Bir kavram olarak Yahudi’nin tarih sahnesinde nasıl rol oynadığına baktığımızda, onu güçlü kılan şeyin gerçekte ne olduğunu da anlarız. Tarihin her döneminde teoloji üzerinden jeopolitik üretmek maharetini sergilemiş olan bu güruh, Tevrat’ı kendi politikalarının esiri haline getirmiştir.
Asıl güce tapan içimizdeki Yahudileri anlatmakla işe başlayalım.
Kitle iletişim araçları olan basın ve televizyonun asıl gücü, bireylerin davranışlarındaki yapısalcı etkisinde görülmelidir. Kurumsal etkilerin baskısında ortak reaksiyonlar veren kitleler, bir kez daha insanlık vicdanını rafa kaldırıyor. İnsan varoluşundaki sorumluluğu ıskalıyorlar.
İsrail askerlerinin insani yardım yüklü gemilere saldırısının verdiği zararın yanında, ülkemizde basını ve medyasıyla hala vicdani duruş sergileyemeyen modernist kafaların kafa karışıklığı da zararın derecesini arttırmaktadır.
İsrail’in âdice propagandası sayesinde gemide silahlı sivillerin olduğuna inanacak kadar gücün ve güçlünün fahişesi olmuş insanlar var bu ülkede yazık… Boyun eğmeye ram olmuş bireyin özgürlüğünden nasıl söz edebiliriz… Bu anlamda batıcı modernist kafa için özgürlük çok uzak bir kavram olsa gerek…
Bir zamanlar Filistin için yüreği çarpan 70’li yılların o sol gruplarını şimdi sokaklarda fazlaca göremiyoruz. İsrail, bu saldırısıyla insanlık vicdanına kafa tutmadı mı? Daha ne olmalıydı ortak bir duruş sergilemede insanı ayağa kaldırmak için…
Bir tekme de sen at modernist kafa, nasıl olsa yerde ve çaresiz, üstelik çırpınmakta yeryüzünde kalan son insan…
Garaudy, “Bireyi iktisadi ve siyasi amaçlarla şartlandırmış kapitalist kurumsal yapılar, insanın tarihi atılım ve harekete geçme anını ikinci plana itiyor.” der. İşte en büyük problemimiz burada başlıyor…
Yükü insani yardım olan gemilere saldıran bu vahşi unsurlara karşı, dünyada ve ülkemizde oluşacak tepkilerin derecesi gerçekte Gazze’nin mi yoksa dünyanın mı abluka altına alındığını gösterecektir bizlere.
Gemiler yaşayan son insanları taşımaktaydı.
Filistinli çocukların karnı doymaz ve yüzü gülmezken, benim çocuğumun sırtı nasıl pek diyebilenler, insan olarak şimdilerde varlıklarını sürdürüyorlar.
O gemide bebeğin ne işi var diye soran modernist kafanın içinde, bir insan aramaya çalışmak nafiledir. Bebeğiyle ailesiyle o gemide olmak gerçek bir direnişin öyküsünü anlatır bizlere. İnsanlığın kalbinin sadece orada attığını anlıyor insan. Mavi Marmara’da bulunanlar, görevlerini eksiksiz yerine getirdiler, orada olmayan tüm insanlık adına hem de cesaretle..
Yardımlar yerine ulaşabilseydi bir şekilde çok daha büyük bir zincir kırılmış olacaktı.
O gemilerin insanı arayıp bulacağımız tek adres olduğunu hep beraber gördük. Bizler hep o adreste kalmayı göze almalıydık. Çünkü yeryüzünde dokunulmamış temiz insan vicdanını bulabileceğimiz tek güvenlik alanıdır o gemiler… Biz o gemilerden inemediğimiz gibi çocuklarımızı da doya doya sevemeyiz.
Bizdeki ulusalcı kırıntıların artıkları, Arap’ın yanında olmaktansa…(!) vahşeti onaylarcasına insanca tavırdan çok uzakta sessizliğe bürünmektedirler.
Bunu söylemek bile insanı çıldırtmaya yeter ama tepkileri “abartı” olarak niteleyecek kadar insansızlaştıklarını gösterenler dahi var.
Bu ülke bu kamburu, bu kabuğu atmalı. Üzerimizdeki bu leş kalkmalı.
Ölüyü diriltmeye çalışanlar ölmeli…
Muhafazakâr zihnin kodları bu olayı çözemiyor ve çaresizce çırpınmakta…
Önce uzlaşma aranmalıydı diyenler var… İzin alınmalıydı, İsrail otoritesine karşı koyulmamalıydı diyenler var… Ortadoğu politikaları üzerinden durum değerlendirmesi yapanlar var… ‘Devrimci parametrelerle’ bakamayan muhafazakâr zihin, dün olduğu gibi şimdi de kendini tekrar etmekte, şöyle kınarız böyle yaparız denmekte, yani bir kez daha yerinde saymaya ve yerinde tökezlemeye devam etmektedir.
Modernist veya post-modernist kafa, yani batıcı, ulusalcısı, abdestli kapitalistiyle muhafazakârlığın aynı iki kanadı gibi… Bu yüzden onların zihinsel kodları “pasif direniş” kavramına çok uzaktır. Gemide silah olduğuna hemen inandı kimileri. ‘Bu kadar ölüm olmadan gemiler durdurulabilirdi’ diyenler çıktı… Yüzlerce Filistinlinin ölümünü hatırlamadılar… Şehit düşen dokuz kişi hatırlattı onlara yaşananları… Rahatları kaçtı, konforu bozuldu hepsinin. Daha düne kadar toprağın yüzlerce metre altına maden işçilerinin diri diri gömülmesini “takdir” etmişlerdi oysa… Hani kaderleri öyleydi ya! Hani Efendiler ölmeyi takdir buyurmuşlardı ya…
İşte ölüyorlar diriltmek için, zorbalığı zulmü reddettikleri için.
Bütün bağımlılıklardan, boyun eğmelerden, konfordan kurtarıp kendilerini özgürlüğe bir adım atıyorlar; tıpkı hak adına, hak için ateşe atılan İbrahim gibi…