Sürpriz yok! Bin beş yüz yıl, on bin yıl ve bilmem kaç bin yıl önce de, milattan sonra iki bininci yıllarda da durum ayını. Evet, hep aynı: egemen sınıflar ve egemenlerin egemenliği altında yaşayan sınıflar hep var. Hangi tarafın nüfusu daha çok? Bunu sormaya bile gerek yok, aynı şekilde nüfuz meselesini merak edip sormak da anlamsız. Çağlar boyunca eşya ve yaşam tarzları değişiyor, ama insanoğlunun kendisine ve ötekine bakışı hiç değişmiyor. O kadar değişmiyor ki, bu çağdaki geçmiş çağlardakine çok benziyor, neredeyse tıpkısı. Bu benzerliği ve egemenlerin saltanatlarının sürekliliğini, yani hep sürdürülebilir olmasını ne sağlıyor dersiniz? Çok pratik ve güncel örnekler vermek istersek, onlarca belki yüzlerce buluruz. Söz gelimi, geçen kurban bayramından bu güne kadar kasaptan hiç et satın almayan milyonlarca fakir halk, etin kilosunun kırk lira olmasını problem edinmez ve her gün istediği hangi tür et olursa olsun onu yiyebilen insanlara alkış tutar ve onları bağrına basar… Fındığın kilosu elli lira olmuş ve insanların çoğu böyle bir meyvenin varlığını bile umutmuş, kimin umurunda!
Egemen sınıflar çıkarları konusunda çok hassastırlar, dün de öyleydi, bugün de. Egemenler (müstekbirler) bu benzeşmeyi, eşitsizliği, adaletsizliği, hürriyetsizliği ve buna benzer istikbarı besleyici bileşenleri mustazaflar (ezilenler) marifetiyle ayakta tutarlar. Egemenlerin çıkarları için ezilenler koşturur. Tam da bu günlerde çevrenize bir bakar mısınız? Ama henüz bu işin nasıl becerildiği, bunun formülünün ne olduğu üzerine bir şey söylemiş değiliz. Bununla birlikte bir şeylerin olduğunu, bu iki farklı sınıf için ortak bir çıkar aracının icat edildiği ve bunun becerikli bir şekilde kullanıldığını hissediyoruz. Evet, evet! Böyle bir şeyin olması gerekir. Öyle bir şey olmalı ki, köle ile efendi aynı amaç ve hedef için çabalıyor olsunlar. Fakat o şey tamamen efendiye çıkar sağlasın. Evet, mekanizma böyle işliyor ve ne yazık ki efendi, kölelerini çoğaltıyor, buna orantılı olarak da kendi güç ve kibrini artırıyor. Konumuzla ilgili ödünç bir alıntımız olacak. Çok eskilerde yaşanmış, ama tıpkı günümüz günceli gibi…
“Egemen sınıfların çıkarlarını korumaya çalıştıkları her tarihsel durumda olduğu gibi burada da müşrikler “savaş” yoluna başvurmuşlar İslâm’ı yok etmek için onunla savaşmışlardı. Fakat işler henüz savaş noktasına gelmeden önce yönetimi elinde bulunan gruplar, kendi çıkarlarını savunmak için ustaca bir plân izler, bu çıkarları toplumun müşterek alanlarına çekerek sanki yönetenlerle yönetilenlerin ortak çıkarlarını savunuyormuş gibi yaparlar. Kendi çıkarlarını toplumun ortak çıkarı gibi gösterirler. İşte Mekke’de, ticaret ve hac gelirleri sayesinde zenginleşmiş egemen kabileler ile zayıf kabileler arasında “din” dışında hiçbir ortak nokta kalmamış olduğu için, kendi çıkarlarını savunan egemen kabileler bunu bir din savaşına çevirdiler. Böylece egemen kabilelerin çıkarları artık toplumun dini değerleri haline gelmiş, bunları savunmak da ülkenin önderlerinin ve aklı başında şahsiyetlerin yönettiği bir “milli vazife”ye dönüştürülmüştü.” (1)
El-Cabiri gerçekten çok önemli bir noktayı yakalamış. Günümüzde Kapitalizm almış başını gidiyor. Yönetmek ve yönetilmek için seçim diye de bir şey var. Seçmen profiline baktığımızda fakirler çoğunlukta, yani seçimi kazanmak, ancak fakirlerin oyu ile mümkün. Fakir ve işsizin kendisi, zengini fazla ilgilendirmez, ama geleceğe yönelik birçok hesabı olan zengin için fakir ve işsizin oyu gerekli. İşin başka bir ilginç yanı oylar tartılmıyor, sayılıyor. Öyle ise fakir zengin ile bir ortak noktada buluşmalı. Yukarıdaki alıntı içinden bir alıntı daha yapmak istiyorum: “Yönetimi elinde bulunan gruplar, kendi çıkarlarını savunmak için ustaca bir plân izler, bu çıkarları toplumun müşterek alanlarına çekerek sanki yönetenlerle yönetilenlerin ortak çıkarlarını savunuyormuş gibi yaparlar. Kendi çıkarlarını toplumun ortak çıkarı gibi gösterirler.” Egemenlerin çıkarlarını korumaya yönelik bundan daha kurnazca ve uygun bir plân olabilir miydi?
El-Cabiri, Kur’an Surelerinin tefsiri bağlamında nüzul çağından güzel bir örnek sunmuş. Görüyor musunuz, Kur’an, insana nasıl bir ilham veriyor? Şimdi buradan hareketle Yemen’de, Mısır’da, Irak’ta, Suriye ve başka yerlerde yaşanan olaylara bir daha bakarsak; aynı formülün işletildiğini rahatlıkla görebiliriz. Söz konusu bu mekanizma/formül, bütün seçimlerde çokça kullanılan bir araçtır. Ama daha çok egemenlerin bu aracı/silahı savaşlarda kullandıkları görülür. Ortadoğu’da yüz seneden fazla bir zamandır bitmemiş birinci dünya savaşının her aşama ve döneminde bu mekanizma iş başındadır. Mesele petrol ve diğer doğal kaynaklar olduğu halde, emperyalist sömürgeci güçler insanları mezhepsel farklılıklar üzerinden dövüştürüyorlar. Mezhepsel farklılıklar, farklı bloklar için ortak çıkar noktası olabiliyor. Bilindiği üzere yaklaşık beş yüz sene önce Yavuz Sultan Selim de Şah İsmail de aynı jargonu kullanmışlardı.
Bu arada bağlamına uygun ortak nokta olarak dinden başka neler var diye düşündüğümüzde; çok fazla bir şey aklımıza gelmemekle birlikte birkaç tane daha bulabiliriz. Örneğin; milliyetçilik, başka bir ifade ile etnik köken ya da ırksal üstünlük kutsaması; kutsanmış teokratik yönetim biçimleri (Hanedanlığa dayalı padişahlık, sultanlık, vs)… Bu anlamda tarihteki imparatorluklar arasındaki savaşlara, kabileler halinde yaşayan topluluklarda kabile savaşlarına ve nihayet modern zamanlardaki savaşlara baktığımızda hep aynı senaryo ve oyunu görüyoruz.
Hangi insan, hele de Müslüman günümüzdeki Ortadoğu toplumlarının içinde bulundukları duruma üzülmez! Sivil, asker, çocuk, yaşlı, yani her kesimden insanlar ölüyor; öldürüyor öldürülüyor… Birçok insan manzaraya bakıp “Müslüman Müslüman’ı öldürüyor” diyor. Bir başkası da çıkıp “zaten onlar hep öyle yaptılar” diyor. Tabi giderek “Müslüman, Müslümanlık, Müslümanlar” derken iş dönüp İslâm Dini’ne geliyor ve fatura ona çıkarılmak isteniyor. Ama hiçbir şekilde böyle bir şey olamaz. Başka bir deyişle Hak Din -Hz. Muhammed’in(s) insanlara tebliğ ettiği Kur’an’daki İslâm Dini- olanlardan ötürü suçlanamaz, suç kaynağı olarak gösterilemez.
Amerika ile Suudi devleti birlik olmuş, ABD ve AB ile sıkı fıkı olan körfez ülkelerini de peşlerine takmış ve Yemen’e saldırıyorlar. Mısır/Sisi de onlarla beraber, işe bakın ki, Türkiye de söz konusu koalisyona destek veriyor, yani Sisi’ye yardım ediyor. Amerika ile İran Yemen’de kavga ediyorlar, Avrupa kentlerinde müttefikler gibi dolaşıyorlar. Ama diğer taraftan Ortadoğu’da giderek yükselen mezhepsel bir gerilim, gerginlik ve bloklaşma olduğu çok açık. Gerginlik ve bloklaşma mezhepsel bağlamda ilgili devletler ve halklar arasında kalmıyor. Az önce de dediğim gibi Amerika Suudi ve diğer müttefiklerle birlikte Yemen’de (Olmadığı yer yok ki!). Belki daha sonra İran ile Rusya orada olacak. Sürmekte olan Birinci Cihan Harbi’nin yüz yıl önceki bölümünde de aynen böyleydi. Açın eski defterleri, “Ne çok birbirine benziyor!” diyeceksiniz. Hiç mi fark yok? Meselenin özünde yok; zengin fakir bir olmuş, zenginin çıkarı için koşturuyor. Ne var ki fakir ölüyor; öldürüyor ve öldürülüyor.
İnsanlık tarihi boyunca zenginlerin, zalim yöneticilerin; Kur’an’daki ifadeleri ile söylersek melelerin, mütreflerin, müstekbirlerin yani tağutların birbirlerine karşı olan savaşlarda çoğunluğu oluşturan fakir halkları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları değişmez, değiştirilemez bir yasa mıdır? Bu uygulamanın her dönemde benzer bir şekilde sürdürülebilir olması; insanoğlu için Tanrı tarafından takdir edilen “Tanrı Taksimi” ya da “ilkesi” midir? Yeryüzü cenneti; tamamen hayal midir? Bireysel ve toplumsal hayatta adalet; onurlu ve erdemli insan ilişkileri; şu dünyada yaşarken hür, huzurlu, güvenli, endişesiz bir yaşamı tatmak insanın nasibi değil midir? Yoksa yukarıda saydığımız ‘Güçlüler Sınıfı’ bunları kendi dünyalarında yaşıyorlar ve böyle gidecek, ‘gerisi yalan’ mıdır? Ortadoğu’da ve dünyanın başka yerlerinde yaşanan olaylar; Amerikalıların bütün dünyayı kaplayıp kuşatan dijital, sanal bilgisayar oyunlarının yerine, sahici hazzı/zevki tatmak için oynadıkları/oynattıkları oyunlar mıdır? Bu bağlamda soru ve sorgulamalar bu şekilde daha da çoğaltılabilir. Şu son söylediklerimden bir benzerlik daha ortaya çıkmış oluyor: Güçlü Sınıfın kurguladığı ve sanal oyunlarla yeryüzünde gerçekleştirdiği olaylar birbirine çok benziyor.(2) Bütün bunlardan sonra içimden şunu sormak geliyor: Bütün bunlar olup dururken sen neredesin ey Müslüman? Ne yazık ki; bu bağlamda durum neredeyse “O kim?” denilecek noktaya gelmiştir…
Sosyoloji bilgini, düşünür ve ziyadesiyle velut yazar K. Canatan, Kur’an için “O, ilahi ideal bir projedir” der. Ben de bu yorum ve tespite şu değerlendirmemi eklemek istiyorum: O proje insana bir tekliftir, dolayısıyla onu güncel hayata geçirmek insanın borcu, ödevi yani dinidir. Bu borcu ödeme ya da ödememenin karşılığı cennet ya da cehennemdir; hem dünyada hem ahrette… Biz yukarıda dünyadakinden söz ettik; hangisine benziyor?
“”””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””
(1)El-Cabiri, Muhammed Abid, Siyer Eşliğinde Kur’an’ı Anlamak, Fehmü’l Kur’an, cilt:1, s: 472, Mana yayınları/İlimyurdu Yayıncılık, İstanbul – 2013;
(2) Yazının tamamı için, bakınız: Bakara, 2: 118