Sevgili dostlar,
2013’ün 31 Mayıs günü öğleyin, dev bir kalabalıkla Dolmabahçe’den tırmanıp Taksim’e gelmiştik. Meydan polis kuşatmasındaydı. İlk gazı orada yedik. Damağımızda gazın tadı, gözlerimizde acı bir yangınla Marmara Otel’in yanındaki Sağlık Sokak’a doğru çekildik. Türkiye’de hak aramanın bedelini bilenler hazırlıklı gelmişti. Limonlar, sular, sütler hemen paylaşıldı.
Fenalaşanlar kenara alındı. Polisi taşlayanlar uyarıldı. Ama kalabalık seli, durdurulacak gibi değildi.
Hükümet için karar vakti gelmişti:
Ya inat edip Taksim’de bir kırımı göze alacak ya da geri adım
atacaktı. O sırada Cumhurbaşkanı Gül’ün İstanbul Valisi’ni arayıp “Bariyerleri kaldırın, çok kötü şeyler olacak” dediğini, Vali’ninse “Aynı görüşteyim, ama Başbakan’ı ikna edemiyorum” cevabı verdiğini sonradan öğrendik. Gül, Erdoğan’ı aramış ve polisin kitleyle çatışmasının çılgınlık olacağını söylemişti.
Nitekim Taksim Meydanı ile Gezi Parkı’nı ayıran merdivenlere kalkanlarıyla yerleşen polis, saat tam 16.00’da telaşla geri çekildi. Hemen ardından, günlerdir akıl almaz bir öfkeyle su ve gaz püskürten TOMA’lar kuyruğunu kıstırıp alandan ayrıldı. Çoğu gençlerden oluşan kitle, “Örgütlü bir halkı hiçbir güç yenemez” sloganı eşliğinde, alanı doldurdu. Gezi’nin kazanıldığı an, o andı…Bir avuç ağacı kurtarma amacıyla başlayan hareket, hızla ülkeyi Erdoğan rejiminden kurtarma hedefine dönmüştü.
Biz o günü hiç unutmadık. Erdoğan da unutmadı. Bizim için aramızdaki yaş, köken, sınıf, görüş, cinsiyet farklılıklarının sıfırlandığı, imkânsızın mümkün hale geldiği bir büyük şenlik, bir şanlı isyandı Gezi… Erdoğan için iktidarının karşılaştığı en büyük tehditti. İki hafta sonra polisi Gezi’ye saldırttı. Türkiye’nin en büyük, en barışçı direnişini kana boğdu.
23 Haziran’daki seçimin ertesi günü, 16 kişi, Gezi’nin sorumluları olarak yargılanacağız. Gezi’nin sorumlusu değildik, ama hepimiz Gezi’deydik. Bize umut, iktidara korku veren de o dayanışmaydı.
Dileyelim Gezi duruşması, “Bağzı şeyler”in hatırlanmasına vesile olsun.