Türkiye solu olarak, politik yolculuğumuzun antagonisti konusunda büyük ölçüde anlaşıyoruz.
Adı ve niteliği konusunda belirli farklar olsa da küresel sermayenin yerel müfrezeleri TÜSİAD ve MÜSİAD’ın – farklı gerekçeler ve derecelerde- desteklediği Saray ittifakı, 1980 den bu yana “neoliberal politikalar” ile bölgesel bir “alt emperyal” ülke hedefine ulaşmaya, bir üst lige geçmeye çalışıyorlar.
Kuşbakışı resmi bozmamak için, Saray ittifakının zig zaklarını, savrulmalarını bir kenara bırakıyorum.
Bırakın bir üst lige çıkmayı, Ellerinde avuçlarındaki Türk egemenliğini koruyamayacaklarını, T.C. nin dağılıp gitmekte olduğunu gördükleri andan bu yana iktidarlarını koruyabilmek için Kemalizmi islamcılıkla bulamaç yapıp, açık diktatörlük (faşist diktatörlük) düzenine geçerek ilerlemek istiyorlar.
Önemli ölçüde de yol aldılar.
Ancak, küresel güçlerin kabul edemeyeceği bir istisna olma, dokunulmazlık talebinde ısrar etmeleri – ki buna mecburlar, AB standartlarında kapitalist bir serbestlik ve hukuk çerçevesi bile kabusları- Atlantik paktıyla ciddi bir çatışmanın içine sürüklenmelerine neden oluyor.
Eş zamanlı olarak gelişen iktisadi yapısal kriz, zaten Yerel finans güçlerinin faşizm silahına sarılmalarının önemli gerekçelerinden olsa da, görülen o ki, krizin derinliği ve şiddeti, faşizm silahına da tutukluklar yaptırmaya başlamış görünüyor.
Başka bir açıdan da tarihi bir dönemdeyiz, tarihen ilk kez Kemalistlerin bir kanadıyla İslamcılar Saray’da ittifak içinde.
Bütün zoruklarına ve ödediğimiz bedellere karşın, tahite sık bulanamayacak kadar, sistemin bütün örtülerinden arındığı, bütün maskelerin düştüğü bir zamandayız.
Bazı Tarihsel fırsatlar
Türkiye solu olarak bence hiç bir dönemde bu kadar önemli fırsatlarla karşılaştığımız bir zaman aralığı olmadı.
Çok büyük bir iktisadi, siyasi ve ekonomik krizin içindeyiz artık.
Yönetenler yönetemez durumda. Ve yarattıkları merkezileşme, hatalarını, yönetme yeteneklerini, rıza üretim imkanlarını da hızla tüketecek.
Bu koşullarda yine ilk kez Kürt ve Türk solunun hemen bütün müfrezelerinin çatısı altında toplandığı bir odağımız var.
Üstelik bu kez CHP ve Kemalizm kendi kitlesi önünde bile ciddi ölçüde teşhir olmuş, AKP’nin payandası haline gelmiş durumda.
Yani sayısal olarak “ana muhalefet” olsa bile, siyasal olarak ana muhalefet HDP merkezli güçler.
Bir başka çok önemli fırsat, bu krizin oluşumunda rol oynayan vektörler içinde belirleyici olan, HDK/HDP hareketinin oluşmasında öncü rol oynayan Kürt Özgürlük Hareketi.
Hiç kuşkunuz olmasın ki bu vektör olmasa sistemin krizi bu kadar derin ve şiddetli olmazdı.
Çünkü KÖH, salt Türk egemen sınıflarının, kendi iç sömürgelerinde hareket edemez hale gelmelerine sebeb olmadı; aynı zamanda bir üst lige geçmek için ihtiyaç duydukları ek kaynakları temin etmek amacıyla yayılmak, işgal etmek istedikleri Irak, Suriye coğrafyalarında da bu politikanın boşa düşmesinde önemli bir rol üstlendiler.
Bu nedenle HDK/HDP misakı milli sınırları içinde, izole olmuş, lokal siyaset üreten bir güç değil. Tersine asıl oyun alanı olan Ortadoğu çapında oyun kuruculardan biri olan KÖH’ün projesi.
“Türk” bileşenlerin bu gerçeği ne kadar gördükleri tartışmalı olsa da, Suriye, Irak ve İran’da da bir iki yıldır bu türden odaklar inşa ediliyor. Yani KÖH öncülüğünde bir tür bölgesel bir devrimci enternasyonal oluşmuş durumda.
Kapitalist moderniteyi teşhir etmek, kitlelerin sonuçlarından tanıdığı sistemin sebeplerini de anlatabilmek için, sonsuz fırsatlar önümüze serilmiş durumda.
Türkiye’de dahil Ortadoğu’daki bütün güçlerin önünde iki yol var.
Ya bu yeni devrimci enternasyonalin sunduğu “demokratik konfederalizm, ortadoğu ortak evi” projesine destek vermek, ya da artık kapitalizmin çözemeyeceği bölgesel krizlerle cehennemin dibine yuvarlanmak.
İşte bize resmi böyle çizecek, bu yaklaşımın ne kadar gerçek ve mümkün olduğunu Ayşe teyzeye anlatacak bunu kitlelere yayacak bir strateji ve söylem gerekiyor.
Evet HDP vekilleri, yöneticileri bizi hiç bir zaman ne ahlaken ne cesaret bakımından mahcup ettiler. Tersine övündüğümüz yeni bir profil yaratmakta önemli roller üstlendiler.
Ama kuruluşundan bu yana HDP’nin stratejisi ve söylemi kendi hakikatimizi tam olarak ifade etmiyor.
Uzun zamandır bir sosyal demokrat parti gibi konuşuluyor. Hatta zaman zaman söylem, bir Barış Örgütü söylemine dönüşüyor.
“iktidar alternatifi” 6 milyonluk bir hareketin söyleminden uzağa düşülüyor.
Fıratın Batısındakilere sömürgeci bir devletin halkı olduğumuz ve bu suça ortak oldukça burnumuzun pislikten kurtulmayacağını açıkça anlatmak gerekiyor.
Zaman, alternatif Türkiye, alternatif Ortadoğu anlatmanın zamanı. Hem de Ayşe teyzeye.
Ofansif siyaset ve med cezir
Sevgili Ertuğrul Kürkçü yazmıştı, ofansif siyaset diye. Kendi blogunda da yayınladığı söyleşiyi ben de paylaştım.
Bir çok önemli ve bence doğru önermeye sahipti söyleşi.
Elbette ofansif siyaset derinliğine nasıl tahayyül ettiğini bilmiyorum. Kısıtlı bir alandaki söyleşide o kadar derinleşmesi kolay değil, haliyle.
Örneğin söyleşisinde onun da gördüğünden emin olduğum kitlelerdeki geri çekilme eğilimi içinde ofansif siyasetin nasıl kurulacağını anlatmamış.
Ben güçlü bir geri çekilme eğilimi görüyorum, ama buna karşın bu eğilimi durduracak, tersine çevirecek bir ofansif siyasetin de çok önemli olduğuna katılıyorum.
Çelişkili, iç gerilimi yüksek bir yaklaşım.
Böyle dönemler siyasal eylem çizgisinin kitlenin en geri kesimini de gözetmesi şarttır.
Ya da kitlelerin katman katman farklı bilinç ve irade düzeylerinde olduğunu biliriz.
Önemli olan her bir kesimin içinde kendisini ifade edebileceği itiraz ve pratik tavır alanlarının bizlerce yaratılmasıdır.
Batı’da yaygın olan kötü alışkanlığımız, merkezi gündeme göre reaksiyoner tepki siyaseti. Bu çalışma tarzı ve uslup bakımından geleneksel solun genetik bir hastalığı.
Sokak siyaseti dendiğinde de tek anladığımız, korsan eylem ve basın açıklaması.
Buna rağmen garip bir sokak kutsaması içindeyiz.
Oysa sokak, planlanmış, biriktirilmiş ve örgütlenmiş öfkeler için anlamlıdır. O zaman gündem belirleyici olur. Reaksiyoner eylemler ise çoğunlukla zarar verir.
Hele 12 Eylül sonrası 5-7 yıl süresi gibi, şimdi olduğu gibi açık diktatörlük ortamlarında çok daha risklidir.
Bu nedenle eylem zenginliği ve yaratıcılığına ihtiyacımız var.
Bir tarz olarak siyasi kampanyalar
Lenini putlaştıran siyasi örgütler bile bu tarz çalışmayı gelenek hale getiremedi. Bunu biz (Kurtuluş Sosyalist Dergi ) 80 öncesi ortaya atmıştık ve uygulardık, sonra biz de terkettik.
Yakın zamanda bu tarz çalışmanın iki etkili örneğini gördük.
Biri “Hırant Dink Kampanyası” diğeri tutuklu çocuklar için yürüttüğümüz kampanya.
Bu tür kampanyalar tekil hedeflere yönelir ve bu hedeflerle ilişkili partiler üstü bir gücü toparlamayı başarırlar.
Sokağı kullanırlar ama esas olarak şehrin kılcallarında. Sayısız iletişim aracı, sosyal medya bu tür kampanyaların önemli mecralarındadır.
HDP’nin bu tür alan etkinliklerini planlaması, zeminlerini oluşturması çok önemli.
Mesela şu günlerde bir kaç çok önemli başlık çerçevesinde alan hareketleri oluşabilir.
Bunlardan ilki ekonomi haline geldi.
Bence hiç durmaksızın, acilen HDP’nin bir Demokratik Cumhuriyet İktisat Kongresi toplaması gerekmez mi?
Kemalizm ve Özalizm kendi iktisat kongrelerini toplayarak kuruldular.
Demokratik Ulus’un da kendi kongresini toplayarak yola çıkması gerekmez mi?
Bütün dikkatleri üzerine toplayacak, bütün muhalif iktisatçıları biraraya getirip birlikte düşünmelerini sağlayacak, ortak noktaları tezleştirecek/programlaştıracak bir kongre.
Partiler üstü bir ilgiyi toplamaz mı?
Bu kongrenin çıktıları ülkenin kılcallarında bir çok insanın gündelik ilişkilerine sızmaz mı?
Bu çıktılarla inisiyatifler oluşmaz mı?
Eskiden listenin başına yazdığım ama artık listenin ikinci sırasında olan, en az ekonomi kadar Saray ittifakının aşil topuğu Eğitim.
En az ekonomi kadar kapsayıcı, partiler üstü bir sorun.
Saray ittifakı bu konuda büyük bir hezimet yaşıyor. Ona oy verenlerin tümünün çocuklarının geleceği kararmış durumda ve herkes bunun farkında.
HDP’nin kendi bünyesindeki eğitimcilerle başlayıp, bünyesinde olmayan tüm demokrat, modern, seküler eğitimcileri toplayacağı bir Demokratik Cumhuriyet eğitim çalıştayı organize etmesi, gündem belirlemesi gerekmez mi?
Demokratik Cumhuriyette, yeni yaşamda nasıl bir eğitim olacak, Ayşe teyzeye anlatmanın tam zamanı değil mi?
Doğrudan siyasi sokak eylemlerine katılmaktan çekinen yüzbinlerce veli böyle çok meşru ve hakiki bir sorun çevresinde öyle ya da böyle hareketlenmez mi?
Ülkenin kılcallarına sızmaz mı bu bilgi ve öneriler?
Önümüzdeki 7 ay sadece yerel seçim kampanyasıyla mı idare edeceğiz?
Önerileri çoğaltmayacağım, sizler aklınıza yatarsa çoğaltırsınız zaten.
Her iki alanla sınırlı bile kalsa, 6 ay-bir yıl sürecek kılcallara yayılacak kampanyalar, bu kampanyaların belirli evrelerinde çıktı olarak planlanmış yerel ve genel miting ve salon etkinlikleri ile kitleleri somut alternatif ofansif bir sürece yönlendirme şansımız az mıdır?
Alan mücadelesi ayrıca HDP bileşenlerinin kaynaşmasında çok önemli katkı sağlar.
Alanların çoğalması yeni yükler getirmez, tersine partinin şu anki piramidal, klasik örgütlenmesinin üzerinden çok ciddi yükler alır.
Strateji ve söylem
Söylemimiz, stratejimizin süzülmüş, çalışılmış, dil birliği kurulmuş en yalın, en kapsayıcı ifadesi olmak durumunda değil mi?
O zaman HDP sözcülerinden, “Ortak ortadoğu evi, demokratik konfederalizm” genel hedefini de Demokratik Cumhuriyet alternatif hedefini de sıkça ve güçlü biçimde duymamız gerekmez mi?
İsyan hakkı ve özsavunmanın meşruiyetini HDP “seçmenine” sık sık hatırlatmak önemli değil mi?
Bu gece Medya Haber’de ilk kez dinleme fırsatı bulduğum ve tanıdığıma çok memnun olduğum Hişyar Özsoy çok güzel anlattı bütün bu meseleleri.
Ülke çapında yerel seçim stratejisi noktasında da “hadi inşallah” diyeceğim ipuçları verdi.
Onda tanık olduğum öz güven, sukunet, yalın ve kapsayıcı tasvirler az ya da çok partinin dilbirliğinin çerçevesi olur, dilerim. Bütün sözcülerimiz kültürel donanım ve hitabet bakımından bunu başarabilecek nitelikte.
Böylece seriyi tamamlamış oluyorum.
Elbette fikri takibimi sürdürmeye çalışacağım.
Öneri ve eleştirilerim en doğru fikirler olmayabilir, ama en azından yeni ve daha iyi fikirleri çağıracağını umuyorum.
Çünkü HDK/HDP hepimizin geleceği.