Köleliğin, esaretin, farklı yerlerde farklı zamanlarda farklı şekillerde yansımaları vardır. Bu yansımaları genellikle politik ideolojiler oluşturmuştur daha eski zamanlarda. Üstün olduğuna ve diğer ırkların sadece kendilerine hizmet amacıyla yaratıldığına inanan ırklarda, (ki sadece ırksal değil, bireysel bir algı da olabilir bu durum, çünkü her ırkta insandan insana değişen, egosal üstünlük inancı bulabiliriz) diğer ırklar üzerinde bu tarz yansımalar oluşturma eğilimi elbette yüksektir. Burada bahsettiğim köleliğin fiziksel boyutu. Psikolojik ve devamında duygusal boyutu da günümüzdeki yeni yansıma şekli olabilir köleliğin. İkisini de farklı kavramları ve alanları ele alarak inceleyeceğiz. Aslında hepsi iç içe ve birbirlerini yaratıyorlar.
Kendi duygusal köleliklerimize geçmeden önce bilmeliyiz ki kelimeler ve cümleler, köleliğin besin kaynakları gibi. Kelime ve cümlelerle besledikçe, yeni doğmuş bebek köleliği geliştiriyor ve kemiklendiriyoruz. Bu subliminal mesajlarda azımsanamayacak kadar önemli ve etkilidir. Tıpkı görseller gibi..
Mesela tüm kapital sistemi çok basit bir cümle üzerinden sorgulayın. Ne diyor ekonomiye girişte: ‘sonsuz insan ihtiyaçlarını sınırlı kaynaklarla karşılamak’.. Neden bu cümleyi kabul edelim ki? Bu fiziksel köleliğin birinci basamağını oluşturmadı mı zaten? Evet kaynakların sınırlılığı doğru, ama neden insan ihtiyacı sonsuz olsun ki? Bu cümleyi hep reddettim. Ancak koca bir bilim alanı bu cümle üzerine kuruluydu.. Devamında da bitmeyen ihtiyaçlar için bitmeyen üretim ve bitmeyen emek gücü gerekecekti ve öyle de oldu. Bu bizde oluşturulmuş psikolojik kölelik ile (yani sürekli tüketme ihtiyacı hissetme) fiziksel köleliği yarattı ihtiyaçlarımızı üreten emek güçleri için..
Tarih boyunca ekonomide sıkça görülen bu ayrımlar (cinsiyet, ülkeler, iş gücü verimlilikleri vb.) cümleleri yaratmıştır, cümleler de algıları ve yaptırımları yaratmıştır. Eli Heckscher’in, 1919 yılında yayınlanan “faktör oranları teorisi” makalesindeki eksiklikleri Bertil Ohlin’in 1933 yılında yayınlanan “Bölgelerarası Ticaret ve Uluslararası Ticaret” adlı kitabında kendi görüşüne göre tamamlamış ve şunu ifade etmiştir: Bir Amerikan işçisi, üç yabancı işçiye bedel. Bu nedenle Amerika’ nın emek stokunu bulmak için mevcut stoku üç ile çarpmak gerekir.. 1’e 3 oranı.. Bu cümleyi düşününüz.
Sadece ekonomi değil aynı zamanda politikada da çok önemlidir kelimeler ve cümleler. Mesela ne demiş zamanında İngiltere eski Başbakanlarından Churchill ‘Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.’ Bu sadece bir cümleydi.. Ama çok etkiliydi..
Kelime ve cümlelerin bu denli etkili olduğu ekonomi ve politika, gücünü insan psikolojisinin zaaflarından alır ve birbirlerini yaratan fiziksel ve duygusal köleliğe zemin hazırlar bilinçaltımızda.
Peki kelimeler ve cümleler madem bu kadar etkili, biz onları kullanabiliyor ya da üzerimizde kullandırıyor muyuz özel hayatlarımızda? Ya da farkındalığımız ne sevide bu noktada biliyor muyuz? Duygusal esneklik (Resilience) kavramı bu noktada ne anlama geliyor? Sırasıyla görmeye çalışalım.
Politik yalanlarla oluşan kelime ve cümleler toplumsal algılar yaratabilir. Ancak özel hayatlarda da bu tarz kelime ve cümleler, bebek köleliğin besinleri oluyor yukarıda bahsettiğimiz gibi. Mesela birçok insan kendini değersiz hissettirdiği, üzdüğü halde partnerlerinden kolay kolay vazgeçemiyor. Duygusal köle ve onun sahibi ilişkisi, kelime ve cümlelerle yaratılmış otoritenin sonucunda doğuyor. Otoriter taraf belki narsistik, belki diğer psikolojik, belki çözümleyemediği başka sıkıntılardan olsa gerek itaatkar tarafı sıkça aşağılasa ve görmezden gelse dahi, duygusal köle olan kişi, tekrarlanan kelime ve cümlelerle durumu kanıksayıp kendi gücünü ve farkındalığını yitirebiliyor. Anlatmak istediğim durumu sanıyorum birçok insan ya çevresinde görmüş ya da kendi üzerinde en az bir kez tecrübe etmiştir.
Bunun sadece özel hayatta değil, iş hayatında da önemli bir yeri olduğunu, bu korkunç rekabet ortamında fark etmemek zor.. İş dünyasında da rekabet içindeki insanlar, birbirlerinin potansiyellerini izole edebilmek için ciddi bir efor harcıyor.
Uzman psikolog Suphi Tunç kelimelerin gücüne ama kelimesi üzerinden bir örnek vermiş:
“Ama” kelimesi çok tehlikelidir. Genelde olumsuz bir ifade peşini takip eder ya da mazeretler gelir. Uygun kullanım şekli “olumlu ifade + ama + olumsuz ifade” değil “olumsuz ifade + ama +olumlu ifade” şeklinde olmalıdır.
Duygusal Esneklik (Resilience): Duygusal esneklik kavramı travmalar, trajediler, tehditler, stres unsurları, finansal ve toplumsal problemler, aile ve ilişki problemleri gibi nice zorlukla baş edebilme sürecidir aslında. Her insanın bu problemlere bakış açısı ve bulduğu çözüm yolu farklıdır.
Bu esneklik elbette duygusal kölelikle bağdaşır. Çünkü hangisi güçlü taraf ise, birey onun getirdiği çözümlerden ilerleyecektir bu süreçte.
Bu esneklikle ilgili bazı faktörler vardır:
**Gerçekçi planlar yapma ve bunları gerçekleştirme konusunda adım atma kapasitesi
**Kendinize ve gücünüze ve yeteneklerinize olan güveninize olumlu bir bakış.
**İletişim becerileri ve problem çözme becerisi
**Güçlü hisleri ve dürtüleri yönetme kapasitesi
Bu faktörler elbette duygusal kölelikle ters orantılıdır..
Madalyonun iki ayrı yüzü gibi duran duygusal kölelik de duygusal esneklik de başkalarının (ve elbette kendimizin) bize söylediği kelime ve cümlelerle yakın bir ilişki içindedir. Bunu elimizde kahve ve refah bir sohbet içindeki ‘evrene mesaj gönder o da sana cevap atsın’saçmalığıyla karıştıralım istemem. Çünkü gerçekten hayatın zorluklarının girdabında yüzmeye ve girdaptan çıkmaya çalışan, hayatın karşısına çıkardığı tüm kötülüklere, hayata tutkuyla bağlanmaya sebep bularak cevap verebilen, duygusal esnekliği gerçekten yüksek olan insanlar için haksızlık olarak görüyorum. Nice bilim insanının hayat hikayesini, cehaletle, cinsiyet savaşlarıyla mücadelesini öğrendim matematiksel’de.. Bu insanların ne kadar yüksek duygusal esneklikleri olduğunu düşünün. Öyle olmasaydı, tüm IQ potansiyellerine rağmen devam edebilirler miydi yollarına tutkularını koruyarak?
Aktör Adrien Brody’nin Henry Barthes isimli, çocukluğunda babasının evini terk ettiği annesinin ise intihar ettiği bir geçmişe sahip olan öğretmeni canlandırdığı Detachment(kopma) filmini önererek ve oradan bir replik paylaşarak bitirelim:
Barthes ile sınıfta aralarında geçen bir diyalogda her daim aşağılanan öğrencisi Meredith ona bir soru sorar:
“- Sahiden çocukların sana söylediklerini umursamıyor musun?
– Galiba buna alıştım.
– Keşke ben de böyle güçlü olabilseydim.
– Bunun için güçlü olmaya gerek yok Meredith. Sadece çoğu insanın öz farkındalıktan yoksun olduğunu anlamalısın.”
Ceren Demir
Kaynaklar
https://psychcentral.com/lib/what-is-resilience/
.http://www.thelawofattraction.com/the-power-of-words/
.https://www.uplifers.com/mucadele-edip-tekrar-ayaga-kalkabilme-gucu-duygusal-esneklik/