Sitemiz yazarlarından değerli Dostum Muhammed Nur Denek ’in en son yazısına göz attığımda bende uyanan düşünceleri yorum olarak kendisine yazacak idim. Lakin yorumu aşıp bir makaleye doğru dönüştürmeyi daha uygun buldum.
Refikim Muhammed’in Özgürlük hakkında düşüncelerine geçmeden önce Antep’te nasıl bir zeminde ve nasıl bir zamanda, hangi şartlarda pratik ve düşünsel mücadeleler içinde olduğuna yakından şahitlik eden bir dostuyum…
Devrimci zahid bir duruşu bilinçli olarak yaşamında ayakta tutmaya çalışan Muhammed’in fikirlerinin arka planını pratikleri beslemekte.
Yani Muhammed teorilerini pratiklerinden besleyen bir usule sahip.
Onu yakından tanıyan bir arkadaşı olarak örnek vermem gerekirse: Antep’te elinin emeği gözünün bebeği olarak açmış olduğu AHALİ KİTAPEVİ ‘nin bir odası, Bu kitapevine gelenlerin her gün ihtiyaçtan arta kalan bir eşyalarını, mallarını…hiçbir şey yoksa umutlarını ve dualarını bıraktıkları bir odadır. Bu odaya bırakılanlar ise ihtiyacı olanların sormadan, kimseden izin almadan, ihtiyaçları oranında istifadelerine açık olan bir odadır. İşte eşitlik ve paylaşmak ile ilgili yazılar yazan Muhammed’in kaleminin arkasında kendi paylaşım pratikleri yatmaktadır.
AHALİ KİTAPEVİ Antep’in bağrında, etiketlerin el yaktığı kitapçılardan elleri boş dönen gençleri bağrına basmak için okuma salonunu 24 saat açık tutan, sırf bunun için geceleri bile ışığı yanan ve çayı demlenen bir yerdir. Antep ve yakınlarında olup ta uğramak isterseniz fikrin ve emeğin çileli yoldaşlarının bu candan mekanına uğramanızı yürekten tavsiye ederim.
Adı üstünde: AHALİ… Ahali’nin tüm emektarlarına en içten selam ve dualarımla…
Bu ön bilgilendirmeden sonra şimdi arkadaşım Muhammed’in son yazısı üzerinden konuma dönebilirim.
Muhammed Abi
Makalen ağırlıklı olarak “Özgürlük” ile “Baskı” nın çelişkisi ve gerilimi üzerinden seyretmekte.
Ayrıntılara dalmadan en geniş anlamı ile özgürlüğü ve eşitliği tartışmaya açmaya çalışmışsın.
Bu tartışmaya ben içeriden katkıda bulunmak istiyorum acizane.
İçeriden diyorum çünkü sen “Özgürlüğün” daha çok çevresel engelleri ile hesaplaşmayı tercih etmişsin. Bu çevresel engellerin yapaylığını ve dayatmacılığını dile getirirken “Özgürlüğü” besleyen içsel dinamikler haliyle dile getirme fırsatın kalmadığı kanaatindeyim.
Demişsin ki: “Özgürlük kuramı, toplumsal yaşantının dikkate alınmasıyla incelenmesi ve belirlenmesi gereken bir alan değildir. Bilakis toplumsal birliktelikler, bireysel özgürlüklerin önünü tıkamama özelliği ile meşruiyet kazanabilirler “
Birey ve toplum keskin bir şekilde ayrılır mı?
Bireyden bağımsız bir toplum ve toplumdan bağımsız bir birey(selleşme) var mıdır? Diye sormak isterim. Haliyle özgürlük, birey üzerinden vurgulanabileceği kadar toplum üzerinden de vurgulanabilir.
Öyleyse “bireyler özgür olmadan toplum özgür olamaz” önermesi, keskin bir birey-toplum ardıllığını beslemekte. Oysa Birey-Toplum ilişkisinde ardıllık, sonralık ilişkisi değil dairesel bir döngü söz konusudur. Yani “Birey” ve “Toplum” iç içedir. O yüzden “Birey”den bahsettiğimiz yerde “Toplum” dan, “Toplum”dan bahsettiğimiz yerde de “Birey” den zorunlu olarak bahsetmiş oluruz.
Bundan dolayı “Özgürlük toplumsal yaşantının dikkate alınmasıyla incelenmesi ve belirlenmesi gereken bir alan değildir” şeklindeki ifaden üzerine biraz daha düşünmemiz gerektiği kanaatindeyim. Zira Özgürlük bireysel varlığın kendi öz belirleyiciliği kadar toplumsal varlığın kendisini zorunlu olarak dayatmasından da geçer.
Yazının son paragrafında şöyle demişsin:
“İnsanlar varoluşlarıyla birlikte kendilerini birtakım kurallar dizisi içerisinde buluyorlar ve bunlara uymaları, itaat etmeleri bekleniyorsa, hem bunu yapıp hem de insani özelliklerini taşımaları imkânsız bir hal alır”
Bu bir takım kurallar dizisi içerisinde trafik kuralları da bulunuyor ve Kırmızı Işıkta geçmek “Özgürlük” değil, bilakis “Suçtur“. Mesela yol boş ise, o an trafikteki kişiye göre de her hangi bir kaza riski de yok ise, “Kırmızı Işıkta Dur” kuralı kaza riskinin olmadığı yerde uyulması halinde insanlığımızı zedeleyen bir durum mudur?
Bu örnek çok basit ve sıradan oldu farkındayım.
Lakin bir çok örnek sıralayabilirim. Yukarıdaki soruya senin de cevabının elbette kırmızı ışık ihlaline yeşil ışık yakmayacağın kanaatindeyim. Lakin dediğim gibi son makalenin meramına biraz daha katkı da bulunmak istiyorum.
Muhammed Abi
Özgürlük var olmanın tefsiridir.
Yok olan Özgür olamaz. Zira özgürlüğün besmelesi Canlı olmaktır. Ortada can/lılık yoksa özgürlük nedir ki?
Öyleyse “Özgürlük” varlığı ayakta tutan şeydir. Lakin kendisi de “Varlık”la ayakta durabilir. Varlığı yok eden bir bağımsızlaşma freni patlayan kamyon gibidir.
Nasıl ki kamyonun freni patladığında kamyonun özgürleştiğini iddia edemiyorsak varlığı tehdit eden hiçbir bağımsızlaşma da özgürlük değildir.
Özgürlük, bir fren sistemi gibi dengeleyici, denetleyici ve koruyucu bir yapıdır. Sizi kontrolsüz hızdan koruyan her denetleyici baskı sizi yok eden bir engellemeye değil; var eden bir özgürlüğe hizmet edecektir. Bu durum bir fren görevi görmesi açısından toplumsallaşmış ise birey buna da itiraz etmemeli.
“Bana sorulmadan arabama kim fren sistemi taktı?” Diye itiraz eden bir şoföre “bu şoför özgürlüğünü nasıl da savunuyor” denmez. Arabasına fren takmak içinse bireyden izin alınmaz. Bütün Bireylere de tek tek fren izni için baş vurulmaz. Yol toplumsal kullanıma açıksa, “herkesin iyiliği adına olan toplumsal yaptırım” karşısında bireye düşen itiraz değil, katılımdır.
Eğer bireye herkesin adına kötülük yapılıyorsa birey burada itaatsizliğini ve reddini gerçekleştirir.
O halde Toplumu ve Toplumsal her denetlemeyi toptan kötü sayamadığımız gibi iyi de sayamayız. Burada Bireyin özgürlüğünü Topluma karşı savunmak yerine Toplumsallığın kötülüğe yol açan ideolojik ve dinsel araçsallığı ile iyilik amaçlı yaptırımlarının araçsallığının, engellemelerin bir arasını bulmamız icap eder.
Senin yazındaki dikkatimi çeken eksiklik bu nokta olmuştur.
ASLOLAN TEK BAŞINA ÖZGÜRLÜK DEĞİL ASLOLAN VAR OLMAKTIR AMA ÖZGÜRCE!
Evet. Özgürlük varlığın usuludur çünkü. Aslolan varolmaktır.
Varlığımız yoksa Özgürlük bir hiçtir.
Ölüleri özgür bıraksan özgürlük onların ne işlerine yarar ki?
Özgürlük, Toplumsal dayatmalara ya da demokrasi kılıflarına, dinsel ve de laik liberal maskelere karşı elbette özenle savunulmalı. Lakin Özgürlüğe yüklenen dış dünyanın dayattığı zincirlerden kurtuluş kadar da öz benlik, kişinin kendisi olarak da elbette sorumluluk kuşanmasını ondan beklemeliyiz. Buna bir itirazım yok. Hatta bu sorumluluğu, kuşanacak kişinin ve onun etki edeceği toplumsal karşılığın adına ondan isteyebilmeliyiz. Bu toplumun bireye dayatması değil, bireyin toplum tarafından hem kendisine hem de etrafına zarar vermekten korunmasıdır.
Öyleyse Kulluk diye çevrilen “Abd” ifadesinin hayattaki karşılılığı en çok ta baştan aşağı sorumluluğunu yüklenmeye çalışan insanın özgürlüğüdür.
Komşusu aç yatarken kendisi tok yatmayı tercih eden nefsine köle , vicdanına karşı ise sağırdır.
Haksızlıklar karşısında susanlar ise şeytanlaşmışlardır. Burada özgürlükten bahsedemyiz.
O halde her hangi bir baskı rejiminden kurtulmak elbette özgürlük değildir. Çünkü bir birey kendi özünde olanı mar’uf’a doğru, iyi olana doğru bile değiştirse özgürleşmeyebilir. Çünkü senin anlattığın “Özgürlük” topluma karşı olduğu kadar Benim bahsettiğim “Özgürlük” ise toplumsal bir duruma da karşılık gelmektedir.
Bu yüzden “Bir Toplum Özünde olanı değiştirmeden Allah O toplumun gidişatını değiştirmez ” şeklindeki ayetin ifadesindeki vurgu toplumsal dönüşümdür. Yani insanlığadır.O yüzden burada bireyi önceleme, toplumu sonralama söz konusu değil; döngüsellik söz konusudur.
İnsanların çoğuna uysan seni yoldan çıkarırlar evet lakin özünde olanı değiştirmesi gerekende tek tek bireyler değil o bireylerin ma’ruf olana doğru toplumsallaşmasıyladır.Yani dediğim gibi bunlar birbirinin ardılı olamaz. Önce birey sonra toplum diyemeyiz. Birey ve Toplum İç içedir.
İnsan aklını ilah edinmez. Ancak nefisini ilah edinebilir.
O halde kötülüğü seçmek bir özgürlüğün sonucu değil bilakis bir kötülüğe mahkum olmanın trajedisidir.
O yüzden akıl “doğru” ile “iyi” ile bağ kurar. Doğruya bağlar insanın eylemini…
Nefs de bağlar. Adamı zincirler hatta!
Öyleki kendi heva ve heveslerimize mahkum oluruz.
Öyleyse özgürlük kavramına, dolayısıyla kendi özgürlüğümüze yapabileceğimiz en güzel iyilik özgürlüğü sorumsuzluktan arındırmaktır.
Özgürlük kafasına göre takılmak değil, aklına göre takılmaktır.
Kafasına göre takılmakta ısrar edenlere karşı toplumun koyduğu güvenlik amaçlı kurallar özgürlüğü baltalamaz. Lakin aklını kullanmak isteyenlere ise ısrarlı engeller koyan yapılara,erk’lere karşı ise ilk elden verilmesi gereken tepki: Vicdani Red ’tir.
Vicdani Red sadece askerliğe gitmek istemeyen gençlerle alakalandırıldı. Lakin Vicdani Red dayatılan vergilerden, zorunlu eğitime kadar bir çok ideolojik dayatmaya karşı bir direniştir.
Bu direnişler başlı başına ise Sorumluluktur.
Muhammed Abi
Dışsal baskıları reddeden bir çok insanın üzerinden Özgürlüğü irdelemek, içsel anlamda sorumluluk ile alaka kuramayanları perdelememeli. Devam edeceğin özgürlük konulu yazında Özgürlüğü baltalayan dışsal sebebler kadar onu ayakta tutan zaruri olguları ve insani değerleri de yazmanı rica ediyorum.
Şimdilik bu kadar.
En içten Saygılarımla…