İnsan yeryüzündeki yürüyüşünü sürdürüyor. Bu yürüyüşte yıllar, çağlar, dönemler ve yüzyıllar kendine has değişimlerle insanlığın medeniyet yolundaki şahitliğine tanıklık etmeye devam ediyor. İnsanlık medeniyeti son üç yüzyılda büyük dönüşümlere uğradı. Batıda oluşan medeniyet birikimi toplum, siyaset, sanat, kültür alanında derin hareketlenmeler oluşturdu. Bu değişimin başladığı batı, medeniyet birikimini oluşturduktan sonra kendi dışındakine yönelmeye başladı. 19 ve 20. yüzyıl batı için hegemonyayı yaygınlaştırma ve güçlendirme dönemi oldu. Batı dışında yer alan ülkelerde işgalden kurtulma ve kurtuluş ideolojilerinin yeşerdiği zaman olacaktı. Kurtuluş ve kuruluş ideolojileri kendi içinde siyasi önderler ve düşünceyi besleyen üstadlar ortaya çıkacaktı. Ülkeler göreceli olarak bağımsız olmak ve özgür kalmak arzusuyla işgalci devletlere karşı önderler liderliğinde halklar savaşım verdiler. Bu savaşımla birlikte yeni devletin yapısıyla ilgili tartışmalarda ideologlar sistem önermelerinde bulundular.
Arayış içindeki halklar yenidünya düzeni karşısında nasıl bir tutum ve önermede bulunacaklarını belirlemekte zorlandılar. Hakim güçler dünya tarihinde benzeri görülmemiş hegamonik düzen ile kültürel, ekonomik, siyasi ve inanç düzeyinde sınır gözetmeksizin hâkimiyet mücadelesine girişti. Bu mücadelede kendi düşünsel konum ve sahip olduğu imkanları, dünya için refah ve kurtuluş ideolojisi oluşturmaktan ziyade insanlığın kazanımlarını sömürü mantığıyla yok etmeye koyulacaktı. Hiçbir insani sınır ve ilke gözetmeksizin ideallerini uygulamaya giriştiler. Dünya halkları yeni durum, şartlar karşısında ne yapacaklarını şaşırmış vaziyette idiler.
Batı dışı toplum ve devlet örgütleri bu sürece büyük bir ümitsizlik, teslim olmuşluk ve taklitçilik ile bağlandılar. Galip ve hâkim ülkelerin nizam verme mücadelesinde onların istedikleri her şeye uymaya çalıştılar. Onların uygulamak istedikleri modeli büyük bir safiyetle, güzel ve en doğru görerek uygulamaya koyuldular. Önderler iradelerini kaybetti. Düşünce adamları entellektüeller, âlimler, düşünürler yeni sistem karşısında dirençsiz bir şekilde kalakalmışlardı.
Modernleşme sürecine sonradan eklemlenenler önce kendi içinden önderler ve ideolojiler çıkardılar. Direniş hareketleri çerçevesinde hem düşünce hem de pratik noktasında önermelerde bulundular. Bu defa batılılar yeni kurdukları düzenlerine karşı tehdit ettiklerini düşündükleri kişi ve kurumlara karşı mücadeleye giriştiler. Ancak dünya sistemine nizam verme çalışanlar kurulu düzene karşı bir süre sonra teslim oldular.
Tarihsel ve insani varoluş mücadelesi sona ermeyecekti. Sisteme karşı mücadele edecek olan siyasi ve düşünsel önderler ve ideologlar çıkacaktı. Önderler; çizdikleri kurtuluş yoluna çağırdılar. Halklar kurtuluş ve yeniden kuruluş ümidi ile bu çağrıya yöneldiler. Önderin söyledikleri ve idealleri toplum ile bütünleşecekti. Liderin söyledikleri kayıtsız şartsız kabul edilecekti. Eleştiri kabul edilmez ve itaat şarttı. Öl derse ölünecek, kal derse kalınacaktı. Her duruşunda, hareketinde bir hikmet ve işaret gizliydi. İktidarı elde ettiğinde muhalif konumda iken iddia ettiği ilkeler ters yüz olacaktı. Batı bir çok muhalif hareketi komplolar, tertibatlar, baskılar ile halk nazarındaki etkinliği ve gücünden uzaklaştırdı.
Düşünce üstadları; bilginin- bilincin açlığında kıvranan kitlelere yollar gösterdiler. Şuurunu kaybetmiş kitlelere yoldaş oldular. Ancak belli bir zaman sonra kitlelerin onlara teveccühünü kendilerine sonsuza kadar verilmiş bir ahid olarak yorumladılar. Özeleştiri olmadığı gibi kitlelerin onlara olan övgüsü bir alçak gönüllüğü besleyeceğine iyice büyüklendiler. Davayı kişiselleştirerek, kendileri davanın önüne geçtiler. Dava değil onların hâkimiyeti önemli olmaya başlayacaktı.
Dünyada hızla duvarlar yıkılmakta, ideolojilerin ördüğü sarmaldan çıkarak yeni ufuklara doğru gidilmektedir. Fikirlerin tartışma zeminleri çoğalmakta, farklılıklar birbiriyle yüzleşmektedir. Saklı olan bir hayat kalmadığı gibi illüzyonist yaklaşımlar itibar görmemektedir. Yeni ve özgün olanı bulma arayışı gerçek zemininde buluşmaktadır. Söylemler anında pratik saha da denenmekte ve etkisi anlamı oranında yaygınlaşmaktadır. Müridlerin uçurduğu şeyhler artık altlarındaki sanal halıdan anında düşmektedirler.
Peygamberlerin bilgi ve bilincin tekelleşmesine karşı verdikleri eşsiz mücadele sonraki takipçileri tarafından devam ettirilemedi. Elçiler; kölelerden mağluplara, zayıf bırakılmışlardan cahil bırakılmışlara, kadınlardan çocuklara kadar her kesime kadar paylaşımda bulundular. Üstadlık, önderlik ve kutsallık hevesi hiçbir zaman olmadı. Her adımda aynı yaratılış öyküsüne sahip olduğunu hatırlatarak sınıfsal bir ilişki kurulmasına engel olmaya çalıştılar. Doğrularda itaat istendi ama nasihat unutulmadı. Toplumun her bireyine eşit bir şekilde davranılmaya çalışıldı. Her insan muhatap kabul edilerek bilgi- bilinç paylaşımında bulunuldu. Ama takipçiler o dönemlerde yaşayan her insanı ve bu insanlarla bir şekilde ilişkiye geçmiş bulunanları ayrı ve özel bir sınıf telakkisinde bulunarak insanüstü bir konumda değerlendirdiler.
İlimde ilerleyenler, ideologlar, entellektüeller belli bir süreç içinde bilgi üzerinden toplum ve devlet ile ilişkilerini gözden geçirmektedirler. Topluma karşı referans noktası olarak kendisini takdim etmekte, hayat inşasında kendisini taklit etmelerini istemekte, hidayet merkezli değil hakimiyet merkezli anlayış ile yaklaşmaktadır. Devlet ile de iktidar paylaşımı merkezinde bir işbirliği teklif etmekte, eğer gerçekleşirse muhalif kimliğinden soyutlanmakta, eğer bu işbirliği gerçekleşmezse saldırıya geçmektedir.
İletişim ağı çeşitli engellere ve manipülasyonlara rağmen düşünsel ve sosyal akışı sağlayarak etkisini en üst düzeye çıkartmaya devam etmektedir. İnsanların gerçekleştirmeye çalıştıkları anlayış, yaşadığımız zaman ve gelecek içinde giderek bilgi akışı önündeki engellerin bir kalkmasıyla farklı bir duruma evrilecektir. Bilinemezcilikten beslenen insan ve odakların hiçbir şeyinin gizli kalmadığı ve bunun üzerinden sahte hikmet anlayışları devşirilmediği zamanlara doğru gitmekteyiz. İnsanlar düşündüklerini en uzaktaki kişi ile hemen paylaşabilmektedir. Düşünce ve pratikler hemen değerlendirme olanağı bulmakta ve tartışılmaktadır. Kimin söylediği değil ne söylendiğine bakılmakta, olay, zaman ve mekâna tekabül eden fikirler anında görülmekte ve paylaşılmaktadır. Artık herkes bilinebilir, tartışabilir ve paylaşabilir durumdadır.
Toplumsal genetik yavaş değiştiğinden toplumsal algı halen mehdi, önder, şeyh aramaktadır. Ve belli bir bilinç seviyesine ulaşmış kişiler kendilerini hemen üstad ve önder olarak konumlandırmaktadır. Halen yaşanan değişimi göz ardı etmekte, bu algılar insanların değişim sürecini anlamalarına engel olmaktadır. Karşılıklı beslenen bu süreç yabancılaşmayı beslemektedir.
Dünyada giderek önderler ve ideologlardan ziyade kurumlar- kişiler ön plana çıkmaya başlamıştır. Ekipler, organizeler, kuruluşlar önderliklerin yerini almaya başladılar. Tek bir kişinin liderliği ve önderliğinden ziyade ortak akıl ve vicdanının sesi ön plana çıkmaya başladı. Yenilenme iradesi ve halkın iyilikte bir araya gelmesi süreci insanların ortak iradede bir araya gelmesini sağlayacaktır. Bilginin dolayınımsız bir şekilde dolaşması insanların hak ve hakikatla yüz yüze gelmesini sağlayabilecektir. Fertlerin bireysellik olarak dışa vuran yalnızlaşması bir özgürlük arayışının da tezahürüdür. Var oluşunu benliğinde hissetmek, arayışlarını özgür bir zihinle gerçekleştirmek, kalıplara ve sığ akla karşı direnişin dışa vurumudur. Önderlik ve üstad iddiasında olanların hezeyanlarına mahkûm olmadan, bunlar etrafında oluşturulan sanal iklimlere kaybolmadan ama onların düşünsel arayışlarını ıskalamadan yeni bir algı ve düşünce dinamiği yakalanmalıdır.