Dünya siyaset literatürüne “Jön Türk” gibi bir kavramı hediye etmiş bir milletiz. Bu topraklarda gençlerin kanı fazladan kaynadığından mıdır yoksa toplumun kanı çeşitli araçlarla fazladan dondurulmuş olduğundan mıdır bilinmez gençliğin “radikalleşme” eğilimi hep vardır. Bu topraklarda gençlik sanki tüm toplummuş gibi, tüm toplum adına konuşabilecekmiş gibi hisseder kendini.
Son günlerin cop ve yumurta tartışmaları arasında gençliği hatırlamış olmamız her musibetten bir iyilik doğar misali olumludur. Ama konuşmalarımız “cop” ve “yumurta”nın yararları ve zararları gibi konular etrafında dönecekse gençliğin ne istediğini de anlamak pek mümkün olmaz.
Kürt’e Kürt, Alevi’ye Alevi, başörtülüye başörtülü diyemeyen “sözde” bir demokraside, özgürlüklerin özgürce yaşanamadığı bir demokraside geleceğin sahibi olan gençlerin kendilerini nasıl hissetmelerini bekliyorsunuz? Susup oturmalarını, ağır delikanlı pozlarla sorular sormalarını mı bekliyorsunuz onların?
Hemen her konunun yaşlı başlı adam ve kadınlarca ikiye bölündüğü, birinin diğerini hiç duraksamadan düşman ilan edebildiği bu siyasi iklimde onların farklı davranmalarını beklemek ne derece anlamlı? El sıkmayı bile beceremeyen, gönül almayı bile bilemeyen siyasi liderlerin olduğu bir ülkede gençlerden daha sakin davranmalarını beklemek normal mi?
Özgürce yaşayabilecekleri bir düzen sağlayamamışız, bari aç kalmayacaklarını vaat eden bir ülke yaratmış olsaydık onlara! Okullarını bitirdiklerinde yetenekleri doğrultusunda kimseye muhtaç olmadan yaşayabilecekleri bir gelecek hazırlamış olsaydık…
Ne gezer!
Bugünün üniversite gencinin önünde duran seksen yıldan bu yana da değişmemiş olan iki seçenek var. Ya varolan düzenin ayakları olan devlete ve özel kesime “ücretli köle” olacaklar. Ya da eğer şanslıysalar yabancı diyarlara gidip yine “köle” ama bu kez “daha yüksek ücretli bir köle” olacaklar. Arabası evi vs’si olan bir köle…
Yani “Kırk katır mı kırk satır mı?”
Küreselleşmenin ipine tutunmaya, ekonomisini ve zenginliğini öylece arttırmaya çalışan bu düzen gençliğe gelecek vaat eden bir düzen değildir. Bunun, bazılarımızın düşündüğü gibi AKP’nin iktidarda olmasıyla da bir ilgisi yoktur. Piyasanın tek doğru olduğuna iman etmiş ve hemen her şeyin “para” ile değerlendirilmesi gerektiğine inanmış koca bir yönetici elit var bu ülkede.
Sendikasızlaştırılmış bir iş dünyasında ya patronun arkasında koşarak ya da devlette personel kanununun basamaklarını ağır aksak tırmanarak elde edilen bir hayatın onursuzlaştırıcı bir hayat olduğunu gençler görmüyor mu sanıyorsunuz?
Ya da dediğim gibi şanslı olanların başka ülkelerde elde ettikleri “zenginliklerin” ima ettiği “yabancılaşma” olgusunun, böyle bir hayata katlanılması için gereken ve insanlık dışı olan bir maliyet olduğunu gençler görmüyorlar mı dersiniz?
Bence görüyorlar. Görmeseler bile hissediyorlar. Tıpkı daha önce de olduğu gibi… 68 ve 78 kuşaklarının itirazî tepkileri, içine kapanık, güdük ve kavruk bir ülkeye karşı duyulan benzer tepkiler değil miydi?
Oysa gençlik başka bir dünya istiyor. Bakmayın onlar arasında Ergenekonvari konuşanların olduğuna. Gençlik onlardan ibaret değil. Bugünün gençliği insanca yaşanan, özgür ve adaletli bir Türkiye istiyor. Kimsenin kimseye kul olmadığı, herkesin kimseye muhtaç olmadan yaşayacağı, kendi kimliğini kendi şerefi olarak taşıyabileceği bir Türkiye istiyor.
Onu sokaklara iten duygu da bu duygu.
Taraf