“Allah’ın mescitlerinde, O’nun adının anılmasına engel olan ve onları tahrip etmek için çalışan kimseden daha zalim kim olabilir? Aslında bu zalimlerin, oralara korkarak girmeleri gerekir. Onlara dünyada alçaklık, ahirette ise çok büyük bir azap vardır. Doğu da, Batı da Allah’ındır: Nereye dönerseniz dönün, Allah’ın yönü orasıdır. Unutmayın ki Allah rahmet ve kudretinde sınırsızdır, her şeyi bilendir” (Bakara, 114-115).
“Bazı özel düzenlemeleri ile ne kadar çok uyuşmazlık içinde olunsa da Allah inancını temel eksen olarak kabul eden her dine tam saygı gösterilmesi zarureti, İslâm’ın temel prensiplerinden biridir. O halde Müslümanlar, ister cami, ister kilise ya da havra olsun, Allah’a adanmış bütün ibadet mahallerini korumak ve onlara saygı göstermekle yükümlüdürler (karş. 22/40’ın ikinci paragrafı) ve başka bir inancın mensuplarını kendi inançlarına göre Allah’a ibadet etmekten alıkoyma teşebbüsleri Kur’an tarafından kutsallığa tecavüz fiili olarak nitelenmiş ve lanetlenmiştir. Bu prensibin çarpıcı bir tasviri, Hz. Peygamber’in Hicri 10’nuncu yılda Necran’lı bir Hıristiyan heyetine karşı davranışında örneklenmiştir. Her ne kadar Hz. İsa’yı “Allah’ın oğlu” ve Hz. Meryem’i “Allah’ın annesi” olarak kabul etmeleri İslâmi inançlarla temelden çatışıyor idiyse de onlara Hz. Peygamber’in mescidine serbestçe girme izni verilmişti ve O’nun kesin rızası ile orada kendi dini ayinlerini ifa etmişlerdi (bkz. İbn Sa’d, 1/1. 84 vd). (s: 32, 33’te 95’nci dip not). (1)
Muhammed Esed, az önceki dip notta kaynağı gösterildiği üzere bu görüşlerini şu ayet ve dipnotlarla da desteklemektedir: “ Çünkü Allah, insanları birbirlerine karşı savunmasız bıraksaydı, şüphesiz o zaman, içlerinde Allah’ın isminin çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler (çoktan) yıkılıp gitmiş olurdu (Hac, 22: 40). Bu ifadeden kasıt, gerçekte savunma güçlerinin teşkilini gerektirebilecek en önemli amilin din özgürlüğünün savunması olduğudur (bkz. 2: 193 ve ilgili 170’nci not); çünkü aksi takdirde 2: 251’in son cümlesinde belirtildiği gibi, yeryüzü çürümeye ve yozlaşmaya maruz kalırdı” (s. 678; 59’ncu dip not). O halde, artık zulüm ve baskı kalmayıncaya ve yalnızca Allah’a kulluk edilinceye kadar onlarla savaşın; ancak vazgeçerlerse, (bilinçli olarak) zulüm işleyenlerin dışındakilere karşı tüm düşmanlıklar sona erecektir” (Bakara, 2: 193). 170’nci not: Lâfzen “ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar” –yani hiçbir cezalandırılma korkusu duymadan Allah’a ibadet edilinceye ve hiç kimse başka bir insana korku ve boyun eğmek zorunda kalıncaya kadar. Din teriminin bu bağlamda “kulluk” olarak çevrilmesi daha uygundur, çünkü bu karşılık, burada dinin hem akidevi hem de ahlaki yönlerini kapsamaktadır: yani insanın hem inancını, hem de bu inançtan doğan yükümlülüklerini.” (2)
Değerli yazar ve Kur’an araştırmacısı Muhammed Esed, “Kur’an Mesajı / Meal-tefsir” adlı eserinde, evrensel anlamda insanların dua ettikleri, namaz kıldıkları ve farklı şekillerde ayinlerini yaptıkları mescitler, kiliseler ve havralar konusuna güzel bir şekilde yer vermiş. Ayetler ve kendi açıklamaları ile yıllarca önce (1980) gündeme taşımış. O günlerde de bu konuda problem vardı, şimdi de var.
Aynı konuda ve yazının başında meallerini verdiğim ayetlerle ilgili olarak; müfessir, araştırmacı yazar R. İhsan Eliaçık’ın yorumundan alıntı yapmak istiyorum. “Yani: Şu Mekke ve Kudüs’teki Allah’ın iki evine (Beytu’l Haram, Beytu’l Makdis) girmeye engel olan, oralara saldıran ve harap edenden daha zalim kim olabilir? Şu Mekke’deki Allah’ın evini tekellerine alan; Allah’ın evi üzerinden hem servet yığıp hem de iman edenlerin oraya girmesine engel olanlardan daha zalim kim olabilir? Keza şu Kudüs’teki Allah’ın Evi’nin başına gelenler nedir? Babilliler, Farslar, Romalılar, Yunanlılar vs. Sürekli saldırıp tahrip ettiler; ele geçirmeye çalıştılar. Bu temiz evler ve onlara yönelmiş bulunan bütün havralar, kiliseler ve camiler, Allah’ın evleri olarak yeryüzünde barışın ve kardeşliğin sembolü ve toplanma yerleri olması gerekiyorken; savaşın, kanın, kinin ve çekişmenin merkezlerine mi dönüşüyor? Öyle oluyorsa, bu ne kötü bir iştir!” (3)
Az önceki alıntıda geçen ifadeler 2008 yılında söylenip yazılmış. Şimdi, yani 8 sene sonra, diğer bir söylenişle bu gün; durum nedir? Maalesef metnin son cümlesine karşılık geliyor. “Bu temiz evler ve onlara yönelmiş bulunan bütün havralar, kiliseler ve camiler, Allah’ın evleri olarak yeryüzünde barışın ve kardeşliğin sembolü ve toplanma yerleri olması gerekiyorken; savaşın, kanın, kinin ve çekişmenin merkezlerine mi dönüşüyor? Öyle oluyorsa, bu ne kötü bir iştir!” Bu anlamda Ortadoğu’nun epeyce bir kısmı tam bir ateş çukuruna dönmüştür. Bu ateş çukuru olma noktasında coğrafyanın çoğunluğu Müslüman halkların yaşadığı alan olduğu için, tahriplere en çok da camiler hedef olmaktadır…
Aynı dinin farklı taraftarları (mezhepler) karşılıklı olarak camilere saldırıyor; hani mezhepler temel konularda aynı ilkeleri paylaşıyorlardı. Bir caminin tahrip edilmesi, hiçbir şekilde kabul edilemez. Başka binaların, çeşitli mekânların da yakılması, yıkılması, yani tahrip edilmesi çok kötü bir iştir, ama camilere karşı aynı davranışlarda bulunulması, doğrusu bu mezhep savaşçılarının artık bırakın Müslümanlığı insanlıktan da çıktıklarını gösteriyor. Bunları düşünüp yazarken Bakara Suresindeki 30’ncu ayet aklıma geldi; konu ile ne kadar da uyuşuyor! “ İYİ DİNLEYİN! Hani Rabbin meleklere “yeryüzünde bir halife var edeceğim!” demişti. Melekler: “Biz seni övüp yüceltiyoruz, orada kan dökecek ve fesat çıkaracak birisini mi var edeceksin?” demişlerdi. “Sizin bilmediğinizi ben bilirim” buyurmuştu.” Melekler de hiçbir şey bilmiyor değillermiş, değil mi? Onlar, irade ve sorumluluk sahibi insanlardan önceki dönemlerde irade ve sorumluluk değerlerinden mahrum yaratıkların neler yaptıklarını biliyorlarmış; kan döküp fesat çıkarırlarmış… Şimdiki hal nedir? İnanç özgürlüğü yok, karşılıklı olarak inançlara saygı yok, herkes kendi yolunu kesin sahih ve tek doğru yol kabul ediyor, buna dayanarak kendisine muhalif olanların camilerini tahrip ediyor ve insanları da öldürüyor… Elbette Ortadoğu’da sadece mezhepler için savaşılmıyor, başka hesaplar da var…
İman noktasında özgür olmayan bir toplulukta mabedin de bir anlamı olmaz. O mabetler süs, gösteriş ve güç aracı olmaktan başka bir işe yaramazlar. Bir toplumda mabetler saldırıya uğruyorsa, orada gerçekten korkunç bir travma yaşanıyor demektir. Eğer böyle bir toplumun içinde bozgunculuğu önleyecek barış ve özgürlük, ahlak ve dürüstlük değerlerine sahip ıslah edici muslih (islah edici/düzeltici) bir topluluk yoksa/çıkmazsa söz konusu toplum helak olur.
İmparatorluklar döneminde yapılan büyük yanlışlıklar, daha sonraki ulus devletler döneminde farklı anlayışlarla da olsa devam ettirilmiştir. Farklı mezhep ve din sahipleri karşılıklı olarak inanç özgürlüklerini dikkate almamışlar ve buna bağlı olarak gücü yeten ötekinin mabedini viraneye ya da kendi dininin nüsukuna uygun bir hale çevirmiştir. İkisi de zulümdür. İmparatorluklar döneminde bütün ülkelerde bu uygulamaları görmek mümkündür; kalıntılar ortada.
İnanç özgürlüğünün tam olarak bulunmadığı ülkelerde, gerçek anlamda işlevsel gereğini yerine getiren mabetlerin varlığından söz edilemez. Mabetler, sadece binaların yıkılması, onlara bir şekilde fiziki olarak zarar verilmesi anlamında değil, işlevsel olmama anlamında da tahripler yapılmaktadır. İslâm toplumu dediğimiz dünyada camiler gerçek anlamda işlevlerini yerine getirebilselerdi, bugünkü helak sürecini belki de yaşıyor olmazdık. İnsanlar Müslümanlıklarında yeterli düzeyde bilgili, özgür ve bilinçli olmayınca, taş, tuğla, mermer ve ağaç gibi malzemelerden yapılmış bina ne yapsın? Bu noktada Mescidi Haram, Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa ile oraları mübarek bilen insanlar da zihniyet ve tutumları bakımından sorgulanmalıdır.
Şu helak konusunu iyice düşünmemiz gerekiyor. Ege denizinde olanlar nedir? Avrupa ve Amerika yollarında olanlar nedir? Topyekûn Ortadoğu’da olanlar nedir? Geçmişte olan helakleri yeniden ve ciddi bir şekilde incelemek gerekiyor. Helâk birden bire ve her şeyi anında yok eden bir şey olarak görünmüyor. Sanki onun da bir süreci var, ne dersiniz? Ortadoğu’da bölgesel bir helak yaşanıyor olabilir mi? Geçmiş zamanda kumsallarda ev yapanların evleri yıkılıp kendilerinden bir kısmı helak olunca, kalanlar sağlam kayalıkların bulunduğu yerlere gitmişler. O kayalıklarda evler yapmışlar, ama helak süreci onları orda da rahat bırakmamış ve yakalayarak yerin dibine geçirmiş. Nedir o Karia?
“””””””””””””””””””””””””””””””””””””””
1-Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, Meal-Tefsir, 1’nci cilt, İşaret Yayınları, İstanbul-1999
2- a.g. e, 2’nci cilt
3- Eliaçık, R. İhsan, Nüzul sırasına göre YAŞAYAN KUR’AN, Türkçe meal-Tefsir, s: 692, İnşa yayınları, İstanbul-2008