“Kendi toprağından, henüz peyda olmamış bir ateş iste. Başkasının tecellisini izlemek doğru değildir.
Nazîrî’nin şu mısrasını Cem’in mülküne karşılık bile vermem: Öldürülmüş olmayan kabilemizden değildir
Aklın efsunu bir ordu göndermiş ise de senin gönlün korkmasın; çünkü aşk yalnız değildir
Timsah avından söz et: ‘bizim kayığımız denizi bilmez’ deme!
Müridiyim o yolcunun ki, dağı , çölü ve denizi olmayan bir yola ayak basmamıştır.
Şarap içen rindlerin yanına sokul! Kavgaya meraklı olmayan bir şeyhe intisap etmekten sakın!”
İkbâl
ONLARA RED VE ÖLÜM(ÜN)E DAVET
1)
Yaşamı sevmek çoğu zaman yaşama düşkünlük yerine kullanılır.
Sevmenin zekatı ayrılıktır. Düşkünlüğün fitnesi ise putlaştırmak!
İnsan neyi sever? Vazgeçebileceğini sever. Bir gün yolları ayrılacak olduğunu sever. “Madem ayrılık var gel seni bağrıma basayım” der.
Ama düşkünler sevmezler. Düşkünler emerler! Yapışırlar. Tırnaklarını geçirirler! Bulunca rehin alırlar, kaybedince mahkum olurlar.
Ayrılınca kahrederler.
Kavuşunca mahvederler.
Uzaklaşırsan mazoşistleşirler
Yakınlaşırsan sadistleşirler…
Ölüm o yüzden en güzel süsüdür insanın. İman eden/emin olan bir yüreğin en güzel süsüdür.
Ölümü düşleyen hayata sert basmaz. Ama dostlarının elini sıkı tutar
Ölümü düşleyen sert konuşmaz ama bakışları serttir; hayattaki yalanlara karşı…
Ölümü sevmeyi unutturup yaşama düşkünlüğü bir meziyetmiş gibi pazarlayanlara sorulmalı: dünyayı putlaştırmadan ölüp gidenlerin yüzlerindeki o hafif tebessümü de mi hiç görmüyorsunuz? Onların yüzleri neden mütebessimdir?
En iyisi: Ölümü kolumuza bir nişan gibi takmak. Hayatı kolumuza bir veda gibi…
2)
Ölüm güzeldir ama her yaşta erken gelir.
Öleceğimizi unutarak yaşadığımız an öldürerek yaşadığımızı görmemeye başlarız.
Üzeriz ve üzülürüz…
İhtiraslarımız başlar ve bizi esir alır.
***
Ölüm en güzel itiraz
en güçlü isyan
ve en esaslı duruştur.
***
Dünya ve canlılık bir oyun eğlence olsun diye varolmamıştır ama dünya bir oyun ve eğlenceden ibarettir.
Öyleyse oyuna dalmadan oynamalı!
Ne ezenlere aldanmalı ne ezilmeye rıza…
Ne iyiye hayran olmalı ne kötüye düşman olmalı.
Kötüyü iyiye evirmeli ama iyinin de tersinden bir aldatma olduğu unutulmamalı…
***
Ey sevgili ben senin ölümünü seviyorum.
Bu hayatta bana vereceğin en güzel hediye kollarımda ölmendir!
Bizi bu dünyada yaşamaya çağıranlar zamanı gelince gitmek isteyişimizi affetmezler. Onların reklamları, hesapları ve kurguları için bizim yaşlanmamız da yasaktır.
Bunca mezbahane: vitrinler, bankalar, okullar…
Bunca hapishane, hastahaneler… bunca yol, bunca market…
Hepsi biz yaşayalım diye mi yoksa biz sürünelim diye midir?
3)
Hayır!
Rablerine kavuşacakları günü arzulayanlar adına
Kalplerine kavuşacakları günü arzulayanlar adına
Ahdlerine kavuşacakları günü arzulayanlar adına
söylemeli ki:
Ey Ölüm!
Boynumuzun en güzel süsü…
Saçlarımızın Rahman’a taranmış hali
Dudaklarımızdaki hafif tebessüm adına seviyoruz seni…
O yüzden kendi ellerimizle yarattığımız yalanlara dünyanın gerçekleri deyip sonra da bu gerçekleri başımıza tac etmeye kalkanların yüzüne sadece tükürüyorum ölümü:
Dinleriniz
Kinleriniz
İdeolojileriniz
Mülkleriniz
Cinsiyetleriniz
Etiniz budunuz
Nazınız cilveniz
Ağız kokunuz
İktidarlarınız
Talanlarınız
Siyasetiniz
Politikanız
Geçmişiniz
Geleceğiniz yerin dibine batsın.
Bırakın
Yüzümüze sürekli yaşamı üflemeyin
Yaşam dediğiniz yarattığınız vitrinlerden başka bir şey değil.
Bol kahkahalı sofralarınız sizin olsun
Ey Ölüm!
/…Dudaklarımız çok kirlendi. Yalanlar söyledik. Gözlerimiz çok kirlendi, neler gördük neler.
Ellerimiz kirlendi, kirlettik ve kirletildik…
Kısacası bulandık yaşam denen batağa…/
Alnımızı uzatıyoruz sana.
Bir namlu gibi dayanan dudaklarımızla..
Kapıyoruz gözlerimizi
Seni seviyoruz
Seni çok seviyoruz, ey kardeşimiz: ölüm!
son söz:
Ah rabbim!Kahır makamından sesleniyoruz sana
Bizi bir daha y’aratma!
…Yâr
…atma!