Vakıa Suresinin üçüncü bölümü insanların çoğalma düzenindeki en temel meseleye değinerek başlıyor. İlk aşamada kuvvetli bir soru soruyor: “58- Öyleyse attığınız meni nedir, bir görüşünüz var mı?” Bu soru, bilindiği gibi, ancak çocuk sahibi olabilme yaşına gelen insanlara sorulabilir. Yani Allah, kişiyi o yaştan itibaren sorumlu tutuyor. Soru konusu olan “meni” hakkında insanlar bazı bilgilere sahiptir. Bu bilgiler çok sınırlıdır. Meninin bir madde olarak yapısı hakkında bilgi sahibi olunsa bile, onun vasıtasıyla meydana getirilen bebeğin ilerleyen süreçte nasıl bir kişilik sahibi olacağı konusunda ne söyleyebilir ki? Meninin tohumları, tohumlaması/tohumlanması hakkında da bilgi sahibi olunabilir. Fakat bu olayın meydana gelmesi bağlamında kişinin cinsel ilişkisi ya da başka teknik uygulamalar (tüp bebek, vs.) dışında bir işlevi olabilir mi? Bu noktaya gelinceye kadar, tohumların yaratılması ve bebeğin meydana gelmesi aşamasında insan neyi bilebilir ya da müdahale edebilir ki? Bu sorgulama ve düşünce eylemi daha da sürdürülebilir. İnsan var olmuş bir madde üzerinde çok çeşitli araştırma yapabilir ve bazı sonuçlar elde edebilir. Fakat onun yoktan yaratılması aşamasında takdir tamamen Allah’ındır. Anne-babanın yüreğinde çocuklar için aynı seviyede yaratılan sevgiyi kim meydana getirebilir? “59- Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan Biz miyiz?”
Ölüm denen o muhteşem olayı her şeyi ile kim düzenledi? Düşünsenize, milyonlarca belki milyarlarca yıldan beri milyarlarca insanı ve diğer canlıları yaşatan ve öldüren mekanizmayı; ölümü unutulan ve sürekli yaşayan insan ya da başka bir canlı var mı? Güneşin doğmadığı, ayın onu izlemediği bir gün olmadığı gibi, ölmeyip sürekli yaşayan bir canlı da yoktur. Doğmama ve ölmeme yok; kıyamete kadar. Allah’tan başka, bunları herhangi bir varlığın yapabilme ya da bütün bu harika düzen içinde işleyen evrenin kendi kendine oluşabilmesi mümkün müdür? Evet, yaşam ve ölüm tamamen Yüce Yaratan ve öldürenin elindedir.“60- Aranızda ölümü biz takdir ettik ve bizim önümüze geçilemez.”
Bölümün başlangıcındaki üç ayetten hareketle sadece Allah’ın yaratıp düzenleyebileceğini gösteren örneklemeyi anlatmaya çalıştık. Devamındaki ayetler de değişik konularda sorular sorarak ve açıklamalar yaparak aynı bağlamda insanı bilinçlendirmeye ve hakikatleri görmeye yönlendirmektedir.
Rabbimiz, bize örnekler vererek çok değişik ve insanın kavrayabilme sınırları içinde olan konularda sorular ve açıklamalarla önemli bir noktaya getirmektedir. “74- Öyleyse Azim olan Rabbini adı ile tesbih et.”
“74- Öyleyse Azim olan Rabbini adı ile tesbih et.” Anlamını bu yorumla tercih ettiğim ayetle ilgili yararlı olacağını düşündüğüm değerli eserlerden dört kısa alıntı yapmak istiyorum.
“Ayetin akışı bu dereceye varıp ta iman delillerini haykıran bunca esrar ve gerçekleri kalplere ve zihinlere yerleşecek şekilde açıkladıktan sonra bütün bu gerçeklerin varacağı son noktaya dikkatleri çekiyor. Evet, Allah’ın varlığı, azameti ve Rabliğine… Bu gerçek, insan fıtratını güçlü kuvvetli olarak yakalıyor. Ve ayeti kerime Hz. Peygamber’e bu gerçeği canlandırarak kalplere onunla temas etmesini bildiriyor. “ 74- Öyleyse Rabbini o büyük adıyla tesbih et.”
“Zıt ve muhtelif eşyayı yaratanı, yüce ve kudretiyle tesbih et. Tatlı, saf ve soğuk suyu dileseydi, onu tuzlu ve dünyayı suya boğan denizler gibi acı su yapardı. Yakıcı ateşi de yaratıp bunda kulları için menfaat sağlamış ve bu menfaati dünyada geçimlikleri için ve ahirette de onları kötülüklerden alıkoymaya vesile olması için halk etmiştir. “74- Öyleyse Rabbini o büyük adıyla tesbih et.”
“Tesbih, “hareket etme, işini yapma, çaba gösterme” anlamındaki es-sebh’ten. Kelimenin tersi el-habs, anlamın da tersini verir. “Hareketsiz bırakma, tutma, atıl kılma”. “Allah adına/adıyla başlarım” anlamına gelen bismillah, bu emri yerine getirmenin başlangıç noktasını temsil eder. … Tesbih “işitilen” bir şey olmaktan daha çok “anlaşılan” bir şey olduğunu İsra 44’ten anlıyoruz. “Her şey Allah’ı tesbih etmektedir; fakat siz onların tespihini anlamıyorsunuz” (duymuyorsunuz değil). (Âla suresi 1’nci ayet, 2’ci dip not, s.40,). … “Şu halde azamet sahibi Rabbin adına hareket et!”
4-“Tesbih, tevhid inancının ve anlayışının kavranması ve Yaratan’ın tüm nitelikleriyle
tanınması ve dillendirilmesi, tanıtılması demektir. “O halde Azim Rabbinin adını
tesbih et.”
Mustafa İslâmoğlu, gerekçesini de açıklayarak 74’ncü ayet için diğer yazarlardan farklı bir anlamı ile özgün bir meal tercih etmiş.
“74- Öyleyse Azim olan Rabbini adı ile tesbih et.” Benim ayetin mealini bu şekilde tercih edişim de Yüce Rabbimiz Allah hakkında daha doğru bilgi edinmeye dayalıdır. Bilindiği gibi Hac 22: 74’ncü ayet genellikle “Allah’ı gereği gibi takdir edemediler” şeklinde çevrilir. Bu ifadeden Allah’ın tanınmadığı, bilinmediği şeklinde söz edilir. İşte ben de “Öyleyse Azim olan Rabbini adı ile tesbih et” ifadesinde buna dikkat çekmeye çalışıyorum. Allah’ın adını bilmek, kendisini tanımaktır. Dolayısıyla Allah’ı hakkı ile bilelim ki onun emirlerini yerine getirelim diye düşünüyorum. Sadece lafız olarak Allah’ı anmak, tekrarlı bir şekilde sofilik/tarikatçılık anlamında söyleyip durmak, kesinlikle Allah’ın tesbih edilmesi anlamına gelmez. Allah’ı tesbih etmek, onun helal ve haramlarına dikkat etmek, Müslüman’ca bir hayat sürmek ve da tam olarak ibadet ehli olmaktır.(“İbadet”, menasıkı da içine alan, her hareket ve davranışın ifadesi olan bir kavramdır; kısaca ibadet, “hayır üretmektir” diyebiliriz.
(Enam 6: 91; Hac 22: 74; Zümer 39: 67) ayetlerinin meali şöyle verilebilir: “Allah bilgisi/bilinci hakkında gerçek ölçüyü tutturamadılar…” bu anlayıştan hareketle Vakıa 56: 74’ncü ayetin meali şöyle “Öyleyse Azim olan Rabbini adı ile tesbih et” olduğunda; Allah bilgisi hakkında ölçüyü daha iyi tutturabiliriz. Örneğin İhlâs suresinin alışılmış mealinin yanında şöyle bir ifade kullanırsak daha anlamlı ve isabetli olabilir: “De ki: O Allah Ehad’tır! Allah Samed’dir! Doğurtmamış ve doğrulmamıştır! Hiçbir şey O’na denk olamaz!” Ayetin üçüncü cümlesi şöyle de kurulabilir ve belki bu ifade daha isabetli olabilir: “oğul değildir ve baba da değildir” (İhlâs 112/1–4). Ayetin mealini bütün olarak gösterirsek şöyle bir ifade ortaya çıkar ve bunu düşünmekte yarar var. “De ki: O Allah Ehad’tır! Allah Samed’dir! Oğul değildir ve Baba da değildir” Hiçbir şey O’na denk olamaz!” Bu cümledeki “oğul değildir ve baba da değildir” ifadesi, Hz. İsa’ya (s) yakıştırılan aynı anlamdaki iddia ve sözler ile benzeri anlayışlar şiddetle reddedilip kökünden silinirler.