Bedeviler, bin yıl öncesinden hortlamış zamane haricileri! Kavram dünyaları: şirk, cihat, cariye, kısas; bilgelikleri: “İki emir çıkarsa birini keseceğiz!” den ibaret.
El kaide/Selefiler’den bahsederken ilk aklıma gelenler bunlar oluyor.
Sünni dünyanın İslamcıları itikat ve eylem açısından, az-çok Selefiler’e benzerler. Bu, sadece Arap dünyasına özgü bir durum da değildir, Türk Müslümanlığı için de geçerlidir. Çünkü emperyalist dayatma olarak Cumhuriyet, Osmanlı Sünniliği’nin kökünü kurutmuş; Türkiye Sünniliği kendini yeniden üretirken, Arapça tercümelere dayanmıştır. Kabul etmek gerekir ki Said Nursi’nin örgütlediği “Nur Hareketi” yerlidir ve doğal olarak bunun bariz bir istisnasını teşkil eder.
Said Nursi’nin ardından Nur Hareketi sayısız fraksiyonlara bölünmüş; ancak hiçbiri Selefliliğin çekim alanına girmemiştir. Bu, Nur Hareketi’nden aslan payını alan Cemaat için de geçerlidir. Cemaat “Fıkıhçı” değildir, belki “Yeni Kelamcı”dır. Modern giyinir ve rahat sosyal ilişkiler kurar. Görünürdeki farklarına rağmen, siyasi duruş açısından El kaide/Selefiler’le The Cemaat arasında iki konuda tam bir mutabakat vardır:
1. Şiilik ve İran
2. Siyonizm ve İsrail
El kaide algısında Şiilik ve İran tam bir takıntı konusudur. El Kaide’nin söyleminde, İran düşmanlığı İsrail düşmanlığından daha büyük bir yer tutar.
Cemaat ise farklı bir üslup benimsemiştir. Cemaat’in yayın organlarında İran lehine ve İsrail aleyhine bir tek söz bile sadır olmaz. Daha da ötesi, her fırsatta İran’ı iğneleyen ve İsrail’i kollayan bir üslup kullanılır. Aynı şekilde, mesela Samanyolu, İran yapımı bir film yayınlayamaz.
El kaide söylemde İsrail/Amerika düşmanlığını kullanmakla birlikte, İsrail’i zora sokan bir eyleme bu güne kadar kalkışmamıştır.
Selefilik’ten etkilenen “Siyasi Türk İslamcılığı”na gelecek olursak, onların İran veya İsrail’le ilişkileri şartlara bağlıdır. Kuşkusuz tek başına, İsrail düşmanlığı hak taraftarlığı anlamına gelmez. Erdoğan isterse “One minute!” çeker, isterse Holokost mağdurlarını anma etkinlikleri için kesenin ağzını açar. Kendini yalnız hissedince de İran’ın yolunu tutar.
Erdoğan’ın A.B.D. ile ilişkilerinin iyi olduğu dönemde, Cemaat’le ilişkilerinin iyi olması; kötü olduğu dönemde ise ilişkilerin bozulması acaba bir tesadüf müdür?
İsrail-The Cemaat ilişkisinin stratejik olduğu iddiası hiç de yabana atılamaz. Hoca, nüfuzunun, “Devrimci İslam’ı dengelemeye duyulan zaruret”ten kaynaklandığını pek ala bilir. Cemaat’in varlığı zaten, büyük ölçüde bu ihtiyaca dayanır. Tabi, El kaide’nin varlığı da.
Cemaat’in kendi halkıyla ilişkisi tek taraflıdır ve sadece, “Veren halk, alan Cemaat” çizgisinde seyreder. Cemaat’in başka toplumlarla ilişkisi ise “Alttan alan Cemaat” temeline oturur.
Her şeye rağmen Cemaat, eline silah almaz ve ‘Legalin/kitabın dışına’ çıkmaz.
Stratejik ilişkiler, daha derin ilişkilerdir ve kolay kolay bozulmazlar; ancak hiçbir ilişki ebedi değildir ve Cemaat’in gözü kestiği anda İsrail’i sırtından atmayacağını kimse garanti edemez.
Çünkü bu dünya, “Bir padişah için büyük, fakat iki padişah için küçüktür.”