Malumunuz insanlığın kadim sorunları var. Yani insanlık ortaya çıktığından beri devam eden sorunlar var. Dinler ve devrimler bu sorunları çözerek insanları mutlu etme amacıyla ortaya çıkmışlar. Mesela açlık, yoksulluk, zengin-yoksul uçurumu, ırkçılık, çevre kirliliği, savaşlar, kıtlıklar, hastalıklar bunlar insanlığın hiç bitmeyen temel sorunlarıdır. Bunlardan bazılarında çözüm aşamasına gelinmiş, kimilerinde epey bir mesafe kat edilmiş ama kimilerinde de hiç bir mesafe kat edilmemiş. Hala yıllardır aynı şekilde devam ediyor.
Mesela üzerinde yaşadığımız topraklarda Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında, yoksulun kaderi bin yıldır hiç değişmemiş. Bin yıldır bu coğrafyada zenginler, toprak ağaları, ağalar, beyler, paşalar, patronlar vardır. Bunlar çeşitli şekillerde varlıklıdırlar. Bir de varlıklı olmayan, emeğinden, alın terinden başka geçinecek hiçbir şeye sahip olmayan insanlar var. Bunların bu şekilde sürüp gitmesini sağlayan temel düzen bin yıldır hiç değişmiyor. Ortadoğu’da da hiç değişmiyor.
İslamiyet’in ortaya çıkması ile beraber biraz kıpırdanma olmuş, Peygamber’in ve Kur’an’da yer alan bazı ayetlerin teşvikiyle, sanki köleler özgürleşecekmiş, kadınlarla erkekler, yoksullarla zenginler, Araplar ve Arap olmayanlar eşit hale gelecekmiş gibi olmuşsa da; bu ancak 30-40 yıl süren bir rüzgar olarak esmiş. Ondan sonra tekrar eski düzene dönülmüş.
Kur’an’da bununla ilgili neler var acaba? Kur’an’da sosyal adaleti sağlamaya yönelik olan ayetler bugünkü dünyada bir işe yarar mı? Bunlar Müslümanlara bir sosyal adalet bilinci aşılayabilir mi?
Kur’an’ın temel sosyal mesajının ‘’adalet’’, özellikle de ‘’sosyal adalet’’ olduğunu görüyoruz. Adalet genel anlamda eşitsizliği giderme demek. Sosyal adalet ise zengin ile yoksul arasındaki eşitsizliği giderme demek. Bazı ayetler aktaracağım . Buradan yola çıkarak konuya açıklık getirmek bakalım mümkün olacak mı? Ya da bu ayetlerde ortaya konan sosyal adalet anlayışı veya ekonomi-politik bilinç bugün bir işe yarar mı?
Mesela nüzul sırasına göre Kur’an’ın ilk suresi Alak Suresidir. Alak suresinin 6. ayetinde şöyle denir: ‘’Muhakkak ki insanoğlu tuğyan eder. Zenginliği kendisine yeterli gördüğü için…” İnsana dair burada bir tespit yapılıyor ve Kur’an bu tespit ile başlıyor, diyor ki; ‘’İnsanlar zenginleşince, mal, mülk sahibi, güç ve iktidar sahibi olunca tağut olurlar.’’ Yani tuğyan ederler. Tuğyan ne demek? Başkasının hakkına taşmak, sarkmak, el koymak demek. Tâğe’l-mâe Arapçada su taştı demek. Tuğyan bardağın taşması gibi, insanın da parayla, zenginlikle, güçle ve otorite ile dolup dolup, bunlarla başkasına sarkması, taşması, taşkınlık yapması demektir. Buna günümüzde hegemonya, hegemonik ilişki diyoruz. Yani kişinin başkası üzerinde buyurması, dikte etmesi, böyle olacak, benim dediğim gibi olacak demesi halidir. Yani Nasrettin Hocanın fıkrasında geçtiği gibi parası olanın düdüğü çalmasıdır. Kimde para varsa onun dediği olur, o hükmeder, o hegemonya kurmaya yönelir. İşte Kur’an bu duruma, ilk Alak Suresi’nin 6. ayeti ile ‘’kella’’ hayır diyerek başlıyor.
İkinci sure Kalem suresinde bir kıssa anlatılıyor. Kur’an’ın anlattığı ilk kıssa, Arapçası ‘’Ashâbu’l-Cenne’’ kıssasıdır. Ashabu’l-Cenne tam Türkçeye çevrildiğinde, kelime anlamı itibariyle ‘Bahçe Sahipleri’ demektir. Cenne bahçe, yeşillik, tarla, ashâb da; onun sahipleri, onun arkadaşları, yani sahipleri manasında kullanılıyor. Bahçe sahipleri kelimesi ise yaşayan Türkçede tam kullanılmıyor. O zaman bunu daha yaşayan Türkçede ifade edecek olursak “Toprak Ağaları Kıssası” olarak denk gelir. Kur’an’ın ikinci surede anlattığı ilk kıssa toprak ağaları kıssasıdır. Bahçe sahipleri demek, toprak ağaları, toprağın sahipleri demektir. Günümüzde buna toprak ağaları diyoruz. Çünkü Kur’an’ın indiği dönemde Mekke’de toprak ağaları vardı. Tarla, bahçe sahipleri vardı. Ekonomi tarım üzerinden gidiyordu. Tarım, hayvancılık ve ticaret üzerinden gidiyordu. Sanayi yoktu, fabrika yoktu. Hayvanların, tarlaların ve insanların sahipleri vardı. İnsanların sahipleri köle sahipleri demek oluyor. Tarlaların sahipleri toprak ağaları demek oluyor. Hayvanların sahipleri de çiftlik sahipleri demek oluyor. Bunların hakim olduğu bir düzen vardı.
İşte bunların hakim olduğu bir coğrafyada İslamiyet doğdu. Ve daha ikinci sure de onlara ‘’toprak ağaları kıssası’’ diye bir kıssa anlatıyor. Kıssada konu zengin-yoksul meselesidir. Bir sabah iki toprak ağası tarlasına gelir, bakarlar ki tarlaya kıran girmiş ve tarla doğal afetle helak olmuş. Sonra derler ki; ‘’Demek ki bu tarla bizim değilmiş. Keşke buranın gelirinden yoksullarla paylaşsaydık. Yoksullar gelip almasınlar diye ve onlarla paylaşmamak için sabah erkenden geldik ama galiba buranın gerçek sahibi biz değiliz’’ diye sembolik bir kıssa anlatır. Kıssada denmek istenen “Tarlaların sahibi Allah’tır, mülk Allah’ındır” ilkesidir. Yani tarlaların sahibi herkestir, iki tane toprak ağası değildir. O günkü koşullar içerisinde ve zihin idraki çerçevesinde anlattığı ve vurguladığı şey budur.
Yine Necm Suresi 39. ayeti de Mekke’de ilk yıllarda gelmiş bir ayettir. Orada denir ki; ‘’İnsan için emeğinden başkası yoktur.’’ Yani insan dediğin şey emekten ibarettir. Bir insanın emeği varsa insandır. Emeği varsa insan, emeği yoksa insan bile değildir anlamına geliyor. Siz bir şeye emek veriyorsanız, alın teri döküyorsanız siz o’sunuz. Ne kadar emek veriyor ve alın teri döküyorsanız o kadar kişilik sahibi, o kadar karakter sahibisiniz demektir. Bu ayete göre eğer hiçbir emek vermiyor, hiçbir şekilde alınteri dökmüyor yan gelip yatıyorsan, size çalışanların emeği üzerinden geçiriyorsanız siz insan bile değilsiniz. İnsan baştan aşağı emekten ibarettir ve emek en yüce değerdir.
Marks’tan yüzyıllar önce 1406 yılında vefat eden İbn Haldun demiştir ki; ‘’İktisadi hayatın temeli emektir ve her şeyin değerin ölçüsünü emek belirler.’’ Bunu Mukaddime’de söylemiş. Kur’an’daki bu ayetlerden yola çıkarak bunları söylemişti.
Yine Fussilet suresi 10. ayetinde der ki; ‘’Yeryüzünde dört mevsim boyunca üretilip gelen rızık ve rızık kaynakları var ettik. İhtiyacı olan insanlar arasında eşitçe bölüşülsün diye.’’ Fussilet Suresi 10. ayetine göre yeryüzündeki nimetlerin insanlar arasında eşitçe bölüşülmesi gerekmektedir.
Yine Mearic suresi 25. ayette de şöyle denir; ‘’Yoksulların zenginlerin malı üzerinde hakkı vardır.’’ Hak, hakkı vardır… Zenginler yoksullara lütfedip vermelidirler, değil; yoksulların zenginlerin malı üzerinde hakkı vardır. Bu hak, çeşitli vesilelerle iade edilmediği takdirde zenginler hırsız durumuna düşerler. Bu konu, bu kadar açık bir şekilde söylenmiştir.
Yine Haşr suresinin 7. ayetinde; ‘’Mallar sizden zenginler arasında dönüp dolanan bir devlet olmasın.’’ Devlet kelimesi iki yerde geçer, birisi bu. İki yerde de olumsuz anlamdadır. İktidar kelimesi hiç geçmez. Bunların yerine kullanılan kavram ‘imkan’ kelimesidir. Mesela, ‘’Biz onlara imkan verirsek yeryüzünde adaleti ikame ederler’’ denilir. İktidar ve devlet meselesi de ayrı bir yazının konusu. Bunların üzerinde de duracağım. Ama bu ayette deniyor ki; ‘’Mallar sizden zenginler arasında dönüp dolanan bir devlet olmasın.’’ Yani devlet, zenginler kulübü olmasın. Devlet, zenginler arasında dönüp dolaşan bir tahakküm, hegemonya, iktidar aracı haline gelmesin. Kur’an böyle bir devleti ve iktidarı istemiyor. Aslında bu muazzam bir siyasi felsefedir.
Yine Bakara suresinin 219. ayetinde denilir ki; ‘’Sana neyi İnfak edeceklerini sorarlar, deki ihtiyaçtan fazla olanı.’’ Bunlara benzer sayfalar dolusu ayetleri sizlere yazabilirim. 7-8 tanesini aktardım. Bütün bunlar Kur’an’daki sosyal adaletin temelleri kökleri oluyor. Diğer ayetler ve kavramlar da hep bunlarla bağlantılıdırlar. Nerede durarak ve hangi bilinçle yaklaştınğınz önemlidir. Mesela Kur’an’ın temeli ‘tevhid’ dir denir? Peki tevhid nedir? Neyin birliği? Allah birdir denir. Yani gökte bir çok tanrı var biz birini esas alıyor diğerlerini şirk olarak görüp reddediyoruz, konu teoloji yani. Oysa tevhid bir sosyal adalet kavramıdır. İnsanlığın birliği demektir. Allah katında herkes birdir, eşittir anlamındadır. Tasavvuftaki vahdet-i vucutta böyledir. Varlık birdir, herkes birdir, eşittir ayrımız gayrımız yoktur manasındadır. Konu teolojik değil esasında sosyaljikdir.
Son okuduğum ayette de görüldüğü gibi insanlar ihtiyaçtan fazla olanla mülkiyet ilişkisi kurmasalar ve yeryüzünde zenginler, mülk sahipleri, ihtiyacından fazla ne varsa onu gerek bağış yoluyla, gerek infak yoluyla, gerek vergi yoluyla, ihtiyacı olanlara verseler, hiç kimse ihtiyacından fazlasıyla mülkiyet ilişkisi kurmasa, yeryüzünde hiçbir sorun kalmaz.
Birleşmiş Milletler verilerine göre bugün yeryüzünde, 1 milyar 200 milyon aç insan var. Yarın sabah nerede ölecekleri belli değil, banklarda yatıyorlar, aç geziyorlar. Bu İnsanlık adına utanç verici bir durumdur. İnsanlar bu sorunu çözmeden, yeryüzünde biz insanız diye dolaşamazlar. Bu böyle sürdüğü sürece bütün dinler, bütün devrimler, bütün devletler boşunadır.