Modernist mantığın savunduğu, ‘Doğanın Diyalektik Yasaları’, bir nevi nesnel zorunluluğun yasalarıdır. Bu yasalar çerçevesinde çizilen bir yolda ilerlemek ve bu yasaların dışına asla çıkamamaktır. Sonuçta doğanın çoğulcu ve çeşitliliğe muazzam açık olan yapısı, sadece ikili zıtlıklarla dinamikleştirilmekte ve sarmal helezonik yayılma; toplumsal doğaya yansıtıldığında düz, çizgisel bir ilerleyişe indirgenmektedir.
Diyalektik yasaların bilincine ulaşıldığında, her ne kadar kadercilik reddediliyor gibi gözükse de, aslında ve sonuç itibariyle kaderciliğe, iktidarcı bilim adına gizli bir boyun eğme söz konusudur.
Burada insanlığın teslim olması gereken doğa ölçülerini tartışmıyoruz. Aksine insanların bir kısmının aklını putlaştırarak ve bilgisini hiyerarşik bir zora dönüştürerek, şirke bulaşmasından ve sonuçta insanın, doğanın efendisi olarak, kendini çok büyük ve önemli görmesinden bahsediyoruz. İnsanın bu kibri ve kıskançlığı, zor hiyerarşisinin duygusal zeminini oluşturmaktadır.
Esasında doğadaki diyalektik, rizomatik ağlarla ilerler ve bu yatay, çokyönlü, geçişken, raslantısal rizomatik ağlar, beyindeki düşüncede ve dile dökülen söylemde farklı renklere dönüşüverir. Katı diyalektik mantık, yani diyalektiğin rizomatik yayılışını reddetme mantığı, kuruluş mantığı itibariyle sonuçta tek renklilik ve tek düzenliliğe tekabül etmekte, çoğulculuğu ve çokyönlülüğü gizlemektedir. Çokluğun içinde hâkim olduğuna inanılan iki unsur, her zaman en belirleyici güçler olarak seçilmekte ve öne çıkarılmaktadır. Ve tabi ki zıt uçların karşıtlığı mantığıyla, birinin yaşaması için diğerinin tasfiye edilmesi doğal ve meşru gösterilmekte ve zor hiyerarşisi yine meşrulaştırılmaktadır.
Son tahlilde doğanın diyalektiğini rizomdan soyutlayarak toplumsal hayata aktarma, doğrudan zor hiyerarşisine dayalı bir bakışa yol açar ve tahakkümü sonlandıracak nihai bir açılıma yol açmaz. İkili zıtlıklardan birinin öncül olması diğerinin tali olmasıdır, yani daha önemsiz olmasıdır. Bu ise sınıfların ve ayrıcalıklı tabakaların yeniden ve yeniden oluşması demektir. Özcesi, hiyerarşi ve tahakkümün sürekliliği ve meşruiyetidir. Burjuva veya proleter dünya devrimlerinin çöküşünde, bu hatanın açıkça kabul edilmemesi yatmaktadır.
Bu anlamda Asli Müslümanların şiddet içermeyen dili, söylemi ve pratiği, bu bakıştan farklılaşarak, daha da berraklaşmak durumundadır.