] Ebu Mansur el-Matüridi, Te’vilâtü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 366. Numara, Çeviren: Bekir Topaloğlu, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2017
[2] YILMAZ, Hakkı, Tebyinü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 187. Ayet, Refes, İşaret Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2015
[3] Mahmud ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, Bakara Suresi, 187. Ayet Dipnotu, Ekin Yayınları, Çeviren: Harun Ünal, 1. Cilt, İstanbul, 2016
[4] YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1. Cilt, Bakara Suresi, 187. Ayet, Sadeleştirenler: İsmail KARAÇAM, Emin IŞIK, Nurettin BOLELLİ, Abdullah YÜCEL, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992
[5] Buhârî, Savm, 1917; Müslim, 1091
[6] Ebu Davud, Salat, 317
[7] Muvatta, Kasru’s-Salat, 46
[8] Huve’n-nehâru illâ enne’ş-şemse lem-tedlu’
[9] Nesâî, Savm, 20
[10] Kamer, 12; Kehf, 33; İsrâ, 90-91
[11] Rağıp el-İsfehani, el-Müfredât, F-C-R Maddesi, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007
[12] Ye’terize le-kumu’l-ahmer (Kızıllık karşınıza çıkınca)
[13] Tirmizi, Savm, 15; Ebu Davud, Savm, 17
[14] Fecr-i Sâdık
[15] Ficar Savaşı günleri
[16] Çoğulu fuccâr/fecere(dir)
[17] Rağıp el-İsfehani, el-Müfredât, F-C-R Maddesi, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007
[18] Müslim, İtikaf, 5
[19] İbnu Mâce, Sıyâm, 28
[20] Tirmizi, Savm, 79
[21] Buhârî, Fazlu’l-leyletü’l-Kadri, 3; Tirmizi, Savm, 71
[22] Bakara, 125; Hac, 25; Fetih, 25; A’raf, 138; Tâhâ, 91,97; Enbiyâ, 52; Şu’arâ, 71
[23] Ve lâ te’kulû emvâle-kum beyne-kum bi’l-bâdıl(ı)
[24] Tudlû bihê
[25] Bakara, 188
[26] Rağıp el-İsfehani, el-Müfredât, B-D-L Maddesi, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007
[27] YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1. Cilt, Bakara Suresi, 187. Ayet, Sadeleştirenler: İsmail KARAÇAM, Emin IŞIK, Nurettin BOLELLİ, Abdullah YÜCEL, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992
[28] Buhârî, İtikaf, 6; Müslim, İtikaf, 5
[29] Selefilik ekolünün ilk kuşakları
[30] Tirmizi, Savm, 23
[31] Buhârî, Savm, 42
[32] Ebu Mansur el-Matüridi, Te’vilâtü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 359. Numara, Çeviren: Bekir Topaloğlu, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2017
[33] Terminoloji: Terim bilimi. Bilim, sanat, edebiyat, felsefe ve meslek alanlarında kullanılan kelimeler
[34] Konjonktürel: Ekonomik dalgalanma veya siyasal çalkalanmaların getirdiği koşullarla ilgili
[35] Zıhar: Kişinin eşini annesi gibi nikâh düşmeyen birine benzetip hem cinsel ilişkiden uzak durması hem de boşamamasıdır.
[36] Mücadile, 4
[37] Mâide, 89
[38] Maktül: Öldürülen, katledilen
[39] Nisâ, 92
[40] Maide, 95
[41] Bakara, 196
[42] KAYA, Namık, Kızıl İslam, Kızıl İslam Metodolojisi Olarak Tarihselci Düşünce Sistemi, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2016
[43] ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, İslam Nasıl Yozlaştırıldı, Yeni Boyut Yayınları, 18. Baskı, İstanbul, 2012; YAVUZ, Yunus Vehbi, Kur’an Mesajı Dergisi, Sayı 6, 1998; ŞÂTIBÎ, el-Muvâfakât, 4/96
[44] Bakara, 256 (Lâ ikrâhe fi’d-diyni: Dinde bir şeyi zorla kabul ettirme anlayışına hayır)
[45] Mobbing: Yıldırma, bıktırma, usandırma, dışlama, aşağılama, psikolojik yönden rahatsız etme; askeri ve polisiye yöntemler yerine hukuk, siyaset, konum, mevki ve yetkileri kullanarak psikolojik baskı yapma