“Bir varmış, bir yokmuş…
Allah’tan başka,
Hiçbir şey yokmuş,
Hiç kimse yokmuş,
Dünya yaratıldı: Zerreler, evrenler, canlılar…
Yerler, gökler, yıldızlar, güneşler, doğular, batılar, bitkiler, hayvanlar, görülecekler, görülmeyecekler…” (*)
O, bir varmış insan ise hiç yokmuş.
‘Toplayıcı’ zamanlardan beri insanın tek başına bir ederi yokmuş.
Kocaman bir sıfır.
Bir fasit daire, kendi kuyruğunu yakalaya dursun, kendi için yaşaya dursun insan.
Ölüme doğru eğrilen kocaman bir sıfır.
İçi boş bir daire, ancak “1” ile anlam bulan.
Yıldızlar, gökyüzü, hava, su ve toprak.. Dağlar, dağların ardında bekleşenler, çöller, çöllere vurulanlar.. Suda yüzenler, karada sürünenler, sürüngenler, memeliler, kan emiciler.
Sonsuzca sıfır. ‘Bir’ in önünde uzanan…
‘Toplayıcı’ zamanlardan beri ‘oyalanıyor’ insan.
Kendi zindanını taşımak özgürce ve yıllarca
Şimdi çıkmak çok daha zor ‘kendi zindanından’
Talihinden ve tarihinden kopamayan insan şimdi kopuyor. Artık ne ‘Bir’in önünde ne arkasında sonsuz yalnızlığında insan.
Tanrısı, bilinmeyen bir tanrıdır artık.
Tanımlanamayan. Yaşamayan yaşatmayan.
Varlığını, mülkiyetini teslim etmiş insana. Mülksüz bir tanrı
Kendi rolünü oynamayan insanın, inandığı bir tanrıdır bu.
Kılık değiştiren her kılığa giren..
Ortada olmayan, ortalıkta dolaşmasına izin verilmeyen
Modern insanın tanrısı onun oyuncağı, elindedir artık, helvasıdır onun.
Arada tükettiği, kullandığı kullandırdığı
Gittikçe siliniyor bu kelime, kayboluyor insan denen meçhul.
Bir başkası için varolmayan insan kendini yaşatmakta zora düşüyor.
Vahşi tarafını yontamıyor insan.
Ruh üflendi bir kere uçmak zorunda
Kendi talihine doğru kanat çırpmak, kafesini parçalamak zorunda.
Ama kendi zindanından çıkamıyor.
Kendine masallar anlatıp uykuya dalıyor her çağda.
Meçhul tanrılar yakıştırıyor kendine. Kapkaranlık bir yaşamı var. Her seferinde geceyi ve kışı yaşıyor.
Başkaldırmıyor. Çünkü; hala bağımlı doğaya. İradesi olmayan bir kukla bir köle..
Kendinle baş edemiyor. Kendini ısırıyor kendini boğazlıyor her seferinde
Yolu yok yordamı yok.
Sıfır demek zaten yok demek. O da sonsuz sayıdaki sıfırlardan biri.
Kendini çoğaltamayan bir sıfır.
Elinde divit, batırıp batırıp kendi kanına, yazıyor ve sıralıyor sayfalar dolusu sıfırı
Milyarlarca sıfırı on binlerce yıl yazıyor.
Dolduruyor defterine sonsuzca sıfırı.
Ülkeler dolaşıyor, medeniyetler kuruyor, medeniyetler yıkıyor ve çoğu zaman yorgun düşüyor.
Ayağını kesemiyor yerden. Toprağa bağımlı.
Tanrıyı yeryüzünde tanımıyor. Gökyüzünden inmeyen bir tanrıyla barışık yaşamaya devam ediyor.
Çamura bulanmış bir çocuk. Çaresizce üstelik çırpınmıyor da
Bir kabul etse sıfırların içinde “Bir” olduğunu.
Başkasını öldürmese, başkası için ölse. Ya da hiç ölmese yaşatsa başkalarını kendinde.
Bir görebilse yanı başındaki kendi gibi olanı, sınıflara ayırmasa kendini.
İkbal’in dediği gibi;
“Ufukta kaybolmasa, ufukları kendinde kaybetse.“ Bütün olarak kalsa..
Tanrıyı mabede hapsedip Onsuz kendini terbiye edeceğini düşünmese.
Parçalanmış bir varlıktır insan, hatırlamadığı Allah’ına sevdalı…
Oysa; Bir varmış bir yokmuş diye başladığında
Dalmasa uykusuna ve tamamlasa gerisini;
“ Bir varmış, bir yokmuş…
Allahtan başka hiç “Bir” şey yokmuş “(*) diye.
(*) Bir önünde sonsuz sayıda sıfırlar, Dr. Ali Şeriati, Fecr yayınevi